Aden'in Rüyası (Bölüm 15)
Evden iki kişi çıktı ve kapının önündeki araca bindi. Araç onların evlerine yaklaştı ve evin yanından geçip gitti. Sonra karşıdaki evin ışıkları kapandı ve ev karanlığa gömüldü. Aracın ön yolcu koltuğunda oturan kişinin bir kadın olduğunu anlamıştı. Hakan amcanın torunuydu. Ama onu en son ne zaman gördüğünü hatırlamıyordu. Yolda görse tanımazdı. Onun bir polis memuru olduğunu duymuştu. Hala mesleğini yapıp yapmadığını bilmiyordu. Ama Önder neden orada yaşıyordu, onlarla aralarında ne gibi bir bağlantı vardı bilmiyordu. Aden’in o evdekilerle pek samimiyeti yoktu. Bora, Okan ile daha samimiydi ama buraya en son geldiklerinde, annesinin Hakan amcaya yaptığı saygısızlıktan sonra onlarla tüm bağlarını koparmışlardı. Şimdi de babası onlarla konuşmalarını ve görüşmelerini tamamen yasaklamıştı. Hakan amca annesine neden köyde yatıya kalmadığını sorduğunda, annesi ona burada kalıp onlar gibi küflenmek istemediğini söylemişti. Annesinin bu sözünden sonra Okan ona çok sert bir karşılık vermişti. Aden’in babası da olaya dahil olunca küçük çaplı bir kavga çıkmıştı ve o günden sonra bir daha hiç konuşmamışlardı. Aden perdeyi kapatıp pencereden ayrıldı ve yatağına uzanıp yorganın altına girdi. Evde yalnızca oturma odasında soba yanıyordu. Evin geri kalanı, bir derin dondurucunun içi gibi buz gibiydi. Öyle ki bazı zamanlarda evin içinde montla dolaşıyorlardı. Babası, sipariş ettiği beyaz eşyalar geldikten sonra iki tane de elektrikli ısıtıcı alacağını söylemişti ama sipariş ettiği beyaz eşyalar hala gelmemişti. Çok kar vardı ama araçların ilerlemesini engelleyecek kadar değil. Belki başka bir sorun olmuştu. Belki de dolandırılmışlardı. Eşyalar gelene kadar bunu bilemezdi. Yorganın altında, nefesiyle kendisini ısıtmaya çalışırken bir tıkırtı duydu. Aniden irkildi ve ağzından buhar çıkarmayı bırakıp sese dikkat kesildi. Başka bir ses duymadı. Köy evinde yaşıyorlardı, burada her şey olabilirdi. Belki etrafta vahşi bir hayvan dolaşıyordu. Neye ait olduğunu anlayamadığı bir ses daha duyduğunda, bu kez nefesini de tuttu ve sese odaklandı. Karda yürüyen bazı ayak sesleri duyuyordu. Gerçekten bir hayvan olabilirdi. Babasını boşu boşuna uyandırıp tedirgin etmek istemiyordu. Yarım yamalak ısınmaya başlamıştı ki yatağından çıkmak zorunda kaldı. Pencereye yönelip perdeyi hafifçe araladı ve bu sesleri çıkaranın ne olduğunu görmeye çalıştı. Berrak gökyüzünde ampul gibi parlayan ayın ışığında, zemindeki kara bırakılan izlerini fark etti. Bunlar bir hayvana ait olamazdı. Bir insana ait ayak izleriydi. Aden arkasını dönüp odasının kapısına baktı. Gidip babasını mı uyandırmalıydı yoksa dışarı çıkıp kendisi mi bakmalıydı? Belki de hiçbirini yapmamalıydı. Sadece yatıp uyumalıydı. Saat henüz akşamın onuydu. Burası bir köy olsa da herkes tavuklarla aynı saatte yatıp uyumak zorunda değildi. Belki birleri gece yürüyüşüne ya da bir işini halletmeye çıkmıştı. Etraf boş ve sessiz olduğundan dolayı bu kadar dikkat çekmiş olabilirdi. Şehirde de insanlar geceleri sokaklarda dolaşıyor ama bu onu tedirgin etmiyordu. Şimdi neden tedirgin