Aden'in Rüyası (Bölüm 3)
“Yangını ilk gören siz miydiniz?”
“Evet. Ben gördüm.”
“Nasıl oldu, bana anlatır mısınız?”
“Uyandığımda yanık kokusu alıyordum. Sonra kalkıp odalara baktım, salondaki şifonyerin yandığını gördüm. Söndürmeye çalıştım ama başaramadım. Yangın bütün salonu sarınca evdekileri uyandırmak zorunda kaldım, sonra komşularımız bizi kurtardı.”
“Uykunuz hafif midir? nasıl uyandınız?”
“Yanık kokusunu alınca uyandım işte.”
“Peki şifonyer nasıl yandı sizce? durduk yere yanmış olamaz, öyle değil mi?”
Aden gözlerini kapatarak o anı gözünde canlandırmaya çalıştı, sonra şifonyerin üzerindeki şamdanlar aklına geldi.
“Şamdanlar vardı, sanırım yangın onlardan çıktı.”
“Gecenin üçünde şamdanlar neden yanıyordu? evdeki herkesin uyuduğunu söylediniz.”
“Sanırım diyorum memur bey, öyle oldu demiyorum. Ben ne bileyim, öğrenmek bulmak sizin göreviniz değil mi?”
Memur, Aden’in söylediği her kelimeyi elindeki deftere yazarken soru bombardımanına devam etti.
“Bildiğiniz herhangi bir düşmanınız var mı? Evinize girecek ve size zarar vermek isteyecek birileri.”
Aden durakladı. Gözlerini başka yere çevirip, bir süre o şekilde bekledi. Sonunda aklına biri geldi ama o kişiyi söyleyemezdi. Çünkü onu söylerse o da Aden’in yaptığı şeyi söylerdi. Bu yüzden bu soruyu geçiştirmeyi tercih etti.
“Bildiğim kadarıyla yok.” dedi kısık sesle.
Memur bir soru daha sormak üzereyken, Şermin araya girdi.
“Bu kadar yeter memur bey, biraz dinlensin.” dedi ve Aden’in yanına yaklaşarak, oksijen maskesini yüzüne yerleştirdi. Memur, Şermin’e döndü.
“Eğer aklınıza bir şey gelirse bize haber verebilirsiniz. Ayrıca yazılı ifadenizi imzalamak için tekrar gelmeniz gerekecek.” dedi ve odadan çıkıp gitti. Aden annesiyle baş başa kaldığında gözlerini kapatarak uyumaya çalıştı, ama annesinin kendi kendine sesli bir şekilde konuşması buna izin vermiyordu.
“Bu nasıl olur anlayamıyorum. Nasıl olur? gecenin o saatinde, alakasız bir yerde...” dedi ve Aden’e döndü. Kan çanağına dönmüş gözlerinden hala yaşlar akıyordu. Uzun sarı saçları karma karışık bir şekilde tepeden topluydu. Evdekiler bile onu nadiren makyajsız görüyordu ama şu an hem makyajsız hem de perişan bir haldeydi. Aden bu kadar güzel, neredeyse kusursuz olan annesinin kendisini güzelleştirmek için neden yapay malzemelere ihtiyaç duyduğunu hiç anlamıyordu. Yüzünün duru ve saf bir güzelliği vardı. Şu an kırmızı ve şiş olan gözleri ve dumandan kararmış rezalet haldeki beyaz geceliği bile bu güzelliği maskeleyemiyordu. Uzun boyu ve iki çocuk sahibi olmasına rağmen, mankenlerinki gibi düzgün bir fiziği vardı.
“Bu nasıl olur anlayamıyorum.” diye ekledi Şermin, ağlamaktan kısılmış sesiyle.
Aden ağzını ve burnunu kapatan oksijen maskesinden dolayı ona cevap veremiyordu, sadece gözlerini açarak ona bakmakla yetindi. Sonra Şermin ağır hareketlerle ayağa kalktı.
“Ben gidip babanla kardeşine bakayım.” dedi ve kapıya doğru ilerledi.
Annesi odadan çıktıktan kısa bir süre sonra kapı açıldı ve kapıda bir hemşire belirdi. Kapının dışındaki birini, “Sadece beş dakika...” diyerek tembihledi ve sonra arkasını dönüp oradan uzaklaştı. Ardından Mert göründü. Aden gözlerini kocaman açarak, yüzündeki maskeyi çıkarıp bir kenara bıraktı ve hızla yattığı yerden doğruldu.
