Aden'in Rüyası (Bölüm 4)


Okan’ı aldıktan sonra akşam yemeği almak için bir pizza dükkanına uğradılar. Akşam yemeklerini Önder olmadan önce yaşlı adam hazırlıyordu ama Önder onlarla beraber yaşamaya başladıktan sonra, bu işi yaşlı adamın elinden almıştı. Yemekleri kendisi hazırlıyordu. Zaten kantinden erken çıktığından dolayı bu onu hiç yormuyor, uğraştırmıyordu. Sadece yemekleri hazırladıktan sonra tekrar şehre gidip Okan’ı almak ve köye geri dönmek biraz yoruyordu o kadar. Psikoloğa gittiği zamanlarda, akşam köye Okan ile beraber döndüklerinden dolayı yemek yapacak fırsatı olmuyordu ve bu günlerde yemeği hazır alıyordu. Tabi parasını Okan’a asla ödetmiyor, ne alıyorlarsa kendisi ödüyordu. Nihayet köye yaklaştıklarında aracı yavaşlattı. Çünkü bu bölgede kar kalınlığı çok fazlaydı ve yol kenarındaki uçurumdan dolayı burada ilerlemek hem zor hem tehlikeliydi. Hava zifiri derecede karanlıktı, yolu yalnızca içinde bulundukları aracın farları aydınlatıyordu. Ama bu farlar, karlarla kaplı orman yolunda önlerini görmeleri için yeteli olmuyordu. Bir süre ilerledikten sonra aracın sağ arka tekeri bir yere saplanıp kaldı. Korktukları başlarına gelmişti. Bu sık sık oluyordu ama bu sorunu çözmesi sadece birkaç dakikasını alıyordu. Gaza yüklendiği zaman aracın tekerleği saplandığı yerden çıkıyor ve araç ilerlemeye devam ediyordu. Ancak bunu bir keresinde yolun virajlı bir kısmında yapmıştı. Aracın tekerleği saplandığı yerden kurtulmuş ve ileri doğru fırlamıştı. Bulunduğu yolda düz mesafe az olduğundan, neredeyse uçumdan aşağı yuvarlanacaktı. O sırada araçta tek başınaydı. Aracın ön sol tekeri yolun kenarındaki boşluktan aşağı sarkarak aracın sallanmasına neden olduğunda, tüm hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmişti. Elbette bu sondu. O günden sonra asla tekeri kurtarmak için gaza basmamıştı. Araçtan aşağı inip tüm gücünü kullanarak arkadan itmişti. Böyle yaptığında araç uçurumdan aşağı yuvarlansa bile bir sorun olmayacaktı çünkü Önder aracın dışında oluyordu. Tek başına gidebilirdi. Şimdi de öyle yapacaktı. Önder araçtan inip kapıyı kapattı ama Okan hala arabanın içindeydi. Önder kapattığı kapıyı tekrar açıp Okan’a baktı. Kendisine yardım etmesini söyledi. Okan gözlerini devirip isteksiz bir şekilde araçtan indi ve aracın arkasına gidip, Önder’e yardım etmeye çalıştı. Birlikte tüm güçleriyle aracı ittiler ama araç yerinden bile kımıldamadı. Tekrar denediler ama yine olmadı. Okan bıkkın bir şekilde Önder’e baktı.
“Sen ciddi misin? bu araba bu şekilde hareket etmez.”
“Bunu birkaç kere tek başıma yaptım, şimdi iki kişiyiz. Hadi, bir kere daha.”
Önder iki elini aracın bagaj kapağına dayadığında, Okan’da isteksizce ellerini bagaj kapağına dayadı. Tüm güçleriyle ittiler. Araç öne ve arkaya doğru sallandı. Bir ara arka tarafı yukarı kalkar gibi oldu ama sonra tekrar olduğu yere gömüldü. Okan iki elini de aşağı indirip Önder e döndü.
“Biz ne yapıyoruz böyle? Farkındaysan işten yeni çıktım ve yorgunum, ama son bana araba ittiriyorsun.”
“Ne yapmamı istersin? Arabayı burada bırakıp köye yürüyerek gidelim. Arabayı da yazın karlar eridiğinde geri döner alırız, ne dersin?” Önder bunları alaycı bir tavırla söylemişti ama Okan bunu pek de umursamadı. “Bu benim değil, senin araban Okan.” diye ekledi Önder.