olacaktı ki? Perdeyi kapattı ve ellerini ovuşturarak yatağına ilerledi. Tam yatmak üzereyken bir tıkırtı daha duydu. Dışarıda dolaşan kişi her kim ise onların verandasına çıkmış olmalıydı. Aden üzerine montunu alıp hızla evin giriş kapısının bulunduğu oturma odasına gitti. Bir anne babasının kaldığı odanın kapına, bir evin giriş kapısına bakıyordu. Belki de Önder haklıydı, Mert ona eşek şakası yapıyordu. Ortadan bilerek kaybolmuştu ve şimdi Aden’i huzursuz edip korkutarak, intikam alıyordu. Eğer o ise onunla tek başına karşılaşmak istemezdi. Mert son sözlerini söylerken epey ciddiydi. Kim bilir ona neler yapardı? Ama yanına babasını da alamazdı. Yoksa Mert ona her şeyi anlatabilirdi, Aden’in de işi biterdi. Yabancı biri olabileceği ihtimalini düşünmüyordu bile. Çünkü bildiği kadarıyla köylerde kimse kimseyi rahatsız etmez, kimsenin evine gizlice girip hırsızlık yapmazlardı. Belki de dün gece evlerine giren ve Önder’in, evin arka tarafına kaçarken gördüğünü söylediği kişiyle aynı kişiydi. Aden sonunda kararını verdi ve derin nefes alıp, tüm cesaretini topladı. Kapıyı açtığında etrafta kimseyi göremedi. Hava normalden daha soğuktu. Ayaklarında yalnızca çorap vardı ve şimdiden donmuştu. Şimdi evin içinin, dışarıdan daha sıcak olduğunu anlıyordu. Kapının yanında, yerde duran ayakkabıların arasından kendi botlarını bulup ayağına giydi ve verandaya çıkıp, tekrar etrafa bakındı. Sol tarafa döndüğünde bir silüet gördü. Ağır adımlarla etrafta dolanıyordu. Buradan bakınca kim olduğunu anlamak imkansızdı.
“Kimsin sen, ne işin var burada?” diye sordu Aden korkusuzca. Bir o kadar da sert bir tavır takınmıştı. Silüet olduğu yerde durdu, Aden onun kendisine baktığını düşündü.
“Buralarda bir tavuk gördün mü?” diye sordu kalın bir ses. Erkek olduğunu anlamıştı ama kim olduğunu hala bilmiyordu. Şu an Aden’i buradan alıp götürse hiç kimsenin ruhu duymazdı. Aden bu soruyu duyunca, şaşkınlıkla kala kaldı.
“Tavuk mu? ne saçmalıyorsun, kimsin sen?” diyerek, sorusunu yineledi Aden.
“Ben Okan, tanımadın mı?” dedi adam.
Aden rahatlamış gibi derin bir iç çekti. Mert ya da tehlikeli herhangi biri olduğunu düşündüğü kişi, Aden’in o kadar da iyi anlaşamadığı ve babasının konuşmalarını tamamen yasakladığı kişiydi.
“Karanlıktan yüzünü göremedim. Bu saatte tavuğun dışarıda ne işi var?”
“Önder giderken kümesi kilitlememiş. Küçük bahçelerinde çitler var ama sanırım biri çitlerin üzerinden atlayıp kaçmış.”
Aden bunun sürekli olan bir şey olduğunu düşündü.
“Yatacak bir yer bulamayınca geri döner, merak etme.” dedi ve arkasını dönüp, evin içine göz attı. “Babam seni görmesin, git buradan.” diye ekledi.
“Görse ne olacak? burası sadece sizin araziniz değil, burada siz yokken ben vardım.”
“Evet ama seninle ve Hakan amcayla konuşmamızı tamamen yasakladı. Seni burada görürse yine sorun çıkar.”
Okan cevap veremeden, Aden’in evinin oturma odasının ışığı açıldı ve açık duran kapıdan dışarı yayıldı. Aden ışığı görünce içeriye kaçamak bir bakış atıp, tekrar Okan döndü. Okan çoktan arkasını dönmüş evine doğru ilerliyordu. O sırada Aden, annesinin sesini duydu.
“Aden...”
