Aden'in Rüyası (Bölüm 14)


Doktorun odasının boş olduğunu öğrenince kapıyı çalıp açtı ve başını içeri uzattı. İçeri girip girmemek konusunda kararsızdı. Artık ona ihtiyaç duymuyordu. Ama onunla uzun zamandır görüşüyorlardı. Önder için öyle olmasa da Reyhan doktor onu artık bir hastası olarak değil, arkadaşı olarak görüyordu. Son bir aydır ona ihtiyaç duyduğu için değil, onunla artık görüşmesine gerek olmadığını bir türlü söyleyemediği için geliyordu. Bunu hem onu kırmaktan çekindiğinden dolayı hem de hala iyileşmediği, bir psikiyatrist ile görüşüp ilaç tedavisine başlaması gerektiği konusundaki konuşmalarını dinlememek için söyleyemiyordu. İçeri girip kapıyı kapattı. Artık ayakları buraya kendiliğinden geliyordu, tamamen alışkanlıktan. Bazı alışkanlıkları değiştirmeden hayatında hiçbir şeyi değiştiremezdi. Hem buraya gelmeye devam ettikçe insanlara iyileştiğini nasıl kanıtlayacaktı ki? Okan ile babası onun ilk zamanlardan daha iyi olduğunu söylüyordu ama doktorunu buna bir türlü ikna edemiyordu. Burası belediyeye ait bir sağlık merkeziydi, Önder dışında bir iki hastası daha vardı o kadar. Belki de doktor da alışkanlıktan ya da çok az hastası olduğundan, boş kalmamak için onunla görüşmeye devam ediyordu. Önder içeri doğru bir adım attığı sırada durdu. Kadın masasının yan tarafında bulunan bilgisayara odaklanmış bir şeyler seyrediyordu. Kapıyı görecek pozisyonda olmadığından Önder’in geldiğini hala fark etmemişti. Önder, doktor onu henüz fark etmemişken onun dikkatini dağıtmadı. Tekrar dışarı çıkıp kapıyı sessizce kapattı ve binadan çıkarak aracına doğru ilerledi. Ona uzun uzun açıklama yapıp ikna etmeye çalışmaktan ya da onu kırmaktansa, hiçbir açıklama yapmadan ortadan kaybolmak en iyisiydi. Böyle ayrılıklar ona daha kolay geliyordu. Duygusal olduğundan değil, insanlarla uğraşamayacak kadar yorgun olduğundan. Artık buraya gelmeyi kafasında tamamen bitirmişti. Tüm bağını koparacaktı. Hatta merkezin ve doktorun numarasını engelleyebilirdi, böylece kafası daha rahat olacaktı. Arabaya binip köye doğru yola çıktı. Psikoloğa gitmediği için eve gidip yemek yapmaya ve Okan’ı almak için tekrar şehre gelmeye vakti vardı. Eve vardığından ocağa biraz et sote koydu. Yemek pişerken biraz pirinç ıslatıp kendisine kahve hazırladı. Kahvesini içene kadar yumuşayan pirinci de pişmesi için ocağa kodu. Suyunu çektikten sonra pilavın altını kapatması için Hakan amcayı tembihlemek istedi. Yaşlı adam, her tarafını muşambalarla kapatarak seraya çevirdikleri arka bahçe ile ilgileniyordu. Bu dondurucu havada sebzeler fazla dayanamıyor, hemen ölüyordu. Henüz yetişmemiş olanlar ise başlarını topraktan dışarı bile çıkarmıyorlardı. Ama Hakan amca o kadar ısrarcıydı ki, bu mevsimde yetişmeyecek sebzelerle ilgilenmeye devam ediyor, Önder’i ise her sabah sulaması için tembihliyordu. Önder’de bunun hiçbir işe yaramayacağını bilmesine rağmen ev sahibinin sözünü dinliyor, onun istediğini yaparak her sabah bahçeyi suluyordu. Yaz geldiğinde bahçenin etrafındaki brandaları ve tenteyi kaldıracaklardı ve o zaman burası, şimdi olduğundan daha canlı, daha güzel olacaktı. Yaşlı adamın yanına yaklaşıp ocağa pilav koyduğunu ve suyunu çekince altını kapatmasını söyledi. Hakan amca doğrulup ayağa kalktı ve elindeki kazmayı yere bıraktı.
“Anlamıyorum... pazarda, markette satılan şeyler neden burada yetişmiyor acaba?”