Okan derin bir iç çekerek ellerini beline dayadı ve arkasını dönüp, başını yukarı kaldırdı. Önder aniden onu omzundan tutup sarstı. Okan ona döndüğünde, Önder işaret parmağıyla yol kenarındaki ormanlık alanda, aracın farlarının aydınlanan kısmı işaret etti.
“Bak, gördün mü?” diye sordu Önder, korkuyla.
Okan onun işaret ettiği yöne dönerek ne olduğunu anlamaya çalıştı.
“Ne neyi gördüm mü? Neyden bahsediyorsun?”
“Orada... Orada bir şey gördüm...”
“Hayal görmüşsündür, korkutma beni...”
“Hayal değildi, ne gördüğümü biliyorum.” dedi Önder, net bir şekilde. “Ben arabaya biniyorum.” diye ekledi ve koşar adımlarla aracın şoför koltuğuna doğru ilerledi. O sırada orman ile yolun bitişiğindeki karların içinden bir ses duyuldu. Sanki biri ya da bir şey karların içinde yürüyerek onlara doğru yaklaşıyordu. Önder kapıyı açmak üzereyken, Okan hızla onun yanına geldi ve kolundan tutup çekiştirerek onu aracın arkasına götürdü.
“İt şu lanet arabayı! Lanet olsun... Burada kalmak istemiyorum.” diye bağırdı ve normal gücünden daha fazla güç kullanarak, aracı itmeye başladı. Önder de onunla beraber araca asıldı ve aynı anda aracı tüm güçleriyle ittiler. Araç birkaç kere ileri geri, birkaç kere yukarı aşağı sallandıktan sonra nihayet tekerlek saplandığı yerden kurtuldu ve araç birkaç santim öne doğru kaydı. Bunu görünce gözlerine inanamadılar. İkisi de koşar adımlarla araca bindiler.
Önder gaza basıp karlı yolda ilerlerken Okan hala söyleniyordu.
“Kahretsin! az kalsın ölecektik. Çok korkunçtu! burada daha önce bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum.”
“Sen bir köy çocuğusun, neden bu kadar korktun ki?”
“Ben köyde büyüyen köy çocuğu değilim, köye sonradan gelmiş bir köy çocuğuyum.” dedi Okan ve Önder’e döndü. “Sen neden bu kadar rahatsın? az kalsın canlı canlı yem oluyorduk.” diye ekledi.
“Yem falan olmayacaktık, sadece arabamızı kurtarmamız gerekiyordu ve kurtardık.”
“Nasıl yani? orada bir şey gördüğünü söyledin, hatta ayak seslerini duyduk.”
“Orada hiçbir şey yoktu. Sadece şaka yaptım.”
“Şaka mı? Sesleri duydum ama...” diye üsteledi Okan.
“Sadece taş attım o kadar. Sakinleş artık, bu kadar korkacağının düşünmemiştim.”
“Böyle şaka mı olur, sen aklını mı kaçırdın? ne halt etmeye çalışıyorsun sen?”
“İnsan korktuğunda, özellikle can söz konusu olduğunda deli kuvvetinde olur. Ben de arabamızı kurtarmak için seni biraz korkuttum o kadar. Bak, işe yaradı. Şimdi evimize gidiyoruz.” dedi Önder, gözlerini yoldan ayırmadan.
“Seni pislik...” diye söylendi Okan, öfkeyle. Bir bakıma haklıydı. O, köye sonradan gelmiş bir köy çocuğuydu. Herkes gibi şehir hayatı yaşama hayalleri kurmuştu ve İstanbul’a gitmişti. Üniversiteyi orada okumuştu ve asıl mesleği inşaat mühendisiydi. Hatta nişanlanmıştı ve hayal ettiği gibi bir hayat yaşamıştı. Ta ki annesi ölene kadar. Annesinin ölümünün ardından babasını yalnız bırakmamak için İstanbul’dan ayrılarak köye, babasının yanına yerleşmişti. Ama burada mesleğini icra edecek bir iş bulamamıştı. Geçici olarak şu an çalıştığı fabrikaya girmiş ve yaklaşık on beş yıldır da orada çalışıyordu, pek geçici olduğu söylenemezdi. Daha sonra nişanlısı bir fabrika işçisiyle evlenmek istemediğini ve köyde asla