Aden'in Rüyası (Bölüm 7)
Gözlerini açar açmaz yataktan fırladı. Ayakta, olduğu yerde öylece kala kaldı. Etrafına bakarak önce nerede olduğunu, sonra da biraz önce neler olduğunu algılamaya çalıştı. Derin derin nefes alıp veriyor, aynı anda boğazını tutuyordu. Sanki biri uzun süre boğazını sıkmış, onu nefessiz bırakmıştı. Ama kaldığı odada onu boğacak kimse yoktu. Odada sadece erkek kardeşi vardı, o da uykudaydı. Hızla pencereye yönelip camı açtı ve derin derin buz gibi ve temiz havayı soludu. Bu onu yavaş yavaş kendine getirmeye başlamıştı. Artık neler olduğunu algılayabiliyordu. Polislerin onları yerleştirdiği pansiyondaydı ve biraz önce yaşadığını sadığı şey aslında bir kabustu. Bunu hemen yazmalıydı ama yanında hiçbir şey yoktu. Evleri polis tarafından hala mühürlü olduğundan henüz evlerine girememiş, hiçbir eşyalarını alamamışlardı. Babası bugün izin alacak ve annesiyle beraber eve giderek bazı kişisel eşyaları alacaklardı. Aden’de onlarla gitmek için yalvarmış, güçlükle izin alabilmişti. Çünkü defteri odasında, yatağının altındaydı. Oraya bakmak kimsenin aklına gelmezdi. Ayrıca onu annesiyle babasından da isteyemezdi çünkü meraktan açıp okuyabilirlerdi. Bunca olayın üstüne onlarla tekrar tartışmak istemiyordu. Annesi rüyalarını yazmayı bıraktığını sanıyordu. Tabi son yaşanan olay buna hala devam ettiğinin bir kanıtıydı. Ama en azından rüyasında kanser hastası olduğunu gördüğünden dolayı kırmızı reçeteli ilaçlar kullandığını, bir kedinin kuyruğunu yaktığını, örümcek yediğini, en önemlisi de rüyasında üniversiteden otuz yaşında mezun olduğunu gördüğünden dolayı kasten sınıfta kalarak okulunu uzatmaya çalıştığını bilmiyordu. Bunları öğrenmesi çok korkunç olurdu. Bu yüzden onlarla beraber gidecek ve defterini kendisi alacaktı. Ama şu an detaylarını unutmadan, biraz önce gördüğü rüyayı yazmalı ve uygulama için plan yapmalıydı. Bu kez plan yapmak zorundaydı, eski zamanlarda olduğu gibi... Çünkü bu rüya gelişi güzel uygulanacak bir rüya değildi. Başına büyük dertler açabilecek bir rüyaydı. Bu yüzden arkasında hiçbir iz bırakmamalıydı, bu işi tertemiz bir şekilde halletmeliydi. Pencerenin önünden ayrılıp kapıya yöneldi. Kapıyı açtığı sırada kardeşinin sesini duydu.
“Abla, nereye gidiyorsun?”
“Tuvalete gidiyorum.” dedi Aden, fısıldayarak. Annesinin yandaki odadan onun sesini duyacağını düşünüyordu.
“Odada tuvalet var zaten.” dedi Bora, yattığı yerden doğrularak. Aden derin bir iç çekip, dişlerini sıkarak söylendi.
“Sana ne? yat yerine, sakın anneme bir şey söyleme!”
Sessizce odadan çıkıp kapıyı kapattı. Koridorda sağına soluna bakındı ve koşar adımlarla merdivenlere yöneldi. Alt kata inip, danışma masasındaki yaşlı kadından bir kâğıt ve kalem istedi. Yaşlı kadın son derece uyuşuk ve umursamaz tavırlarla, masanın altında bulunan çekmecelerden birini açıp karıştırdı. Sonra ona bir fiş ve neredeyse birkaç damla mürekkep kalmış bozuk bir kalem uzattı. Aden fiş ile kaleme baktıktan sonra, buradakilerin kayıtla ve yazı işleriyle o kadar ilgilenmediklerini anladı. En azıdan işini görürdü. Fişle kalemi pijamasının kol kısmının içine saklayarak yine koşar adımlarla üst kata çıktı ve odasına girdi. Bora ablasının dediğini yapmış ve tekrar yatıp uyumuştu. Ya da uyuma numarası yapıyordu. Zaten başka işleri yoktu, okula bile gidemiyorlardı, uyumaktan başka ne yapabilirlerdi ki? Aden yatağının ayak ucuna oturup, fişin arka kısmını çevirerek duvara dayadı ve zorlanarak da olsa yazmaya başladı. Duvarlar bozuk olduğundan yazısı yamuk yumuk oluyordu, kâğıdın yırtılmamasını umuyordu. Defterini geri alınca tüm yazdıklarını oraya geçirecekti. Bu yüzden kötü yazması o kadar da önemli değildi.