Aden koşar adımlarla eve girip kapıyı kapattı ve ayağındaki botlarını çıkardı. Annesi üzerindeki geceliğiyle ve yere kadar uzanan yün hırkasıyla, oturma odasının tam ortasında dikilmiş ona bakıyordu.”
“Neden uyandın?” diye sordu Aden, hiçbir şey olmamış gibi odasına doğru ilerleyerek. Annesi de sorular sorarak onun peşinden gitti.
“Kimle konuşuyordun? gecenin bu saatinde dışarıda ne işin var?”
“Okan abiyle konuşuyordum anne. Tavuğu kaçmış, yana döne onu arıyordu.” dedi ve üzerindeki montunu çıkardı.
“Başkasının tavuğundan sana ne? neden dışarı çıktın?”
“Bir ses duydum, bakmak için çıktım sonra da onunla karşılaştım anne. Bu kadar büyütmene gerek yok.” dedi Aden yatağına uzanırken.
Annesi de kollarını bağlamış, hesap soran bir tavırla ona bakmayı sürdürüyordu.
“Baban onlarla konuşmanızı yasaklamadı mı?”
“Evet anne, bu yüzden ona bir şey söyleme. Burası sadece bizim değil, bize bir zararı da yok. İstediği yerde dolaşabilir, öyle değil mi?”
Annesi bağladığı kollarını açıp iki yana sarkıttı ve Aden’e yaklaşıp, yatağın kenarına oturdu.
“Otur, konuşacağız.” dedi, emreden bir tavırla.
Aden yatağına iyice gömüldü ve yorganını başına kadar çekti. Akşamın bu saatinde annesiyle tartışmak istemiyordu.
“Kendine geldin anlaşılan, tartışmak için yer aradığına göre...” dedi Aden, boğuk bir sesle.
Annesi yoganı tutup çekti ve Aden’in üzerini açtı. Sonra kolunu tutup çekiştirerek yattığı yerden kaldırdı.
“Kalk dedim sana! konuşacağız.” dedi Şermin, dişlerini sıkarak. Aden dudağını ısırarak bir süre annesine baktıktan sonra, geriye doğru gitti ve yatağın başlığına yaslandı. Sonra kollarını bağlayıp, başını yana çevirerek umursamaz bir tavır takındı. Annesiyle göz teması kurmaktan kaçınıyordu çünkü onu artık umursamıyordu. Tıpkı annesinin onu umursamadığı gibi. Artık onunla konuşurken kısık sesle, zor anlaması için karmaşık bir şekilde konuşuyordu.
“Evi neden yaktın?” diye sordu Şermin, net bir şekilde. Aden ona bakmadan, yine ağzının içinde geveleyerek cevap verdi.
“Benim yaktığımı nereden biliyorsun, gözünde gördün mü?”
“Gözümle görmeme gerek yok. Polis ve itfaiye tutanakları var. Onlar yalan mı söylüyor? Onlara mı inanacağım yoksa senin gibi işe yaramaz bir çocuğa mı? Söylesene, bize zarardan başka ne verdin? hiçbir şey... sadece zararın var, başka hiçbir halta yaradığın yok.”
Aden bu kez annesine döndü ve onunla göz teması kurdu. Yaslandığı yerden doğrularak annesine yaklaştı ve gözlerini kısıp, kaşlarını çattı.
“Bunca zaman Tanrı’nın lütfuydum, sonra Tanrı’nın cezası oldum. Şimdi de hiçbir halta yaramayan, zarardan başka bir şey vermeyen bir yaratık mı oldum anne? Beni sen doğurdun, kendi doğurduğun yaratığı mı beğenmiyorsun?” diye söylendi Aden, alaycı bir tavırla.
Şermin’de ona yaklaştı ve dişlerini sıkarak söylendi.
“Böyle bir yaratık olacağını bilseydim seni de bırakırdım.” Şermin son sözünü söyledikten sonra, aniden sözünü değiştirdi. Bunu söylediğine pişman olmuş gibi bir hali vardı. Aden onun bu sözünü algılamakta zorlandı.
“Seni de bırakırdım derken?” diye sordu, başını yana eğerek.
