Aden'in Rüyası (Bölüm 12)
Okan’ı aldıktan sonra emniyet binasının önüne gidip, Tamer ile Melisa’yı aldı. Okan, yeğenini akşam yemeğine davet etmişti. Önder’de arkadaşı olduğu için Fırat’ı... sonuçta yabancı değildi ve uzun zamandır o evde yaşadığından dolayı, artık o da birilerini yemeğe davet edebilirdi. Merkezden uzaklaşıp köy yoluna girdiklerinde Önder arkalarından onları takip eden bir araç gördü ve hemen tanıdı.
“Arkamızdakiler bizim karşıdaki eve taşındılar.” diyerek açıklama yaptı, ama bu hiç kimsenin ilgisini çekmemişti. Herkes sessiz bir şekilde aracın farlarının aydınlattığı yolu ve lapa lapa yağan karı seyrediyordu. “Sizin araştırdığınız yangın olayı var ya, o yanan evin sahipleri.” diye ekledi Önder. Bu kez Fırat ile Melisa’nın ilgisini çekmeyi başarmıştı. İkisi de öne doğru eğilip başlarını Önder’e yaklaştırdılar.
“Ciddi misin? köyde ne işleri var ki?” diye sordu Fırat.
“Galiba kalacak başka yerleri yok. Ayrıca...” dedi Önder ve durakladı. Aden’in okuldan arkadaşı olan Mert’in kaybolduğunu, polislerin hem onların evine hem de okula giderek soruşturma yürüttüğünü söyleyecekti ama hemen vazgeçti. Bu konu onu ilgilendirmiyordu.
“Evet.” diyerek, konuşmaya devam etmesini bekledi Fırat. Bu kez araya Okan girdi.
“Bize ne onlardan? neden şimdi aptal bir ailenin dedikodusunu yapıyoruz ki?” diye çıkıştı. Önder onun haklı olduğuna karar verdi ve yola döndü. Ama Fırat ısrarla onu konuşturmaya çalıştı.
“Ne oldu, söylesene?”
Önder bir süre duraklamanın ardından, sadece küçük bir bilgiden bir zarar çıkmayacağını düşünerek devam etti.
“Bu sabah evlerine polis geldi. Okula da... Bir çocuk kaybolmuş ve sanırım o kızdan şüpheleniyorlar.”
Melisa heyecanla sordu.
“Neden? kız ne yapmış ki?” Olayı didikledikçe arkası geliyor ve Önder kendisine hakim olamayarak, soruları yanıtlamaya devam ediyordu.
“Çocuğu, arkadaşlarıyla konurlarken duydum. Galiba kızla bazı sorunları var. Ayrıca arkadaşları bugün beni köşeye sıkıştırıp onula ilgili ne sakladığımı sordular. Onların da çocuktan alacakları varmış. Anlaşılan epey sorunlu bir çocuk. Kim bilir başına ne işler açtı?”
Fırat ile Melisa şaşkınlıkla birbirlerine baktılar.
“Acaba gidip konuşsak mı?” diye sordu Melisa, ama Fırat buna yanaşmadı.
“Hayır. Buna iznimiz yok.”
“Ne olacak ki? Kim, nereden bilecek?” diyerek, ısrar etti Melisa.
“Önder ile takıla takıla ona benzemeye başladın.” dedi Fırat ama bunu söyledikten sonra hemen pişman oldu. Şu an arabada Melisa’nın dayısı vardı ve onun bu konuşması, yanlış anlaşılacak sözler içeriyordu. Fırat susarak arkasına yaslandı. Sonunda eve vardılar. Önder aracın motorunu kapatıp anahtarı kontaktan çıkardı. Hep birlikte araçtan indiklerinde Melisa karşıya, araçtan inen ve eve doğru ilerleyen baba kıza baktı. Fırat ile Okan içeri girdiklerinde Önder’de Melisa’yı kolundan tutarak çekiştirdi.