Sevgili günlük,
Dün gece rüyamda birini öldürdüm. Bu rüya bir mesaj mı? Yoksa zihnimin laneti mi? Bunu sormamın saçma olduğunu biliyorum ama sence ne yapmam gerek? onu öldürmeli miyim biliyorum. Bence öldürmeliyim, aksi halde başıma çok korkunç şeyler gelebilir. İnsanlara zarar vermemek gerektiğini biliyorum ama bazı konularda bencil olmak gerektiğini de bekliyorum. Sonuçta dünyada herkes kendisi için yaşar ve kendisi için ölür, öyle değil mi? herkes kendi iyiliğini düşünür. Eğer kendi iyiliğimi istiyorsam onu öldürmek zorundayım. Başkası için kendime zarar veremem! hele ki düşmanım için... neden onu düşüneyim ki? o beni öldürmeye çalıştı ve yok olmadığı sürece bana zarar vermeye devam edecek. Bunu hep istiyordum, onu yok edip kendimi kurtarmayı... bu isteğim de bu rüyanın aslında bir mesaj olduğunu gösteriyor. Belki de Tanrı, bana kendimi kurtarmam için izin veriyordur. Belki de...
Aden durdu çünkü yer kalmamıştı. Yazıları o kadar küçük yazmıştı ki kendisi bile güçlükle okuyordu, ama bunu defterine geçirdiğinde hem daha düzenli olacak hem de devamını yazabilecekti.
Kâğıdı katlayıp olabildiğince küçülttü ve pantolonunun cebine sıkıştırdı. Sonra elindeki bozuk kalemi camdan aşağı attı. Artık ona ihtiyacı olmayacaktı çünkü burada geçirdikleri son geceydi, akşama doğru köydeki evde olacaklardı. Bunun için sabırsızlanıyordu, tabi rüyasını gerçekleştirmek için de... rüyasında Mert’i öldürdüğünü görmüştü. Ona yapmayı en çok istediği şeyi yapmıştı. Onu canlı canlı parçalara ayırmış, kafasını koparmış ve tüm parçalarını şehrin dört bir yanına dağıtmıştı. Bunun düşüncesi bile korkunçtu ama bir o kadar da rahatlatıcıydı. Sonuçta Mert onun düşmanıydı ve yapmadığı adilik kalmamıştı. Ona neredeyse her türlü işkenceyi ve eziyeti yapmıştı. Hepsinden de önemlisi onu satmıştı. Daha kötü ne olabilirdi ki? Ona asla acımayacaktı. Tanrı ona rüya ile bir mesaj göndermiş ve ona bunu yapması için izin vermişti. Kimse buna engel olamayacaktı. Kimseden korkacak ya da izin isteyecek değildi. İntikamını bu şekilde alacaktı. Zaten onun gibiler yaşamayı değil, en acı verici şekilde ölmeyi hak ediyorlardı. Aden’in düşüncelerini, yan odadaki annesiyle babasının bağırışları bozdu. Aden anında irkildi. Koşarak odalarının arasındaki duvara kulağını dayadı ve neden bağırarak konuştuklarını anlamaya çalıştı ama hiçbir şey anlayamadı. Sonra Bora’ya bakıp uyuduğuna emin oldu. Odadan çıkıp annesiyle babasının odasının kapısına yaklaştı ve kulağını kâğıda dayadı. Konuşmaları en başından duyamamış olsa da tartışma konusunu anlamıştı, annesinin mücevherleri... Babası ellerinde nakit para kalması için bankadaki parayı harcamak yerine annesinin mücevherlerini bozdurmayı teklif etmiş, annesi de buna delirmişti. Onları bozdurmak istemiyordu, onları takıp insanlara gösteremeyecekse onları satın almanın ne anlamı vardı ki? Onları bir gün evleri yanarsa diye bozdurmak için almamıştı sonuçta, gösteriş yapmak için almıştı ve her şey amacına göre kullanılmalıydı. Babası onu ikna etmeye çalışsa da anneni geri adım atmıyordu. Onların elinden alınması için önce cesedinin çiğnenmesi gerektiğinden falan söz ediyordu. Annesi onları köyde kime gösterecekti anlayamamıştı. Tavuklara mı, ineklere mi? Yoksa hayatında gram altından başka bir değerli eşya görmemiş olan köylülere mi? Her ne ise... sonuçta onları vermeyecekti. Babası onu ikna edemeyeceğini anlayınca susmayı tercih etmişti. Ama annesi hala kendi parası ile satın aldığı mücevherleri böyle bir şeye harcamak için nasıl istediğini anlayamadığını söyleyerek, babasının başının etini yemeye devam ediyordu. Babası için değil ama annesi için senin paran benim param, senin malın benim malım meselesi vardı. Evlilik böyle bir şey değildi. Ama annesi kendi köyünde, kendi mesleğine sahip olan ve kendi parasını kazanan ilk kadın olduğundan bunu fazlasıyla önemsiyordu. Evliliği pahasına. Çocukları ya da kocası umurunda değildi. Sonuçta kendisi çalışıp kendisi kazanmıştı. Aden annesinin kendi kendine konuşmalarını dinlerken omzuna dokunan bir elle aniden irkildi. Başını çevirdiğinde karşısında genç bir kadın gördü. Kadın kaşları çatık bir şekilde ona bakıyordu.
