Aden'in Rüyası (Bölüm 1)
Alevler hızla yayılıyor, dumanlar her yeri kaplıyordu. Yangın pencerenin önünde bulunan şifonyerin üzerindeki şamdanlarla başlamış, oradan perdelere, oradan da koltuğa sıçramıştı. Gecenin geç saatiydi ve salonun ışıkları kapalıydı ama bir şeyleri görmek için ışığa ihtiyacı yoktu. Salonun içini fazlasıyla aydınlatıyordu. Dumandan etkilenmeye başlamıştı. Boğazı ve gözleri yanıyor, nefes alıp vermekte zorlanıyordu. Elindeki kova boşaldıktan sonra tekrar banyoya koştu ve ağzına kadar doldurup tekrar salona gitti. Evdekileri uyandırmamak için olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordu. Uykularından uyanıp bu korkunç manzarayla karşılaşmalarını istemiyordu. Çünkü her ne olursa olsun insanlar korkunç şeylerle uykularından uyandıkları an karşılaşırlarsa, normalde korkacaklarından daha çok korkardı. Bunu kendinden biliyordu. Normal bir zamanda kötü bir şey yaşadığı zaman bunu hemen algıladığından ve hemen bir çözüm üretmeye başladığından dolayı daha az korkuyordu. Ama uykudan uyanır uyanmaz korkunç bir şeyle karşılaştığında beyni henüz olan biteni algılamadığından daha savunmasız oluyor, dolayısıyla daha çok korkuyordu. Onlara bu kötülüğü yapmak istemediğinden, alevlerle tek başına mücadele ederek söndürmeye çalışıyordu. Şimdiye kadar beş kova dolusu su kullanmıştı. Altıncıyı almak için kapıya doğru koştuğu sırada aniden durdu dönüp ve arkasına baktı. Yangın tüm koltukları, yemek masasını, yerdeki halıyı ve servis sehpalarını yiyip bitiriyordu. Ayrıca bardaktan boşalırcasına yaşlar süzülen gözleri kararmaya, nefesi kesilmeye başlamıştı. Vücudunun bazı yerlerinde de uyuşmalar ve titremeler hissediyordu, bunlar korkudandı. Artık bu alevlerle baş edemeyeceğini anlamıştı. Bu ateşi taşıma sularıyla söndüremeyecekti. Evdekileri uyandırmak zorundaydı, aksi halde herkes ölecekti. Tabi duman onların odalarına kadar sızarak onları çoktan uykularında öldürmediyse. Bu düşünce tüylerinin ürpermesine neden oldu. Ailesinin onun yüzünden öldüğünü düşünmek onu korkutmuştu. Ama böyle bir şey olduysa bile bunu isteyerek yapmamıştı, amacı onları korkutmamak için bu işi kendi başına halletmekti. Bunu göze alamazdı. Korkmaları, ölmelerinden iyiydi. Elindeki kovayı olduğu yerde bırakıp, sağdaki koridorun diğer ucuna doğru koştu. Sağda annesiyle babasının, solda ise erkek kardeşinin odası vardı. Kapıların ikisini de aynı anda açarak bağırmaya başladı.
“Anne... Baba... Bora... Uyanın.”
Salondaki yanan mobilyaların çıtırtısından başka bir ses yoktu. Odalara hızlıca göz attıktan sonra kimsenin hareket etmediğini fark etti. Koşarak annesiyle babasının odasına girdi. Işığı açıp hızla üzerlerindeki yorganı kaldırdı ve yatağın üzerine çıkıp ikisini de sarstı.
“Anne... baba... uyanın, ev yanıyor!” diye tekrar bağırdı.
Annesi yattığı yerde kımıldandı, sonra başını çevirip gözlerini araladı ve ona baktı.
“Ne oldu Aden?” diye sordu, uyuşuk sesle.
“Ev yanıyor! yangın çıktı... kalkın...” dedi Aden, heyecanla.
Annesi gözlerini kocaman açarak hızla yattığı yerden kalkarken, Aden babasına yaklaştı ve var gücüyle sarsmaya, aynı anda bağırmaya başladı.
“Baba... uyan... ev yanıyor! baba uyan...” Aden bir an babasının dumandan etkilenerek baygınlık geçirdiğini daha da kötüsü öldüğünü düşünecekti ki, babası yattığı yerde sırt üstü dönerek gözleri kapalı bir şekilde mırıldandı. Aden onu duymazdan gelerek söylenmeye devam etti. “Baba, ev yanıyor... kalk, gitmemiz gerek. Kalk baba...”
Annesinin odanın dışından kopan çığlıklarının arasında babası nihayet uyandı ve yattığı yerden doğruldu. Gözlerini ovuşturup önce etrafa baktı, sonra yatak odasına dolan siyah dumanları görünce hemen ayağa fırladı. Koşar adımlarla odadan çıkarken annesi hala çığlık çığlığa yardım istiyordu. Yardım çığlıklarını birileri elbette duyacaktı, kocaman bir sitede yaşıyorlardı. Belki bu çığlıkların bir aile kavgasından kaynaklandığını düşünerek kimse umursamazdı, ama salon camlarından dışarı taşan dumanları gördüklerinde herkes yardıma koşardı. Sonuçta komşuydular ve onların da canı tehlikedeydi. Binlerce kişi tehlikedeydi. Küçücük bir kıvılcım koskoca bir siteyi alıp götürebilirdi ama böyle olmayacağını umuyordu. Birileri illa ki yardıma gelecekti. Annesiyle babası bir süre salon kapısının önünde durarak, alevlere teslim olan salona baktılar.