“Aklından bile geçirme.” diye ekledi aynı anda. Melisa hayal kırıklığına uğramış bir şekilde eve girerken, Önder’de bir süre onun arkasından baktı. Onun ne hissettiğini anlayabiliyordu. Elinin altında bir şüpheli vardı ama o gidip onu sorgulayamıyordu. Gerçekten de Önder’e benzemeye başlamıştı ama eski haline. Önder karşıdaki eve son kez göz attıktan sonra arkasını dönüp, eve girmek için bir adım attı. Sonra durdu. Tekrar arkasını dönüp karşıdaki eve baktı. Evin verandasının yanında bulunan, üzeri karla kaplı çalıların arkasından bir karartının çıkıp koşarak evin arka tarafına gittiğini gördü. Oraya doğru bir adım attı ama sonra durdu. Baba kız çoktan eve girmişti ve evin ışıkları açıktı. Belki de halüsinasyon görmüş, böyle şeyleri sık sık yaşıyordu. Göz yanılması... halüsinasyonalar... gerçekte olmayan şeyler... Kendisini yakarak ölen profesörün alevler içindeki suratını evin boş duvarlarında görmesi ne kadar sahteyse, bu da o kadar sahteydi. Sadece hayal görmüştü. Arkasını dönüp eve girdi. Hakan amca sofrayı hazırlamış onları bekliyordu. Herkes sofraya oturup yemeklerini yemeye başladılar. Önder bugün de sebze ve et yemekleri yapmıştı. O kadar uzun zamandır yemek yapıyordu ki, kendisini artık bir aşçı gibi hissediyordu. Yemeklerini yiyen ve onun yaptığı işleri beğenmeyen herkes onun yemeklerini övmeye başlamıştı. Nihayet hayatında iyi bir şeyler yapmayı başarabilmişti. Belki de yemek yapmaya daha yatkındı, belki de polis olarak yanlış meslek seçmişti. Asıl seçmesi gerek meslek aşçılıktı. Bunu şimdi anlamaya başlamıştı. Yemeklerini yedikten sonra, çay keyiflerini yaprak sohbet ettiler. Saat gecenin onu olmuştu.
Aslında o kadar da geç değildi ama herkes sabah erkenden işe gidecekti. Bu yüzden Fırat ile Melisa’nın evlerine dönmesi gerekiyordu. Önder onları evlerine bırakmak için tekrar şehir merkezine gitmek zorundaydı, onları kendisi getirdiği için araçları yoktu. Bu gece epey geç yatacaktı ama ara sıra yaptıkları bu kaçamaklar onu pek etkilemiyordu. Aksine bundan zevk alıyordu. İlk önce Fırat’ı evine bıraktı. Melisa’nın evine doğru ilerlerken, onunla konuşacak konuları olmadığından dolayı işle ilgili konuşmaya başlamıştı. Artık Önder ile aralarında hiçbir şey olamayacağını anlamış, bunu kabullenmişti ve onun için çabalamayı bırakmıştı. Şimdi arkadaşlıkları daha rahat ve daha güzeldi. Ama Melisa yine de kendisine bir erkek arkadaş edinmemişti. Önder hala onun peşinden koşan erkekler olduğuna emindi. Ama Melisa yine de hiç kimseyi kendisine erkek arkadaş olacak potansiyelde görmüyordu. Belki bir gün Önder gibi eşini kaybetmiş, hayattan umudunu kesmiş ve hiçbir kadına farklı gözle bakmaya bir erkek bulursa onun peşine takılabilirdi. Sonuçta böyle erkeklerden hoşlandığı ortadaydı. Ona acı çektiren, umursamayan, bir arkadaştan fazlası olarak görmeyen, onun için imkânsız olan erkeklerden...
“O kızla senin konuşma imkânın olabilir.” dedi Melisa.
Önder hiç düşünmeden cevap verdi.
“Evet, ama bunu yapmayacağım.”
“Neden? Belki bize bir yardımın dokunur.”
“Fırat’a da aynı şeyi söyledim. Ben polis değilim, bu sizin işiniz.”