yaşayamayacağını söyleyerek onu terk etmişti. Bundan dolayı hiç evlenmemişti. Hayata olan tüm inancını yitirmişti ve hiçbir beklentisi yoktu. Değim yerindeyse ot gibi yaşıyordu. İşe gidiyor, eve dönüyor, ay başı maaşını alıyordu hepsi bu. Onun hayatı artık buydu. Aslında aklını kullanarak biraz daha çabalasaydı istediği birçok şeyi elde edebilirdi. Üstelik zeki olduğu kadar çekiciydi de. Nişanlısının onunla aslında zekası ve karakteri için değil, dış görünüşü için beraber olduğunu öğrendikten sonra buna iyice ikna olmuştu, ama bu onun umurunda değildi. Sonuçta nişanlısını dış görünüşüyle elinde tutmayı becerememişti ve bu hayatı kendisi seçmişti. Sonunda eve vardılar. Aracı kapının önünde bırakıp motoru kapattı ve Okan ile beraber araçtan indiler. Anahtarı kontağın üzerinden almamıştı çünkü her zamana böyle yapıyorlardı. Burada araç ya da herhangi bir şey çalınmazdı. İnsanlar evlerinin kapılarını bile kilitlemezdi. Zaten köyde pek fazla yaşayan yoktu, evler birbirlerinden epey uzak mesafedeydi ve burada yaşayanlar da birbirlerini tanıdıklarından dolayı, herkes bir aile gibiydi ve kimse kimseden çekinmiyordu. Gerçi Önder in burada bile insanlara karşı güven duygusunun gelişmesi epey zaman almıştı. Aynı evde yaşadığı iki kişiye yeteri kadar güveniyordu ama dışarıdakilere karşı hala temkinli yaklaşıyordu. Artık eskisi gibi değildi. Kendisini sürekli tehlikede hissediyordu ve sürekli, olası tehlikelere karşı tetikte bekliyordu. TSSB (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) yaşıyordu ve psikoloğa gitmeden önceki yaşadığı tüm sıkıntılar bundan kaynaklıydı. Hala iyileşmiş sayılmazdı. Sürekli içi sıkılıyordu. Acaba bugün ne olacak diye bekliyordu ama kötü hiçbir şey olmuyordu. Bu durum onu biraz olsun rahatlatsa da tamamen güvende hissetmesini sağlayamıyordu. Çevresinde onu ilgilendirmeyen birçok olumsuz durum gerçekleşiyordu ama sonuçta onu ilgilendirmiyordu. Bir sene öncesine kadar gördüğü tüm sorunlara karışır müdahale ederdi. Bu durum polisliğin onda geliştirdiği bir dürtüydü. İçgüdüsel bir hareketti. Ama bu davranışından dolayı meslekten ihraç olduğundan, bundan sonraki hayatı için aldığı en kritik ve önemli karar, artık ne olursa olsun onu ilgilendirmeyen işlere asla karışmamaktı. Bu, hayatında yaptığı en büyük ve en önemli değişiklikti. Tabi bu karar ilk başlarda onu epey zorlamıştı. Etrafında müdahale edebileceği kötü olaylar yaşanıyor ama o hiçbir şey yapmıyordu. Bir keresinde gözlerinin önünde bir kadın gasp edilmişti, ama o durup gaspçıların yerde hırpaladığı genç kadını seyrettikten sonra arkasını dönüp oradan uzaklaşmıştı. Bundan sonra hiçbir şeye karışmayacaktı, bunun için kendisine söz vermişti. Aldıkları pizza buz gibi olmuştu.
Yol uzun olduğundan zaten soğuyacaktı ama yolda kaldıkları ve aracı çalıştırmak için çabaladıkları süre içinde daha da soğumuştu. Neyse ki evdeki soba yanıyordu, pizzaları kutularıyla beraber sobanın üzerine koyup, üzerindeki montunu çıkardı ve evin dış kapısının üzerinde bulunan askılığa astı. Sonra sobanın yanına geçip ısınmaya çalıştı.
O sırada yaşlı adam da önce demlediği çayı, sonra da çay bardaklarını ve çay şekerini getirip oturma odasındaki masanın üzerine bıraktı.