“Ne yaptığını sanıyorsun sen? başkasının kapısını dinlemeye utanmıyor musun?” diye sordu kadın, buz gibi bir sesle.
Aden sağa sola bakındıktan sonra fısıldayarak cevap verdi.
“Bu sizi hiç ilgilendirmez hanımefendi! Onlar benim annemle babam. Ben de...”
“Eğer uzaklaşmazsan kapıyı çalıp onları dinlediğini söylerim.” diyerek onu tehdit etti kadın, kendinden emin bir şekilde. Başkalarının özle hayatını koruyarak iyilik yapmaya çalışıyormuş gibi değil de sanki kendisini rahatlatmak için birilerinin canını sıkarak olay çıkarmaya çalışıyormuş gibi bir hali vardı. Aden dudağını ısırıp bir süre ona baktıktan sonra tek kelime etmeden arkasını dönüp odasına girdi. Orospu... şıllık... ne halt ettiğimden sana ne acaba? diye söyleniyordu kendi kendine. Yatağına oturup eve gidecekleri zamanı bekleyerek, gördüğü rüyayı uygulamak için kafasında planlar yapmaya çalıştı ama böyle durup düşünürken aklına hiçbir şey gelmiyordu. Yazarak düşünmeliydi. Planını daha sonra detaylıca yazarak yapacaktı. Sonunda annesi kapıyı açıp başını içeri uzattı, eve gitmek için hazırlanmasını ve aşağı inmesini söyledi. Aden heyecanla hazırlanıp aşağı indi ve hep beraber bir taksiye binip yola çıktılar. Siteye girdiklerinde, dairelerinin bulunduğu bloğun önünde bir polis aracı ve bir nakliye kamyonu gördü. Bir memur ekip aracında otururken, diğer memur ve nakliye kamyonundan inen bir adam onlarla beraber daireye çıktılar.
Memur, üzerine Olay yeri-Girilmez yazılı şerit çekilen kapının üzerindeki mührü çıkardı ve elindeki anahtarla kapıyı açıp, içeri girmeleri için onlara yol verdi. Aden, annesi ve babasıyla eve girerken nakliyeci de onların valizlerini hazırlamaları için kapının önünde, polis memuruyla beraber bekledi. Aden içeri girdiğinde, eve hala hakim olan yanık kokusu ciğerlerine işledi.
Bu kokuyu alır almaz o gece yaşananlar film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Salon taraftaki koridorun tam ortasına salona girilmemesi için bir polis şeridi çekilmişti.