“Senin ne işin var burada?” diye sordu, güçlükle. Konuşurken boğazına dikenler batıyordu. Sadece birkaç kelime konuşmak bile onu yoruyordu. Hali yoktu ve kendisini bitkin hissediyordu. Ama onun bu perişan hali, karşısındakinin umurunda bile değildi. Mert, yüzünde yapmacık ve kibirli bir gülümsemeyle onun yanına yaklaştı. Aden’e olabildiğince yakın bir mesafeye oturdu.
“Geçmiş olsun. Senin için çok üzüldüm, tabi ailen için de...” diye söylendi Mert, alaycı bir tavırla.
“Lütfen git buradan, halimi görüyorsun.” diyerek, onu ikna etmeye çalıştı Aden.
Mert yüzündeki gülümsemeyi aniden yok edip, kaşlarını yakarı kaldırdı.
“Evet. Görüyorum hayatım, çok kötü bir haldesin.” Bir elini uzatıp, Aden’in dağınık olan saçlarını okşamaya başladı. “Çok kötü bir haldesin hayatım. Seni ilk kez bu kadar kötü, bu kadar çaresiz ve bu kadar ezik bir halde görüyorum.” Sonra başını Aden’e biraz daha yaklaştırdı. O yaklaştıkça Aden daha da geriye gidiyordu ama yatağın başlığından dolayı gidecek pek bir yeri kalmamıştı. Sonunda Mert, parmaklarını Aden’in saçlarının arasına sokup sıkıca kavradı ve sert bir şekilde çekerek, başını kendisine olabildiğince yaklaştırdı. “Her şeyin yandı mı?” diye sordu, Aden’in gözlerinin içine bakarak.
Aden yutkundu ve sesindeki titremeyi gizlemeye çalışarak cevapladı.
“Evet... evet... her şey...”
“Emin misin Aden?”
Aden’in tüm vücudunu büyük bir korku sardı. Elleri titriyor, midesi ve suratı yanıyordu. Şimdi çığlık atıp yardım istemesi gerekiyordu ama bunu yapmaya cesaret edemedi. Tıpkı polis memuruna onun adını veremediği gibi. Bunun yerine kendi işini kendi halletmeye çalıştı.
“Bak... Beni rahat bırakırsan istediğini yakın zamanda alacaksın, bana zarar verirsen sana istediğin şeyi veremem.” diye geveledi ama Mert onun bu sözlerini bir tehdit olarak algıladığından dolayı daha çok sinirlendi. Aden’in saçlarını daha da sıktı ve başını ileri geri salladı.
“Sen bana ne demeye çalışıyorsun? Seni küçük orospu... Sana ne istersem yapabileceğimi ve senin de her şartta bana istediğimi vermek zorunda olduğunu çok iyi biliyorsun Aden, öyle değil mi?”
“Tamam... dur lütfen... dur, nefes alamıyorum...” diye mırıldandı Aden. Ama onun bu yalvarışı Mert’i daha çok gaza getirdi. Aden’in saçlarını bırakarak ayağa kalktı ve iki eliyle Aden’in boğazına yapışıp, onu yatağın ayak ucuna doğru yatırdı. Dengesini sağlamak için bir bacağını yatağın üzerine koydu ve Aden’i nefessiz bıraktığından emin olana kadar boğazını sıktı.
“Seni kaltak... Sürtük... O ev yanıp kül olsa da bana paramı vereceksin! ne evin ne ailen ne de sen zerre kadar umurumda değilsiniz, beni anlıyor musun? bana paramı vereceksin!” Mert’in yüzü o kadar korkunç bir hal almıştı ki Aden onun yüzündeki ifadeden, nefessiz kalmaktan korktuğundan daha çok korkuyordu. Bir yandan nefes almaya çalışıyor, diğer yandan da nefessiz kalmasına engel olan bu vahşi ellerden kurtulmaya çalışıyordu. Ama ona karşı koyması imkansızdı. Erkek olması bir yana, vücut çalıştığından dolayı en az üç erkek gücündeydi ve üç erkek bile onunla zor baş ederdi. Aden ne kadardır nefessiz kaldığını bilmiyordu, saniyeleri saymamıştı ama artık nefes ve yemek borusunun kırılacağını, kafasının patlayacağını hissediyordu. Yattığı yerde çırpınıp dururken aniden kapı açıldı ve başka bir genç göründü. Ama Aden şu an etrafında olan hiçbir şeyi algılayamıyordu.
“Babası geliyor, gidelim.” dedi, kapının önünde duran genç. Mert önce ona kısa bir bakış attı. Sonra tekrar Aden’e döndü, nihayet boğazını sıkmayı bırakıp doğruldu ve üstünü başını düzeltti. Aden boğazını sıkan ellerin çekildiğini hissettiği an derin derin nefes alıp vermeye, öksürmeye başladı. Ama doğru düzgün nefes alamıyordu. Dumandan etkilendiğinden dolayı solumu yavaş yavaş düzene girmişti ama biraz önce boğulduğundan dolayı bu kez daha da düzensizleşmişti. Mert tekrar ona doğru eğilip son kez uyardı.