Önder onun bu sorusuna hiç şaşırmadı. Hakan amca yaşlı olduğundan dolayı, bildiği çoğu şeyi bazen unutuyor, bazen tekrar hatırlıyordu. Doktor onun alzheimer hastası olmadığını, bu unutkanlığın her insanda olan sıradan bir sorun olduğunu söylemişti. Ama Önder bu kadar sık unutan hiçbir insan tanımamıştı. Belki de henüz alzheimer başlangıcındaydı ama doktor bunu anlayamamıştı. Çünkü Okan onu sadece tek bir doktora götürmüştü, başka bir doktorun görüşünü almaya gerek duymamıştı. Önder ona, bir hastalığı varsa şimdi teşhis edilip tedavisine başlanması gerektiğini, aksi halde daha da ilerleyeceğini söyleyerek başka bir doktora götürmesini defalarca söylemişti. Okan’da her defasında bunu yapacağını söylemiş ama hep ertelemişti. Artık Önder’in devreye girmesi gerekiyordu, sonuçta aynı evde yaşıyorlardı ve yaşlı adam artık onun da babası gibi olmuştu. Onu en kısa zamanda bir doktora götürmeliydi.
“Market ve pazarlarda yetişen ürünler seralarda yetiştiriliyor. Özel ısı sistemleriyle ve ilaçlarla... bunu bana sen söylemiştin.” diye cevapladı Önder.
Yaşlı adam, gözlerini yerdeki ölü salatalıklara dikti. Bir süre o şekilde durduktan sonra başını evet anlamında sakladı.
“Ocakta yemek var, suyunu çekince altını kapat olur mu? Okan’ı almaya gidiyorum.” diye ekledi Önder.
Yaşlı adam bir süre daha boş gözlerle yerdeki ölü sebzelere baktı. Sonra başını kaldırıp Önder’e baktı.
“Olur, bakarım.” diye geveledi, isteksiz bir şekilde.
“Unutma ama tamam mı? yoksa sadece et sote yeriz, aç kalırız.”
Önder arkasını dönüp yanından uzaklaşan yaşlı adama bir süre daha baktıktan sonra, derin bir iç çekerek oradan ayrıldı. Araca doğru ilerlerken karşıdaki eve bir araç yaklaştığını gördü. Aden ile babası gelmişti. Önder orada durup bir süre onlara baktı. Sonra baba kız araçtan indiler. Aden koşar adımlarla eve girerken, babası da arabayı kilitleyip etrafa göz gezdirdi. O sırada Önder’in olduğu tarafa baktı. Aralarındaki mesafe uzaktı ve hava kararmaya başlamıştı, bu yüzden Önder onun tam olarak nereye baktığını göremiyordu ama ona baktığını anlamıştı. Adam bir süre orada dikildikten sonra arkasını dönüp eve girdi. Önder’de arabaya binip yola koyuldu. Önce Okan’ı sonra da Melisa’yı aldı ve tekrar köye döndü. Melisa normal zamanlarda onların yanına haftada bir kere geliyordu ama bugün onunla konuşması gereken bir konu olduğunu söylemiş, bu yüzden de köye gelmek istemişti. Önder konuşacağı konuyu o kadar da merak etmiyordu. Yangın veya Mert denen çocuğun kaybıyla ilgili konuşacak, Aden ile konuşması için onu ikna etmeye çalışacaktı ama Önder hiç düşünmeden reddedecekti. Konuyu bildiğinden dolayı şimdiden önlemini almış, verecek birkaç cevap hazırlamıştı. Köye vardıkalrında ilk önce yemeklerini yediler. Yaşlı adam pilavın altını kapatmayı unutmamıştı. Bu yüzden sadece et sote yemek zorunda kalmamışlardı. Melisa sofrayı toplayıp çay suyu koymuş, çay demlenene kadar da bulaşıkları yıkayıp mutfağı toparlamıştı. Bugün Önder’e fazla iş bırakmamıştı. Çay hazır olduğunda dayısına ve dedesine birer bardak doldurup, Önder’e dışarı çıkmak için işaret yaptı. Önder sobanın yanında bulunan koltuğa oturmuş çayını bekliyordu. Bu sıcacık ortamı bırakıp dışarı neden çıkacaktı şimdi. Melisa kabanını giyinirken Önder’e baktı ve tekrar işaret yaptı. Önder derin bir iç çekti, isteksiz bir şekilde yayıldığı yerden kalkıp kapıya yaklaştı ve kapının arkasındaki askılıkta asılı olan montunu alıp giyindi. Okan elindeki gazetenin üzerinden, gözleriyle onları takip ediyordu ama hiçbir şey söylemedi. Hakan amca ise hiç fark etmemişti. Beraber dışarı çıkıp kapıyı kapattılar. Melisa ellerini ceplerine sokup, başını omuzlarının arasına gömdü. Önder konunun uzun olacağını düşünerek bir sigara yaktı. Derin bir nefes alırken gözleri karşıdaki eve takıldı. Işıkları yanmıyordu, ev tamamen karanlığa gömülmüştü. Arabalar kapının önündeydi, bir yere gitmemişlerdi. Muhtemelen erkenden uyumuşlardı.