Buradan salonun yalnızca bir kısmını görebiliyordu. İçerisi simsiyahtı. Tüm eşyalar yanarak küle dönmüştü. Aden arkasında birinin olduğunu hissetti. Başını çevirdiğinde, hemen arkasında duran ve öfkeli gözlerle onunla aynı yere bakan annesini gördü. Şu an gerginlik çıkmasını istemiyordu. Arkasını dönüp koşar adımlarla odasına gitti ve defterini almak için yatağının altına eğildi. O an başından aşağı kaynar sular döküldü. Defteri orada değildi. Hızla ayağa kalkıp kendi etrafında bir tur attı ve başını ellerinin arasına aldı. Gardırobunun içine, yatağının yanındaki komodinin çekmecelerine, çalışma masasının üzerinde ve çekmecelerine baktı. Hiçbir yerde yoktu. Gerçi buralarda olması mümkün değildi çünkü onu yatağının altından başka bir yere koymuyordu. Nereye kaybolmuş olabilirdi ki? Annesi almış olamazdı çünkü evden onunla çıkmış, onunla beraber girmişti. Belki de polisler almıştı. Ama onların asıl görevi yangın ve olay yerinin incelenmesiydi. Aden’in odasında ne işleri olacaktı ki? Üstelik onu bulmuş olsaydılar Aden’i çoktan göz altına alırlardı. Başka birisi de almış olamazdı. Hem ev mühürlenmişti hem de Aden’in yatağının altında bir defter sakladığını kim nereden bilecekti? Defteri resmen buhar olup uçmuştu. Dalgın gözlerle etrafa bakınırken, Dün gece gördüğü rüyasını yazdığı fişi çıkarmak için elini pantolonunun cebine attı. Sonra diğer cebine, sonra arka ceplerine... hızlı ve telaşlı hareketlerle ceplerini kurcaladı. Kâğıdı çok küçük katlamıştı, ceplerinde köşelere saklanmış olabilirdi ama hayır. Kâğıt cebinde değildi. Onu kesinlikle bir yerde düşürmüş olmalıydı ama nerede? Bu da mantıksızdı. O kâğıdı cebine koyduktan sonra pantolonunu yanından hiç ayırmamış, pansiyondan çıkarken ilk iş olarak o pantolonunu giymişti. Kâğıdın hala cebinde olup olmadığını kontrol etmemişti çünkü kaybolacağını hiç düşünmemişti. Tabi gizli bir güç gelip onu gözünün önünde oradan almadıysa... Düşünceli bir şekilde odanın içinde volta atarken babasının sesini duydu. Başını çevirdiğinde, babasının kapının önünde durmuş ona baktığını gördü.
“Tatlım... Eşyalarını hazırla, memur beyi fazla bekletmeyelim.”
Aden anlamamış gözlerle babasına bakarken, babası konuşmasını tamamlayıp çoktan oradan uzaklaşmıştı. Sonunda kendisini toparladı ve gardırobunun üzerinde duran iki valizini alıp eşyalarını toplamaya başladı. Buradan sadece kısa süreliğine gideceklerdi ama Aden sanki kalıcı olarak gideceklermiş gibi hazırlandı. Köye gittiklerinde, orada olabildiğince uzun süre kalmak için her şeyi yapacaktı. Kendisi hazırlıklı olduğundan bu uzun tatil onun için sorun olmayacaktı, ama diğerlerinin bundan haberi olmadığından onlar kısa süreliğine idare edecek kadar eşya almışlardı. Tabi annesinin kısa süreli tatil hazırlığı bile epey yüklü oluyordu. Giysileri, saç, yüz ve vücut bakım ürünleri, makyaj malzemeleri... İşin garip tarafı yanına aldığı her şeyi hiçbir zaman kullanamıyordu, sadece belki lazım olur diyerek alıyordu ama hiç olmuyordu. Bu yüzden uçakla gittikleri tatillerde her zaman fazladan bagaj ücreti ödüyorlardı. Aden yanına gardırobundaki kışlık giysilerinin neredeyse yarısını aldı. Yazın da orada olurlar mı bilmiyordu ama bütün kışı orada geçirecekleri kesindi. Saç düzleştiricisini, okul çantasını, defter ve kitaplarını, en sonunda cep telefonunu aldı. Dizüstü bilgisayarını da almaya yeltendi ama köy yerinde lazım olacağını pek sanmıyordu, hatta cep telefonunun bile... Oraya en son gittiklerinde telefon çekmiyordu ama şu an ne durumda olduğunu bilmiyordu. Her ihtimale karşı yanına aldı. Valizlerini güçlükle sürükleyerek evin sokak kapısına doğru götürdü. Nakliyeci adam onun elindeki valizleri alıp asansöre doğru ilerlerken, babası da elinde başka valizlerle onun peşinden gitti. Polis memuru, Aden ile annesinin çıkmasını bekliyordu. Aden kapının önünde dururken annesi de nihayet göründü. Kan çanağına dönmüş gözlerle kapıya doğru ilerlerken Aden’in yüzüne bile bakmadı. Muhtemelen küle dönmüş salonu biraz daha izleyerek ağlamış, sonunda çıkması gerektiğini anlamıştı. Aden de bıkkın bir şekilde annesinin peşinden asansöre doğru ilerlerken, polis memuru kapıyı kilitleyip olay yeri şeridini yerine yapıştırdı. Geldikleri taksiye binerek, pansiyona dönmek için tekrar yola koyuldular.
Yorumlar
Yorum Gönder