“Eğer paramı bir hafta içinde ödemezsen bir hafta sonra her gün bir parmağını kaybedersin! parmakların bittikten sonra da ellerini... beni anladın mı?”
Aden gözlerini kapatmış, sabırsızca babasının buraya gelmesini bekliyordu. Mert odadan çıkıp kapının önündeki arkadaşıyla beraber oradan uzaklaştığında, nihayet babasının sesini duydu.
“Aden... Kızım... Ne oldu, söyle böyle?” diye sordu Levent, telaşla. Aden’i uzandığı yerden kaldırıp düzeltti ve başını yastığa koydu. Ayaklarını da yatağın diğer ucuna yerleştirirken ekledi. “Sakin ol, geçti. Geçti kızım...”
Levent, Aden’in elleriyle boğazını tutarak derin derin nefes alıp verdiğini görünce, muhtemelen yangından dolayı travma yaşadığını ve hala o anın etkisinde olduğunu düşünmüştü. Böyle düşünmesi iyi olmuştu, Mert’in buraya geldiğini ve onu boğmaya çalıştığını anlamasını istemiyordu. Mert artık onun tanıdığı çocuk değildi. Gerçi her zaman böyleydi, sadece Aden’e gerçek yüzünü göstermemişti. Artık onu kullanamayacağını anladığı zamana kadar. Aden onun tamamen dış görünüşüne aşık olmuştu ve davranışına kapılmıştı. Mert uzun boylu, kaslı bir vücuda sahip olan sarışın, mavi gözlü, gerçek anlamda her genç kızın hayali olan bir erkekti.
Ona dünyadaki tek kızmış gibi davranıyor, etrafında pervane oluyor, o ne isterse fazlasını yapıyordu. Aden’in düşüncesine göre Mert ona çok aşıktı ve tüm bunları onu kaybetmemek için yapıyordu.
Halbuki onu rahatça kullanabilmek için onu elinde tutmaya, kendisine bağlamaya çalışıyordu.
Aden bunu çok geç fark etmişti. Aden’i seçmesinin nedeni annesi kadar saf ve duru bir güzelliğe sahip olmasıydı. Tıpkı annesi gibi uzun boylu, düzgün fizikli, bebek yüzlü, her erkeğin sahip olmak isteyeceği bir genç kızdı. Tüm bu özelliklerini annesinden almıştı. Dış görünüşünde babasının da katkısı vardı ama karakteri, evdeki hiç kimseye benzemiyordu. Annesi, babası ve karakterinin tamamını onlardan alan erkek kardeşi ne kadar egolu, kibirli, aç gözlü ve kurnazsa, Aden o kadar alçak gönüllü ve saftı. Zaten Mert onu bu yüzden kolayca kandırabilmişti. Onu her buluşmalarında en güzel mekanlara götürüyor ve oralarda pazarlıyordu. Ama bunu o kadar kapalı ve o kadar sinsi bir şekilde yapıyordu ki, Aden’in ruhu bile duymuyordu. Bir mekana gidiyorlar, sipariş veriyorlar ve o sırada Mert’in bir arkadaşı tesadüfen oradan geçerken onları görüp içeri giriyor, yanlarına geliyordu. Sonra Mert tuvalete gitmek için yanlarından ayrılarak onu sözde arkadaşıyla baş başa bırakıyordu. Arkadaşı da Aden için gerekli olan parayı Mert’e önceden ödediğinden dolayı, Mert geri dönene kadar Aden onun oluyordu. İlk başta sadece sohbet ediyorlardı. Sonrasında sözde arkadaş Aden’i yumuşatarak güvenini kazanıyor, kıvama getirince cinsel içerikli konular açıyor, sohbet ederek kendisini tatmin etmeye çalışıyordu. Bazen de onu tacizle suçlayamayacağı şekilde Aden’e dokunuyor, elliyordu ama bunları profesyonelce ve hızlı bir şekilde yapıyordu. Bu iş için yanına gelen erkeklerin hepsi Aden’in bu işten habersiz olduğunu bildiklerinden, olabildiğince kendilerini gizlemeye çalışıyorlardı. Bu yaklaşık bir yıl boyunca böyle sürmüştü. Parasını önceden ödeyen yaklaşık atmış tane sözde arkadaş tarafından tacize uğramıştı. Mert ona paralar harcıyor, havalara uçuruyor, mutlu etmek için elinden geleni yapıyordu. Ayrıca hem onunla yatıyor hem de pazarlayarak üzerinden para kazanıyordu. Aden bazen bu olanlardan rahatsız oluyordu ama Mert’in onu çok