Melisa’nın evinin önüne vardıklarında arabayı durdurdu. Melisa ona bakıp derin bir iç çekti. Sonra tek kelime etmeden arabadan inip dairesinin bulunduğu apartmana girdi. Artık hiçbir konuda Önder’i ikna etmeye çalışmıyor, konuşmaları kısa kesiyordu. Çünkü Önder’i, yapmak istemediği şeylere ikna edemeyeceğini anlamıştı. Melisa Gözden kaybolduktan sonra gaza basıp, oradan uzaklaştı. Köye varıp evinin önüne geldiğinde, kontağı kapatıp arabadan indi. Eve gireceği sırada bir ses duydu. Durup etrafa bakındı ama hiçbir şey göremedi. Duyduğu ses anlık bir sesti. Boğuk bir konuşma sesini andırıyordu ama sadece tek kelime duymuştu. Ya da duyduğunu sanmıştı. Okan ile babası yatmıştı, karşıdaki evin ışıkları da kapalıydı. Etraf zifiri karanlıktı. Kar durmuş, bulutlar çekilmişti. Bu yüzden etrafı yalnızca gökyüzünde bir ampul gibi parlayan ayın ışığı aydınlatıyordu. Bu etrafı görmesine yetiyordu ama etrafta hiçbir şey ya da hiç kimse yoktu. Zihni ona yine oyunlar oynamaya başlamıştı. Eve girmek için arkasını döndüğü sırada, aynı boğuk ve yankılı sesi tekrar duydu.
Neredesin? Kim olduğunu biliyorum, nereye saklandın?
Önder hızla arkasını döndüğünde, etrafta dolanan bir silüet gördü. Halüsinasyon değildi, gerçekti. Zihni ona oyun oynamıyordu. Onu görebiliyordu. Karanlıktan dolayı kim olduğunu tam olarak göremese de ince ve naif sesinden bir kadın olduğu anlaşılıyordu. Silüet, karşıdaki evin etrafında volta atıyordu. Sonra evin arka tarafına gidiyor, tekrar ön tarafa geliyordu. Hareketleri o kadar yumuşak, o kadar ağırdı ki, etrafta uçuşan bir hayaleti andırıyordu. Karşı evde oturan evin annesi ya da kızı olmalıydı. Belki de birkaç saat önce, adam ile kızı içeri girdikten sonra evin arka tarafına doğru koşan kişi de oydu. Belki de şimdi olduğu gibi o zaman da hayal görmemişti. Belki de onun henüz anlamadığı bir sorun vardı. Önder karşıdaki silüeti izlerken o kadar dalmıştı ki, soğuk havanın vücudunu esir alışını bile hissetmiyordu. Silüet ona doğru yaklaştığında kim olduğunu anladı. Bu Aden idi. Genç kız onun tam karşısında durdu, aralarında birkaç adım mesafe vardı. Önder onu okulda gördüğünü hiç hatırlamıyordu. Belki de görmüştü ama o okulda binlerce öğrenci vardı, hepsini aklında tutamazdı. Onun sadece adını biliyordu o kadar. Onun da kardeşi gibi patavatsız olabileceğini düşünerek, muhatap olmak istemedi. Eve girmek için arkasını döndüğü sırada genç kız onu durdurdu.
“Affedersiniz, buralarda birilerini gördünüz mü?”
Önder durdu. Ona cevap verip vermemek konusunda kararsızdı. Ama kısacık bir cevaptan zarar gelmeyeceğini düşünerek ona döndü.
“Neyden bahsediyorsun?” diye sordu, buz gibi bir sesle.
“Siz... Sizi tanıyorum. Burada mı yaşıyorsunuz?”
Önder cevap vermedi, hala sabit gözlerle ona bakıyordu.
“Etrafta birilerini gördünüz mü? herhangi birini...” diyerek, sorusunu yineledi Aden.
“Hayır.” dedi Önder ve arkasını dönüp, birkaç adım attı. Sonra durup tekrar genç kıza döndü. “Bir sorun mu var?” diye sordu. Başkalarının sorunu onu ilgilendirmiyordu ama merak etmişti.
“Şey... Sanırım evimize biri girmiş... Olabilir. Aslında emin değilim. Neyse, iyi geceler.”
Genç kız bunları söylerken tedirgindi ve ellerini ovuşturup duruyordu. Bir şeylerden tedirgin olduğu her halinden belliydi. Ama evine birilerinin girip girmediği konusunda emin değildi, sadece öyle düşünüyordu. O emin olmadan Önder ne yapabilirdi ki? Aklına, akşam gördüğü görüntü geldi. Eğer halüsinasyon gördüyse genç kızı boş yere tedirgin etmiş olacaktı. O görüntünün bir halüsinasyon olduğunu sanıyordu, ama Aden evine birinin girdiğinden şüpheleniyordu. Belki de gerçekten evine biri girmişti, belki de Önder hayal görmemişti. Ama Önder burada yaşamaya başladığından beri ne onların ne de başkalarının evine kimse girmemişti. Eskiden de böyle şeyler olduğunu duymamıştı. Ama Aden ve ailesi buraya taşındıkları ilk gün evlerine polisler gelmişti. Üstelik genç kızı evlerini yakmakla suçluyorlardı ve bir arkadaşının kaybından dolayı, bir numaralı şüpheli konumundaydı. Belki de başka vukuatları da vardı. Belki de göründüğü kadar saf ve masum bir kız değildi. Belki de belalı bir insandı ve birileri gerçekten evine girmişti.