Ev atmış metre kare, iki odalı bir evdi. Bir oda oturma, bir oda da yatak odasıydı. Yatak odasında Hakan, salondaki koltuklardan birinde ise Okan yatıyordu. Önder onlarla yaşamaya başladıktan sonra da pek bir şey değişmemişti. O da oturma odasındaki başka bir koltukta yatıyordu. Ev ne kadar küçük olsa da onlara fazlasıyla yetiyordu, hem kış aylarında ısınması da daha kolay oluyordu. Yaşlı adam yatak odasında iki kat yorganın altında anca ısınıyor olsa da Okan ve Önder, oturma odasında soba yandığından dolayı daha kolay ısınıyorlardı. sadece sabahları donuyorlardı ama bu onlara pek fazla etki etmiyordu. Evdeki işlerini hallettikten sonra şehirdeki işlerine gidiyorlardı. Ama Okan evden çıkmadan önce babası için sobayı yakıp, o uyanana kadar evin ısınmasını sağlıyordu. Önder yangın çıkması veya yaşlı adamın zehirlenmesi ihtimalinden dolayı bunu yapmamasını defalarca söylemesine rağmen, Okan bunu her zaman yaptığını ama bir şey olmadığını söyleyerek yapmaya devam ediyordu. Şimdiye kadar bir şey olmamıştı ama Önder yanan bir sobanın bulunduğu evde, uykuda olan yaşlı adamı tek başına bıraktığından dolayı aklı hep evde kalıyordu. Yaşlı adam uyanıp Önder’i arayana kadar da onu hiç aklından çıkarmıyordu. Onu yanan sobayla evde tek başına bırakıp gittikleri için aklının sürekli onda olduğunu ve bu yüzden uyandığında ilk iş olarak kendisini aramasını rica etmişti, bu yüzünden de yaşlı adam uyanır uyanmaz Önder i arayıp her şeyin yolunda olduğunu haber veriyordu. Yaşlı adamla aralarındaki baba-oğul gibi olan bu bağ Önderin hoşuna gidiyordu. Okan da her ne kadar babasına ilgi gösterse ve hayatını onun için feda etmiş olsa da Önder kadar ince düşünemiyordu. Çünkü Önder gibi paranoyak ve takıntılı değildi, psikolojik bir hastalığı yoktu, depresyonu atlatalı da yıllar olmuştu. Bununla beraber Önder köydeki diğer insanların aksine geceleri yatmadan önce evin giriş kapısını ve tavuk kümesine açılan mutfaktaki kapıyı sıkı sıkı kilitliyor, camları kapatıyordu. Bunu yaz kış yapıyordu. Hatta pencerelere çocuk emniyet kildi almış ve tahta olan çerçevelere bu kilitleri takmıştı. Okan ve babası, Önder in bu hareketlerini ne kadar tuhaf karşılasa da onun polislik zamanında, özellikle de son zamanlarda yaşadıklarını bildiklerinden dolayı ona engel olmamışlar, kendi haline bırakmışlardı. Ama Önder bununla da kalmamıştı. Köy tavuklarının etrafta dolaşmaları gerektiğini ve evlerini bildikleri için kaybolmayacaklarını, ayrıca köyde onları çalacak kimsenin olmadığını bilmesine rağmen tavukların kendi alanlarından uzaklaşmamaları için kümesin etrafına çit çekerek onlara küçük bir bahçe yapmış, dışarı çıkmalarını engellemişti. Kümes kapısına asma kilit için aparat yaparak, geceleri yatmadan önce kümesi kilitlemeye başlamıştı. Ayrıca ahırdaki büyük baş hayvanlar boyunlarından zincirlerle bağlı oldukları halde, ahırın kapısına da asma kilit aparatı takmış ve orayı da kilitlemeye başlamıştı. Okan ve babası hayvanlar için alınan bu önlemlerden sonra Önder’in eve yaptıklarını aslında onların can güvenliği için değil, tamamen kafadan çatlak olduğu için yaptığını düşünmeye başlamışlardı. Bu durum onlara ilk zamanlar çok tuhaf gelse de zamanla onun bu paranoyak hareketlerine alışmışlar ve köy yerinde tuhaf karşılanan bu sıra dışı güvenlik önlemleriyle yaşamaya alışmışlardı. Herkes halinden memnundu. Pizzalarını yedikten sonra çaylarını içerek ısınmışlar ve sonra Okan ile babası yataklarına geçmişti. Önder ise önce ahır ile kümesi, sonra da evin pencerelerini ve kapılarını kilitleyip kendi yatağını hazırladı. Normal zamanda oturup televizyonda haberlere bakarlar, belgesel programları ya da yabancı filmler izleyerek vakit geçirirlerdi ama kış aylarında anten çalışmadığından, televizyonda tek bir kanal bile çekmiyordu. Bu yüzden günlerinin nasıl geçtiğine dair kısa bir muhabbet ettikten sonra herkes erkenden yataklarına gidiyordu. Önder’de yatağına girip, rahat bir uyku için vücudunu serbest bırakıp gevşemeye çalıştı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aden'in Rüyası (Bölüm 1)

Aden'in Rüyası (Bölüm 2)

Aden'in Rüyası (Bölüm 30)