sevdiğini sandığından, ona bunları hiç anlatmıyordu. Arkadaşlarına zarar verip başını belaya sokmasından korkuyordu. Sonuçta onu arkadaşlarıyla tanıştırıyordu, bu da onun ciddi bir ilişki yaşamak istediğini gösteriyordu. Aden böyle düşünüyordu. Nedense hiçbir zaman Aden’in ailesiyle tanışmayı kabul etmemişti. Bu iğrenç oyunun sona ermesi ise tamamen tesadüfen olmuştu. Bir keresinde Mert’in onu pazarladığı bir genç Aden’e sinirlenmiş ve onun için para ödediğini ağzından kaçırmıştı. Aden bunu duyduğunda başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Duduklarını sindirmesi ve algılaması epey zaman almıştı. Daha sonra tüm bu tesadüf karşılaşmaları, Mert’in tuvalete gidip saatlerce gelmemesini, erkek arkadaşların onunla ettiği cinsel muhabbetleri detaylıca düşününce, Mert’in asıl amacını anlamaya başlamıştı. Sonra Mert’ten ayrılmış, uzun bir süre okula gitmemiş, odasından çıkmamış, depresyonlara girmişti. Sonuçta hayatının aşkı sandığı çocuk onu kandırmış, daha kötüsü onu pazarlamıştı. Aden ondan ayrılınca her şeyin son bulacağını, yavaş yavaş düzeleceğini sanmıştı ama yanılmıştı. Mert onunla barışmak için en ufak bir çaba göstermemişti çünkü barışamayacaklarını çok iyi biliyordu. Bununla zaman kaybetmek yerine onun başına bela olmayı tercih etmişti, her şeyi önceden planlamıştı. Olur da Aden bir gün onu terk ederse diye, Aden ile yattığı zamanlarda gizlice videolar çekmişti. Aden ondan ayrılıp artık ona para kazandırmadığında, Mert ikinci planını devreye sokmuştu ve Aden ile beraber olduğu zamanlarda kazandığı parayı ondan düzenli olarak almak için videolarla ona şantaj yapmıştı. Aden ilk zamanlar deli gibi korktuğundan dolayı ona düzenli olarak para vermişti. Görüştüğü erkek başına düşen 500 TL’yi, iki günde bir ödemek zorunda kalmıştı. Tüm birikimi bittiğinde okul harçlıklarıyla ödemeye devam etmişti. Bir süre sonra da aldığı harçlıklar ne ona ne de Mert’e yetmemeye başlamıştı. Kısa bir süre annesinden ve babasından para aşırmış ancak bu paraların kaybı onların dikkatini çekmeye başlayınca bunu yapmayı bırakmıştı. Artık verecek parası olmadığını söylediğinde ise Mert onu çok fena dövmüştü. Evdekiler, yüzündeki morlukların neden olduğunu sorduklarında ise onlara gıcık olduğu bir kızla kavga ettiğini ve dayak yediğini söylemişti. Onlar da bunun basit bir kız kavgası olduğunu düşünerek üstünde fazla durmamışlardı. Mert, para alamadığı günlerin hesabını yapmıştı ve tüm parayı topluca istiyordu. 25.000 TL. Aden bu parayı ödedikten sonra da bu işin sona ermeyeceğini biliyordu. Bu sadece şimdiye kadar biriken miktardı. Bunu ödese bile Mert ondan iki günde bir para istemeye ve şantaj yapmaya devam edecekti. Aden resmen kapana kısılmıştı. Bazen onu karşısına çıktığı anda öldürmek, ortadan kaldırmak istiyordu. Hatta onu canlı canlı parçalara ayırarak, tüm parçalarını şehrin dört bir yanına dağıtabilirdi. Ama bunu yaparsa ömür boyu hapiste kalacağını biliyordu, orada asla yaşayamazdı. Özellikle de bir pezevenk için hayatını mahvedemezdi. Gidip onu şikayet ederse Aden belki biraz rezil olacak, bir süre dedikodusu yapılacak, utanacaktı ama sonra bunlar unutulacaktı. Tabi şantajın ve gaspın cezasının kaç yıl olduğunu bilmiyordu. Mert hapse girip çabucak çıkarsa, onun başına daha büyük belalar açabilirdi. Bunu da bildiğindne dolayı eli kolu bağlıydı, ondan hayatı boyunca asla kurtulamayacağını çok iyi biliyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder