Aden'in Rüyası (Bölüm 11)


Babası temizlik malzemesi almak için şehir merkezine gittiğinde, evde annesiyle ve kardeşiyle yalnız kalmıştı. İkisi de uyanmıştı ama annesi hala yatıyordu. Bora ise odasına gitmiş, valizinin kilidini açmaya çalışıyordu. Onlara sabah kapılarına gelen polislerden bahsetmemişti. Annesinin soru bombardımanına detaylı cevaplar vererek onu bilgilendirmeye hali yoktu. Ayrıca annesi yine kavga çıkacaktı. Buna artık katlanamazdı. Şu an tek istediği eve temizlik yaparak kafasını dağıtmaktı. Babası geri döndüğünde arabanın bagajı neredeyse doluydu. Hem temizlik malzemeleri hem de yiyecek alışverişi yapmıştı. Dün akşam buraya geldiklerinden beri hiçbir şey yememişlerdi. Şu an açlıktan midesi kazınıyordu. Annesi nihayet kısa süre de olsa depresyondan çıkmaya karar verdi ve yattığı yerden kalkıp, kahvaltılık malzemelerini küçük saklama kaplarına koyarak küçük bir kahvaltı sofrası hazırladı. O sırada Aden kahvaltı edecekleri masayı temizliyor, babası da piknik tüpünde çay yapıyordu. Şu an boş boş oturan sadece Bora’ydı. Şebeke olmadığından dolayı çekmeyen telefonunun ekranında hızlı hızlı parmaklarını gezdiriyordu. Telefonunda bulunan ve internet gerektirmeyen dandik oyunlardan birini oynuyor olmalıydı. Aden ona bulaşmak istiyordu. Ona telefon hakkında tek bir kelime ederse hemen kavga çıkıyordu. Annesine katlanamadığı gibi ona da katlanamıyordu. Bu yüzden ona da bir şey söylemedi, yardım istemedi. Kahvaltılarını ettikten sonra herkes işe koyuldu ve eve derin bir temizlik yaptılar. Her yeri güzelce temizlemişlerdi ama mobilyaların üzerine serili olan ve yıllar içinde kararmaya başlayan örtüleri yıkayacak durumda olmadıklarından, annesi hepsini çöpe atmıştı. İyi haber, babası bir çamaşır, bir bulaşık makinası ve bir buzdolabı almıştı. Hepsi birkaç gün içinde gelecekti. Evde tüplü televizyon olduğundan dolayı televizyon almamıştı ama televizyonun çalışıp çalışmadığı bile belli değildi. Tabi bir de elektrikli süpürge... Bankadan, günlük limitini aşacak kadar para çektiğinden dolayı elektrik süpürgesi alamamıştı. Ama belki daha sonra onu da halledebilirdi. Buraya yerleştikten sonra annesiyle babası işe, Aden ile Bora’da okuluna dönecekti. Tabi annesinin işe devam etmesi için kendini iyice toparlaması gerekiyordu. Bu halde hiçbir şey yapamazdı. Her şey planladığı gibiydi ama Aden okula gitmek istemiyordu. Hem evleri yandığından dolayı herkes onunla konuşmaya çalışıp boğucu sorular soracaklar hem de Mert’in kaybından dolayı peşini bırakmayacaklardı. Özellikle Mert’in iki köpeği. Onu asla rahat bırakmayacaklardı. Buna emindi. Ama okula gitmemek için annesiyle babasına nasıl bir bahane uyduracağını, onları nasıl ikna edeceğini bilmiyordu. Evde kalmasına asla izin vermezlerdi. Ev işlerini bahane edebilirdi. Çok yorulduğunu ve bugün evde kalıp dinlenmek istediğini söyleyebilirdi. Üstelik banyo bile yapamamıştı. Üstü başı kir içindeydi. Annesi için bu okula gitmesine engel değildi. Ama annesi için hem ev işlerinden dolayı yorulması hem de üç gündür banyo yapmamıştı, bu onun işe gitmesine engeldi. Aklında olanı yapmıştı ama ne annesini ne de babasını buna bir türlü ikna edememişti. Ama bu onun için sorun olmadı, diğer planını uygulayacaktı. Hazırlanmak için odasına gitti. Üzerini değiştirip kırmızı reçeteli ilaçlarını içti ve son olarak çantasını hazırladı. Ama çantasına defter ve kitap koymamıştı, onlara ihtiyacı olmayacaktı çünkü babası onu kampüse bırakıp gittiğinde Aden’de gidecekti, okula girmeyecekti. Okul çıkış saatine kadar dışarıda olacağından dolayı yanına kredi karlarını aldı. Üzerini ise sıkı sıkı giyindi. Atkısını ve beresini de yanına aldı. Çünkü dışarısı dondurucu derecede soğuktu ve lapa lapa kar yağıyordu. Normal zamanlarda arabadan inip direk okul binasına girdiğinden ve soğuğa fazla maruz kalmadığıdan dolayı yanına atkı ve bere almıyordu. Bu yüzden onları şimdi alması babasının dikkatini çekebilir, ondan şüphelenebilirdi. Bu yüzden onları çantasının içine koydu. Babası arabayı çalıştırmış onu bekliyordu. Aden ön yolcu kapısını açıp arabaya bindi ama babası onu fark etmemişti. Gözlerini, karşıda bulunan ve evlerine neredeyse elli metre uzaklıktaki eve dikmiş, oraya bakıyordu.
“Baba...” diye seslenerek, onun dikkatini dağıttı Aden. Babası ifadesiz bir suratla ona döndü.
“O evdekilerle hala konuşuyor musun?” diye sordu, donuk bir sesle.
Aden dudağını büktü.
“Daha dün geldik, gidip onlara merhaba demeye fırsatım olmadı.”
“Artık onlarla konuşmanı istemiyorum. Senin de Bora’nın da...”
“Neden?” diye sordu Aden, merakla. “Okan abi o kadar önemli değil ama Hakan amcayla neden konuşmayayım?”
“İzin vermiyorum, nedeni bu. Artık ikinizi de onlarla konuşurken görmeyeceğim. Bir de orada kalan diğer adamla.”
“Diğer adam mı? Başka bir akrabaları da mı onlarla yaşamaya başlamış?”
Babası gaza basıp ilerlemeye başladı.
“Bilmiyorum. Bu konu burada kapansın!” dedi net bir şekilde. Aden cevap vermeden önüne döndü. Yolda ağır ağır ilerliyorlardı. Keskin virajlar vardı ve yolun bir tarafı ormanlık alanken, diğer tarafı uçurumdu. Normalde bu kadar yavaş gitmelerine gerek yoktu, babası usta şofördü ama yoğun kar yağışından dolayı yolda ilerlemek zordu ve yollar kaygandı. Yol kenarındaki birkaç Santimlik bariyerler bile onların uçurumdan aşağı yuvarlanmalarına engel olmazdı. Ayrıca kar kalınlığı çok fazla olduğundan araç sağa sola sallanıyor, güçlükle ilerliyordu. Altlarındaki araba bir Jeepti ve kış ayında, karın bu kadar yoğun olduğu bir köy yerinde kullanmaya hiç uygun değildi. Burada kalıcı olarak yaşasaydılar belki arabalarını satıp yerine bir arazi aracı alabilirlerdi. Ama annesi o arabaları hayatta kullanmazdı. Görüntü olarak kaba olduklarından, annesi o arabaları çok çirkin buluyordu. Ayrıca annesine göre onlar erkek arabasıydı. Onun gibi asil bir kadına yakışmayacak türden çirkin arabalardı. Ama gel gör ki kendisini o kadar büyük ve önemli gören kibirli annesi, bir köy evinde yaşamaya mecbur kalmıştı. Bu hayatta hiçbir şeyin varlığına güvenilmemesi gerektiğini bir türlü anlayamıyordu, ama şimdi anlamış olmasıydı. Kampüse vardıklarında, babası arabayı durdurup Aden’e döndü.
“İyi dersler.” dedi, soğuk bir tavırla. Aden’de babasının yanağına bir öpücük kondurup, zorla da olsa gülümsedi.
“Teşekkür ederim baba, sana da bol sabır diliyorum.” dedi ve arabadan indi. Babasının onu kampüse girerken görmesi için biraz yürüdü. Arabanın yolda ilerleyen lastiklerin sesini duyunca durup arkasına baktı, babası uzaklaşıyordu. O da geri dönüp kampüsten uzaklaştı. Neyse ki hava soğuk olduğundan dışarısı boştu, onun buraya geldiğini kimse görmemişti. Yakınlarda bir yerde bulunan bir kafeye gidip oturdu. Fazla uzaklaşmak istemiyordu çünkü hem dışarısı çok soğuktu hem de akşam babasının gelme saatine yakın okula yetişmeliydi. Burası iyiydi ama saatlerce burada oturması için sürekli bir şeyler sipariş etmeliydi. Kredi kartı babasına aitti ve her harcamada telefonundaki mobil bankacılık uygulamasına bildirim gidiyordu. Babası harcamaların yapıldığı saatlere baktığında onun aslında okulda olmadığını anlayacaktı. Bu yüzden kafasında birkaç tatlı ve birkaç içecek belirleyerek, hepsinin ödemesini tek seferde yaptı ve kasiyere bunları parça parça istediğini söyledi. Babası bu kadar tatlı ve kahveyi ne yaptığını sorduğunda verecek cevabı şimdiden hazırdı. Arkadaşlarıyla pastaneye gitmişlerdi ve hesabı o ödemişti. Ama burada da bir sorun vardı. Aden’in hiç arkadaşı yoktu ve annesi de babası da bunu biliyordu. Şimdilik bu düşünceleri kafasından atarak, burada geçireceği saatlerin tadını çıkarmaya baktı. Garson kız onun ilk tatlısını ve kahvesini getirdi. Bir porsiyon pankek ve bir frençpires dolusu filtre kahve, yanında da süt köpüğü. Aden kahvesinin demlenmesini beklerden pankekinden bir parça aldı. Çiğnemeye başladığında, karşısındaki ve yanındaki sandalyeler çekildi ve masasına iki tane genç oturdu. Aden onları gördüğü an donup kaldı. Pankeki hala ağzındaydı ve onu tam olarak çiğneyememişti. Bütün olarak yutmaya çalıştı ama bu kez de yemek borusunda takılıp kaldı. Gençlerden biri telaşla frençpiresteki hala demlenmemiş olan kahveyi süzerek, birazını bardağa boşalttı ve ona uzattı. Aden kahveden bir yudum alarak boğazına takılan lokmayı yutmaya çalıştı. Birkaç yudumdan sonra nihayet rahatlamıştı. Göz ucuyla masasındaki gençlere bakarken yanında oturan kıvırcık saçlı, suratını büzerek söylendi.
“Az kalsın ölüyordun Aden, biraz dikkat etsene! sana bir şey olursa biz ne yaparız?” dedi, yapmacık bir ilgiyle. Karşısındaki genç araya girdi.
“Mezarına birkaç kürek de biz atarız, başka ne yapacağız?” dedi alaycı bir tavırla. Bunar Mert’in peşinden ayrılmayan ve karınlarını onun sayesinde doyuran köpeklerdi. Ayrıca yine Mert’in sayesinde okulda popüler olmuşlardı ama Mert artık yanlarında olmamasına rağmen, kibirlerinden bir şey eksilmemişti. Yalnızca sayıları eksilmişti ve artık Mert’e ihtiyaç duyuyormuş gibi bir halleri de yoktu. İkisinin de keyfi gayet yerindeydi. Aden onlardan kaçmak için okula gitmemişti ama serseriler onu burada da bulmuşlardı. Demek ki kampüsün girişinde onu görmüşler ve takip etmişlerdi. Halbuki Aden kimseye yakalanmadığını düşünüyordu.
“Ne istiyorsunuz?” diye sordu, öfkeli bir şekilde.
Kıvırcık kafalı Tuğra cevapladı.
“Bir düşün Aden’ciğim, sence ne istiyoruz? şahsen ben Mert’in benden çaldığı paramı istiyorum.” dedi ve eliyle, Aden’in karşısında oturan Selim’i işaret etti. “Ama onu bilemem tabi, o sapık yavşak başka bir şey istiyor olabilir. Sonuçta zevkler tartışılmaz, öyle değil mi?”
Selim kocaman sırıtırken, aynı anda karşılık verdi.
“Abartma. Bence gayet güzel, daha ne istiyorsun ki?”
“Senin için bir dişi olması yeterli, insan olup olmaması bile önemli değil.” dedi Tuğra ve Aden’e döndü. Yüzünde, Selim’in aksine ciddi bir ifade vardı. “Mert nerede?”
“Ben ne bileyim? o sizin arkadaşınız.” dedi Aden, net bir şekilde.
“Onu en son gören kişi sensin ama... Seni tehdit ettiğini ve artık tehditlerini uygulamaya dökeceğini hepimiz biliyoruz Aden, o nerede?”
Aden şaşkın bir şekilde bir Selim’e, bir Tuğra’ya baktı.
“Gerçekten ona benim bir şey yaptığımı mı düşünüyorsunuz? Ben ona ne yapabilirim ki? hem de tek başıma.”
“Tek başına olup olmadığını bilmeyiz ama ona bir şey yaptığın kesin.” dedi Tuğra ve sandalyesini çekiştirerek, Aden’e biraz daha yaklaştı. “Bak Aden’ciğim... Mert’e ne olduğu bizim umurumuzda bile değil, inan bana! O pislik bizi aşağılamaktan ve ezmekten başka bir şey yapmadı. Onunla her zaman yan yanayız diye onu sevdiğimizi mi anıyorsun? Onda bize ait bir şey var. Para. Onunla ilgili bildiklerimizi polise anlatmamamız için bize düzenli olarak para ödemek zorunda. Onunla ilgili bildiğimiz şeyler onun yıllarca hapisten çıkamamasına neden olacak şeyler. Beni anlıyor musun? Emin ol onun gebermesini senden çok ben isterim ama ölmemesi bizim için daha iyi olur. Anlıyor musun Aden’ciğim.”
Aden şaşkınlıkla ona baka kaldı. Bu üç serserinin çok yakın dost olduklarını sanıyordu. Ama aslında Mert’in ona şantaj yaparak ondan para kopardığı gibi, bu sümsüklerde ona şantaj yaparak ondan para koparıyorlardı. Belki de Mert, Aden’den aldığı tüm paraları direk onlara veriyordu. Belki de Aden’e tüm yaptıklarını, bu pisliklere ödeyecek para bulabilmek için yapmıştı. Kendi kıççını kurtarmak için Aden’i kullanmıştı. Eğer Aden’e tüm bunları kendisini kurtarmak için yaptıysa, bunun bedeli çok ağır olacaktı. Aden onu bulduğunda bedenini parçalara ayırırken bunu ağır ağır, zevk alarak yapacaktı. Onu diri diri parçalayacaktı. Hem de hiç düşünmeden ve hiç korkmadan. Onu, ölmek için yalvartacaktı. Artık hiçbir şeyden korkmuyordu. Alacağı hiçbir ceza, başına gelecek olan hiçbir bela umurunda değildi. Onu bulmalıydı. Sonunda aklına bir fikir geldi. Düşmanının düşmanıyla dost olmak.
“Size bir teklifim var.” dedi Aden. Ama ne selim ne de tuğra onu ciddiye bile almadılar. İkisi de birbirlerine bakarak sırıtıyorlardı. “Ondan ne kadar nefret ettiğimi biliyorsunuz, o benim de düşmanım. Onu beraber arayalım.” diye ekledi Aden. Ama beklediği cevap yerine, yine şiddet ile karşılaştı. Tuğra onun ense kısmındaki saçlarına yapıştı ve başını çekerek kendisine yaklaştırdı.
“Sen kimsin ki biz seninle ortak olacağız? ne sanıyorsun kendini?” diye sordu, dişlerini sıkarak. Aynı anda etrafa bakınıyor, kimsenin onları görmediğinden emin olmaya çalışıyordu. Aden’in canı yanmıştı ama korkmuyordu. Ona burada, herkesin içinde hiçbir şey yapamazlardı. Onları ikna etmenin bir yolunu biliyordu.
“Ben onun eski sevgilisiyim, unuttunuz mu?”
“Ne olmuş? Mert seni satmaktan başka bir şey yapmadı ama sen o pezevenkle görüşmeye devam ettin. Ondan ne farkın var ki?” diye sordu Selim. Aden, Tuğra’nın ellerini tutup başını onun elinden kurtarmaya çalıştı ama başaramadı. Tuğra onun saçlarını bırakmak yerine daha çok sıktı ve canını yakmak için daha çok çekiştirdi.
“Onun nerede ne yaptığını çok iyi biliyorum. Hangi mekanlarda takıldığını, kimlerle görüştüğünü, her şeyi biliyorum. Siz biliyor musunuz?” diye sordu Aden, kendisinden emin bir şekilde. Onun bu sözlerinden sonra Tuğra bir süre durakladı ve Aden’in başını iterek kendisinden uzaklaştırdı. Aden onun elinden kurtardığı saçlarını düzeltirken konuşmasını sürdürdü. “Eğer siz bana yardım ederseniz ben de size yardım ederim.”
“Ne istiyorsun?” diye sordu Tuğra. Hala Aden’e yakın bir mesafede oturuyordu ve vahşi bakışları hala Aden’in üzerindeydi.
“Onun evine gidip odasına girin. Odasını inceleyin, özellikle bilgisayarını... Tabi şifresi varsa ve açamazsanız bir şey diyemem. Orada bir şeyler bulabilirsiniz.”
“Neden onun evine biz giriyoruz?”
“Çünkü bunu gizlice yaparsak suç işlemiş oluruz. Ama ailesi sizi tanıyor, öyle değil mi? Onlara yardım edeceğinizi söylerseniz sizi eve alabilirler, odasına girmenize izin verebilirler ama beni tanımıyorlar. bana izin vermeyebilirler.”
“Biz bütün bu haltları yerken sen bu planın neresindesin?” diye araya girdi Selim.
“Ben de size, sizin bilmediğiniz bilgilerin daha fazlasını vereceğim ve onu sizinle beraber arayacağım. O pislikle benim de görülecek hesabım var.” dedi Aden, net bir şekilde. Tuğra ve Selim bir süre birbirlerine baktılar. Sonra Tuğra derin bir iç çekti ve tekrar Aden’e döndü.
“Eğer bize kazık atarsan ya da yanlış bir şey yaparsan sonuçlarına katlanırsın. Beni analdın mı?”
Aden cevap vermeden boş gözlerle ona baktı. Onlara kazık atıp atmamak konusunda emin değildi, bunun için söz veremezdi ama onların yapacağı her türlü kötülükten kendisini koruyabilirdi. Mert’ten koruyamamıştı çünkü o hem gözünü kör etmiş hem de her şeyi gizlice yapmıştı. İnsan kendisini görünmeyen şeylerden koruyamazdı. Ama onlar, yanlış bir şey yaparsa bunun bedelini ödeyeceğini söylüyorlardı. Dolayısıyla başına gelecekler konusunda şimdiden bilgi sahibi olmuştu ve kendisini onlardan korumak için tedbir alabilirdi. Okul çıkış saati geldiğinde kampüse döndü ve babasını bekledi. Erken gelmiş olmalıydı ki, babası gelene kadar tam on dakika geçmişti ve tüm vücudu buz tutmak üzereydi. Suratı artık uyuşmaya başlamıştı, ağzını hareket ettiremiyor, hatta suratını hissetmiyordu. Ellerini cebine soktuğundan dolayı, şimdilik onları kullanabiliyordu. Nihayet babası geldiğinde kendisini hızla arabaya attı. Arabanın ısısını hissetmeye başladığından kendisini bir fırının içine girmiş gibi hissetti ve kendisini serbest bırakarak, kaslarının gevşemesine izin verdi. Soğuktan kendini kastığından dolayı tüm eklemlerinin ağrıdığını da şimdi anlamaya başlamıştı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aden'in Rüyası (Bölüm 1)

Aden'in Rüyası (Bölüm 2)

Aden'in Rüyası (Bölüm 30)