“Akşam babanla arabadan inip eve girdiğinizde bir şey gördüm. Ama ne gördüğümden tam olarak emin değilim.” dedi Önder sonunda.
“Ne gördünüz?”
Önder işaret parmağıyla, verandanın yanındaki çalıları gösterdi.
“Şu çalıların arkasından bir şey çıkıp evin arka tarafına doğru koştu. Ama karanlıktı. Tam olarak göremedim, emin değilim.”
Genç kız bunu duyunca gözlerini kocaman açtı. Önder zifiri karanlıkta yüzünü net olarak göremese de dehşete düştüğünü anlamıştı. Çünkü evine birinin girip girmediği konusunda emin değilken bile tedirgindi. Ama şimdi emin olmuştu. Bu onu korkutmuştu. Önder, genç kızın etrafta dolanırken söylediği sözleri hatırladı. Muhtemelen bunu yapanın kim olduğunu biliyordu. Başı dertteydi.
“Bunu yapanın kim olduğunu biliyor musun?” diye sordu Önder, Aden karşılık vermeyince.
“Şey... Hayır, teşekkür ederim.” dedi genç kız ve arkasına bakmadan, koşarak evine doğru ilerledi. Önder neler olduğunu az çok tahmin edebiliyordu. Mert denen kayıp çocukla aralarında bir sorun vardı. Çocuk evden kaçarak ortadan kaybolmuştu ve Aden’in başına bela oluyordu. Onu korkutmaya ya da intikam almaya çalışıyordu. Belki de kaybından Aden’in sorumlu tutulacağını çok iyi biliyordu ve bu yüzden ortadan kaybolmuştu. Aden’in başını adalet ile derde sokmak için... Belki de çocuk kayıp falan değildi. Bu ihtimal gayet akla yatkındı. Bu yüzden Önder bu konunun üzerinde fazla durmadı. Ağır adımlarla ahıra gitti. Orayı kilitledikten sonra kümesin kapısını, sonra da evin tüm camlarını ve kapılarını kilitledi. Nihayet kendini yatağına atabildi. Sabah olduğunda kümesteki tavukların ve ahırdaki hayvanların yemlerini ve sularını verip, kendisine kahve hazırladı. Mutfak masasına oturup kahvesinden bir yudum aldı ve bir sigara yaktı. Mutfağın diğer ucunda bulunan ve kümese açılan kapıyı açık bırakmıştı. Bir yandan tavukları seyrediyor, diğer yandan da kahve ve sigara keyfine devam ediyordu. Bu derin sessizliği bir çığlık sesi bozdu. Aniden irkildi, kahve kupası az kalsın elinden düşürecekti. Kupayı masanın üzerine bırakıp, elindeki sigarayla beraber oturma odasına gitti ve pencereye yaklaşıp perdeyi araladı. Karşıdaki evde yine bir şeyler oluyordu. Aden ile annesi bağırarak tartışıyorlardı. Annesi genç kızı kolundan tutup çekiştirerek, çalışır vaziyette olan arabaya bindirmeye çalışıyordu. Ne konuştuklarını tam olarak duyamasa da ne için tartıştıklarını anlamıştı. Aden okula gitmek istemiyor, annesi ise onu zorla okula göndermeye çalışıyordu. Önder elinde tuttuğu sigaradan derin bir nefes aldı ve dumanı geri üfledi. Oraya giderek ikisinden birini bir şekilde ikna edebilirdi. Belki Aden’i. Onu ikna ederek okula gönderebilirdi. Ama bunun yerine perdeyi kapatıp, mutfak masasında bıraktığı kahvesinin başına döndü.
Yorumlar
Yorum Gönder