“Haberleri seyrettin, öyle değil mi?” diye sordu Melisa.
“Televizyon çalışmıyor.” dedi Önder, dumanı geri verirken.
“Bir cinayet vakası var, davayı da bize verdiler.”
“Ne güzel işte... Canınız sıkılmaz, hayatınıza biraz heyecan katar.” dedi Önder ama kendisini hemen toparladı. Melisa bir cinayetten, o ise heyecandan ve can sıkıntısından bahsediyordu.
“Olayı bilmeden böyle konuşma!” diye çıkıştı Melisa. “Birisi genç bir çocuğu öldürüp parçalara ayırmış.” Önder aniden ona döndü. Biraz önce ciğerlerine çektiği duman, bir karış açık kalan ağzından dışarı çıkıyordu.
“Parçalarını farklı yerlerdeki çöp konteynırlarının önünde bırakılmış. Başı ise bir kafenin önünde bulunmuş. Çok korkunç!” diye ekledi Melisa.
Önder bunu duyduğunda bir an ürperdi. Melisa’da etkilenmiş olacak ki, yüzünü buruşturmuştu. Aden ile ilgili konuşacaklarını sanıyordu ama Melisa, vahşice işlenmiş bir cinayetten bahsediyordu. Melisa’nın bu kadar etkilenmesine şaşırmıştı. O hiçbir zaman duygusal reaksiyonlarını göstermezdi. Her şeyi içinde yaşardı. Ya duygularını belli etmemeye çalışır ya da hiç etkilenmezdi ama bu kez etkilendiğine göre, konu epey ciddiydi.
“Kimliği tespit edilmiş mi?” diye sordu Önder, donuk sesle. Merakına yine hakim olamamıştı.
“Evet. Senin de tanıdığın biri, bu yüzden seninle konuşmak istedim.”
Önder gözlerini kısıp başını yana eğdi ve Melisa’ya tam dönerek, ona dikkat kesildi.
“Benim tanıdığım biri mi?” diye sordu merakla.
“Mert ÜNLÜ. Hani bize bahsettiğin kayıp bir genç vardı ya...”
Önderin gözleri fal taşı gibi açıldı. Yutkundu ve ona bir adım daha yaklaştı. Henüz yarıya bile gelmemiş olan sigarası, parmaklarının arsından kayıp yerdeki karların içine gömüldü. Ama Önder bunu fark etmemişti. Sigarayı hala elinde tuttuğunu sanıyordu. Meslek hayatı boyunca birçok cinayet vakasıyla ilgilenmiş, onlarca ceset görmüştü. Ama hiçbir ölüm onu etkilememişti. Ta ki karısının ölümüne kadar. Yıllarca aynı evi paylaştığı, aynı yatağa yattığı, aynı yemekleri yediği bir insanın günün birinde artık bu dünyada var olmaması onun tüm dengesini bozmuştu. Artık ölümleri ciddiye alıyordu, sonuçta ölen her insan başka birileriyle aynı evi paylaşıyor, aynı yemeği yiyordu.
Ayrıca Mert’i tanıyordu.
Birkaç gün önce kanlı canlı karşında duran ve ondan yemek isteyen genç çocuk bugün hayatta değildi. Duyduklarına göre o kadar da sevimli bir çocuk değildi, epey sorunluydu. Ama onun bu durumu, vahşice katledilmesini gerektirmiyordu.
“Emin misin?” diye sordu Önder. Duyduklarına inanmak istemiyordu, belki bir yanlışlık olmuş olabilirdi.
“Ailesi teşhis etti. Maalesef o.” dedi Melisa, donuk sesle.
“Şüphelendiğiniz biri var mı?”