Ama burada daha fazla kalmamaları gerektiğini çabuk anladılar. Annesiyle babası cep telefonlarını almak için yatak odasına doğru koşarlarken annesi bağırdı. “Borayı al ve evden dışarı çık!” Aden çoktan kardeşinin odasına girmiş, onu uyandırmaya çalışıyordu. Bora biraz önce kopan çığlıkları duymamıştı ama Aden’in bir dokunuşuyla hemen yerinden sıçradı. Aden hiçbir şey söylemeden onu kollarından tutup yattığı yerden kaldırmaya çalıştı. Bora uyanır uyanmaz öksürmeye ve söylenmeye başladı.
“Neler oluyor, bu duman da ne?”
“Yangın çıktı, gitmemiz gerek.” diye bağırdı Aden. O sırada evin giriş kapısına art arda yumruklar inmeye başladı. Muhtemelen duman bazı komşuların evlerini de etkilemişti ve uykularından uyananlar dumanların nereden geldiğini takip ederek onların dairesine gelmişlerdi. Kapıyı yumrukluyorlar, bağırıp duruyorlardı. Annesi kapıyı açmaya çalışırken, babası da Bora’nın odasına girmiş onları çıkarmaya çalışıyordu. Herkes öksürmeye başlamıştı, sesleri artık çok kısık çıkıyordu. Aden nefes almakta zorlanıyordu. Gözlerini güçlükle açıyor, kapıya kadar neredeyse el yordamıyla yürüyordu. Kapının önüne yığıldıklarında orada kapana kısıldıklarını anladı. Kapı kilitliydi ve anahtarı bulamıyorlardı. Evde göz gözü görmüyordu. Odaların ışıkları açıktı ancak koridoru yalnızca salondan koridora doğru ilerleyen alevler aydınlatıyordu. Her yer kırmızı ve siyah karışımı bir renge bürünmüştü. Alevler neredeyse koridorun yarısına kadar ulaşmıştı. Onlar içeriden komşular dışarıdan kapıyı yumrukluyorlar, tekmeliyorlar, bağırıp duruyorlardı. Babası, annesini kenara çekerek var gücüyle kapıya art arda omuz indirdi ama kapı zaten içeriye doğru açıldığından bu çaba boşunaydı. Biraz sonra dışarıdaki bir adam herkesin kapının arkasından çekilmesini, kapıyı kıracaklarını söyledi. Adamın dediğini yaparak kapıdan uzaklaşmaya çalıştılar ama gidecek pek fazla yer yoktu. Alevler koridorun yarıdan fazlasını kaplamıştı. İçeride yoğun bir sıcaklık vardı. Neredeyse terlemeye başlamışlardı. Resmen diri diri yanacaklardı. Ama koridorda halı kullanmadıklarından dolayı alevler buraya gelmek için yalınızca boyalı duvarları kullanıyor, güçlükle ilerliyordu. Bu onlara biraz olsun zaman kazandırıyordu. Tabii Aden için aynısı geçerli değildi. Neredeyse kafası patlayacakmış gibi hissediyordu. Hava, nefes borusunun yarısından takılıp kalıyordu. Gözlerini kapatarak ağı ağır olduğu yere, dizlerinin üzerine çöktü. Kardeşi onu koltuk altlarından tutarak kaldırmaya çalıştı ama bu çaba boşunaydı. Onun da takati kalmamıştı. Komşuların kapıyı kırmak için indirdikleri darbelerin seslerini artık boğuk bir şekilde duyuyordu. Ne annesinin ne babasının ne de kardeşinin sesi çıkmıyordu. Hepsi düşmemek için bir yere tutunmuş, çaresizce komşularının onlara yardım etmesini bekliyorlardı. Biraz sonra kapıya inen darbelerin seslerinin arasına, dışarından gelen siren sesleri karıştı. Muhtemelen itfaiyeydi. Annesiyle babası cep telefonlarını almayı başarmışlardı ama onları kullanarak itfaiyeyi arayacak zamanları olmamıştı. Neyse ki birleri durumu erken fark etmiş ve onlardan önce itfaiyeyi aramıştı. Biraz sonra bu karanlık ortamı beyaz bir ışık demeti aydınlattı. Sonra ışık demetinin arasına inen bir balta göründü. Sonra bir daha ve bir daha. Kapının arkasındaki adamlar baltalarla kapıyı parçalayarak bir insanın sığabileceği kadar boşluk açtılar. Sonra içlerinden biri canını sokakta bulmuş olacak ki, boşluktan içeri girdi. Kapıya en yakın olan annesini yakaladığı gibi boşluğa doğru yaklaştırdı. Sonra dışarıdan birkaç el boşluktan içeri girerek, annesini kollarından ve belinden yakaladığı gibi dışarı çekti. Ardından adam, babasının yardımıyla evin en küçüğü olan kardeşini yarığa doğru götürdü ve dışarıdaki eller onu da çekip alev kapanından kurtardı. O sırada Aden’in aklına yatağının altında duran defteri geldi. Onu odasında unutmuştu, onu burada bırakamazdı, yanıp yok olmasına izin veremezdi. Adam Aden’e yaklaştığı sırada, Aden yerden kalkarak kendisinin bile güçlükle duyacağı bir sesle mırıldandı.