Melisa kısa bir süre durdu ve karşıdaki eve baktı. Sonra tekrar Önder’e döndü.
“Şimdilik hayır. Ama bu iş epey zor olacak gibi. Çocuğun hayatı epey sorunlu, çok fazla husumetlisi var. Otopsi yapıldıktan sonra belki soruşturma alanımız biraz daralabilir.”
Önder gözlerini Melisa’dan ayırıp, kısa bir süre karşıdaki eve dikti. Melisa’da onunla aynı yöne bakarak, Önder’in zihninden geçenleri sesli bir şekilde söyledi. “Hem evini kundaklamakla suçlanıyor hem de Mert ile arasında büyük bir sorun var.”
Önder tekrar ona döndü.
“Sende mi ondan şüpheleniyorsun?” diye sordu merakla.
“Bilmiyorum ama senin dediğine göre, diğer iki erkek arkadaşlarıyla da arasında bir para mevzusu varmış. Ailesinin bildiği kadarıyla borç alıp geri ödemediği birçok kişi varmış, birkaçından tehdit aldığını da söylüyorlar. Çocuk resmen paraya tapıyormuş.” Melisa başını yana eğip dudağını büktü. “Ne diyebilirim ki? Kim bilir daha bilmediğimiz neler var? Sonunun böyle olmasına şaşrmamalı. Daha yirmi yaşında ama kısacık hayatına epey macera sığdırmış.”
Önder duydukları karşısında yaşadığı şoku üzerinden attıktan sonra, biraz önce sigarasını tuttuğu elini ağzına götürdü ama sigaranın elinde olmadığını fark etti. Sonra elini, diğer eli gibi montunun cebine soktu ve sordu.
“Tamam. Şimdi bunu bana neden anlatıyorsun?”
Melisa umutsuzca ona baktı.
“Bunu asla yapmak istemeyeceğini biliyorum ama kendine engel olmayacağını da biliyorum.”
“Yani?”
“Artık polis değilsin.”
“Sadede gel.”
“Diyorum ki, artık korkacağın bir şey yok. Seni izleyen birileri de... Yani bize bu davada yardım edebilirsin.”
Önder bunu duyduğuna şaşırmadı. Aden ile ilgili olan konuda hazırladığı cevabı şimdi verebilirdi.
“Hayır.” bu kısa ve net cevap, Melisa’nın canını sıkmıştı. Neyse ki bu cevabı duyacağına hazır olduğundan, büyük bir hayal kırıklığına uğramamıştı.
“Bunu söyleyeceğini biliyordu ama hayır desen bile nasıl olsa yapacaksın. Bence ikimizi de yorma. Seni ikna etmeye çalışarak vakit kaybetmek istemiyorum.”
“Yapacağımı nereden biliyorsun? ben bıraktım bu işleri, artık eskisi gibi değilim.” İşaret parmağını karşıdaki eve doğrulttu. “Orada her gün kavga oluyor ama ben bunu umursamıyorum, hiçbir şeye karışmıyorum. Eskisi gibi olsaydım gidip müdahale ederdim, öyle değil mi?”
“Çünkü orada olanlar ailevi tartışmalar Önder, bunu eskiden de olsa yapmazdın.” dedi Melisa, gözlerini devirerek. Önder onun haklı olduğunu biliyordu. Bu yüzden verecek bir cevap bulamadı. Eskiden de olsa bir şey yapmazdı çünkü ailevi meselelere karışılmaması gerektiğini biliyordu. Onu ilgilendiren yalnızca dışarıda olan ve başkalarına zarar veren olaylardı. Önder bir süre durup ne yapması gerektiğine karar vermeye çalıştı. İçinden bir his bu konuda onlara yardım etmesini, artık polis olmadığından başına hiçbir şey gelmeyeceğini söylüyordu. Diğeri ise artık eskisi gibi olmadığını, her şeye burnunu sokmaması gerektiğini ve bunu aklının ucundan bile geçirmemesini söylüyordu. Yine de birinci hissi daha baskın çıkıyordu. Melisa’ya dönüp cevabını verdi.
“Hayır.”
Melisa’nın konuşmasına fırsat vermeden arkasını dönüp eve girdi. Melisa ise bıkkın bir şekilde onun arkasından bakakaldı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aden'in Rüyası (Bölüm 1)

Aden'in Rüyası (Bölüm 2)

Aden'in Rüyası (Bölüm 30)