“Defterim kaldı, onu alıp döneceğim.”
Ama ne adam ne de babası onun söylediği bir kelimeyi bile duymamıştı. Aden’i tutup yarığa yaklaştırdılar ve dışarıdaki eller onu da bu cehennemden çekip çıkardı. Bir kadın Aden’i kaptığı gibi çekiştirerek oradan uzaklaştırdı. Annesiyle kardeşini görememişti, muhtemelen binadan dışarı çıkarılmışlardı. Babası ise içeride karşılaşacakları manzara hakkında hiçbir şey bilmeden ellerinde yangın tüpleriyle bekleyen adamların yanında kaldı. Oraya tekrar girecek, işe yaramaz bir çabayla yangını söndürmeye çalışacaklardı. Aden babasına bağırarak içeri girmemesini söylemek istedi ama sadece ağzını açmakla yetindi. Ağzından tek bir kelime bile çıkmıyordu. Oradan çıktıktan sonra derin derin nefes alıp vermeye, oksijenin tadını çıkarmaya çalıştı. Ama gözleri hala yanıyordu ve hala başı dönüyordu. Kadın onun halinden durumunun kötü olduğunu anlamıştı. Düşmemesi için Aden’in bir kolunu kendi omzuna dolamış ve sıkıca beline sarılmıştı. Kadın asansöre doğru ilerlerken aniden yön değiştirdi ve merdivenlere doğru ilerledi, aynı anda söyleniyordu.
“Biraz daha dayan tatlım, asansöre binersek nefesin daralabilir.”
Ama Aden onun sesini karmaşık bir şekilde duyuyordu, bu yüzden ne dediğini anlayamamıştı, muhtemelen birkaç teselli sözü söylemiş olmalıydı. Dokuz katı da merdivenlerle inip zemine ulaştıklarında, kadın heyecanla ekledi. “Az kaldı tatlım, şimdi dışarı çıkıyoruz.”
Girişte ilerleyerek kapıya vardılar ve kendilerini dışarı attılar. Dışarıda müthiş bir kalabalık vardı. Sanki sitedeki tüm binaların sakinleri dışarı dökülmüştü. Onların binasına uzakta olan diğer binaların sakinleri de pencerelere dökülmüş, korkuyla olan biteni izliyorlardı. Dışarıda altı tane itfaiye, üç ambulans, birkaç tane de polis aracı vardı. Etrafta tam bir kargaşa vardı. İtfaiye merdivenleri yangının çıktığı dokuzuncu kata ulaşmaya çalışırken, başka binalarda oturdukları anlaşılan bazı adamlar da itfaiyeye yardım etmek için ellerinde yangın tüpleriyle binaya giriyorlardı. Aden dışarı çıktığı an binada aldığından çok daha temiz olan havayı solumaya çalıştı. O sırada koşarak yanlarına yaklaşan iki kadın sağlık görevlisi, Aden’i komşusunun kollarının arasından çekip aldı ve ambulansa doğru götürdü. Aden ambulansa binip sedyeye oturduğunda aklına gelen ilk şeyi sordu.
“Ailem nerede?”
Sağlık görevlisi genç kız onu sedyeye yatırıp ağzını ve burunu kapatan bir hava maskesi taktı. Ardından eline küçük bir fener alıp, kapalı olan göz kapaklarını nazik bir şekilde elleriyle açarak gözlerini kontrol etti. Fenerin beyaz ışığı, alev kapanındaki karanlığı yaran ışık demetinin berraklığındaydı. Annesinin, babasının ve kardeşinin ses çıkarmadan oldukları yerde kurtarılmayı bekledikleri ve sonra birkaç elin onları çekip oradan aldıkları görüntüyü anımsadı. Hiçbirinin sesi çıkmıyordu ve ayakta güçlükle duruyorlardı. Babası onun peşinden gelmemişti, dairelerinin önünde kalmıştı. Oraya tekrar girmek için eline bir yangın tüpü almıştı. Belki de kendine gelemeden tekrar içeri girmişti ve orada yığılıp kalmıştı. Belki de annesiyle kardeşi de kurtarıldıktan sonra, karbonmonoksit zehirlenmesinden dolayı daha fazla dayanamamışlardı ve ölmüşlerdi. Belki de sadece o kurtulmuştu. Belki de tüm ailesi ölmüştü ve bir tek o hayatta kalmıştı. Eğer böyle olduysa onun da ölmesi gerekirdi. Bu onun suçuydu.
Yorumlar
Yorum Gönder