“Diğer evdeki her şeyimi bıraktığım gibi seni de bırakırdım. Anlıyor musun? nasıl ki onlar artık bir işime yaramıyor, senin de onlardan bir farkın yok.” dedi ve ayağa kalktı. Odadan çıkmak için kapıya yöneldiğinde, Aden aninden yataktan çıktı ve annesinin arkasından gitti.
“Dur! ne demek istedin? neden böyle bir şey söyledin?” diye sordu ısrarla.
Annesi durdu ve arkasını dönüp, boş gözlerle ona baktı.
“Yat yerine ve uyu! oğlumu uyandıracaksın.”
Annesi arkasını dönüp odadan çıktığında, Aden olduğu yerde kala kaldı. Oğlumu uyandıracaksın... Aden, annesinin onu artık eskisi gibi sevmediğini biliyordu ama ondan bu kadar nefret ettiğini bilmiyordu. Şimdi öğrenmiş olmuştu. Yatağına dönüp tekrar yorganın içine girdi. Bütün gece yatakta dönüp durdu ama bir türlü uyuyamadı. Düşündüğü tek şey annesinin son söyledikleriydi. Böyle bir yaratık olacağını bilseydim seni de bırakırdım. Bunu ne için söylemişti? Dediği gibi eski evlerinde kalan ve artık ihtiyacı olmayan eşyaları için mi? yoksa Aden’in bilmediği bir şey vardı da ağzından mı kaçırmıştı? Bunu söyledikten sonra pişman olmuş gibi görünmüştü. Bunun nedenini de anlayamıyordu. Bu sözü söyleyerek Aden’i kırdığı için mi pişman olmuştu yoksa söylememesi gereken bir şeyi ağzından kaçırdığı için mi? Annesi artık saçmalamaya başlamıştı. Neyi ne amaçla söylediğini ne düşündüğünü ve ne hissettiğini anlamak çok zordu. Aden çoğu zaman annesinin söylediklerine anlam veremiyordu. Bunları düşünürken de çoğu zaman, şimdi olduğu gibi geceleri uykusuz kalıyordu. En iyisi annesini kısa zamanda bir doktora götürmekti. Ama bu düşünceden hemen vazgeçti. Onu düşünmeyen bir insanı o neden düşünecekti ki? Ne halin varsa gör! diye geçirdi içinden. Hava aydınlanmaya başladığında, kısa bir süre uyuya kalmıştı. Gözlerini açtığında odanın içine gün ışığı doluyordu. Evin giriş kapısının çaldığını duydu. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama bugün hafta sonu olduğundan, okula gitmeyecekti. Kapıyı çalanın, hala kaçan tavuğunu arayan Okan olduğunu düşündü. Annesinin ya da babasının kapıyı açmasını bekledi ama hiç kimse açmadı. Evde vurulan kapı dışında çıt yoktu. Aden bıkkın bir şekilde yatağından kalkıp, uyuşuk bir şekilde odadan çıktı ve kapıya doğru ilerledi. Bütün gece uyumadığından dolayı yorgundu. Gözleri yanıyor, başı dönüyordu. Kapının arkasındaki kişiyi bir an önce göndermek için kapıyı sert bir şekilde açtı. Sonra kala kaldı. Karşısında iki tane üniformalı polis memuru duruyordu. Aden neler olduğunu anlamaya çalışırken, babasının uyuşuk sesini duydu.
“Ne oldu, kim gelmiş?” Aden arkasını dönüp babasına baktı. O cevap veremeden babası kapıya yaklaşmış, polis memurlarını görmüştü.
“Yine ne oldu?” diye tekrar sordu babası.
Memurlardan biri kapıya iyice yaklaşıp sordu.
“Aden EREZ’i arıyoruz. Kendisi burada mı yaşıyor?” Memurun soğuktan donduğu ses tonundan belliydi ama bunu belli etmemeye çalışıyordu. Muhtemelen evin daha sıcak olduğunu düşündüğünden dolayı kapının eşiğinden içeri girmişti. Aden kapıyı açtığında dondurucu soğuk önce evi, sonra da tüm bedenini sarmıştı ama şu an midesi yanıyor, elleri titriyordu. Tüm vücudu yavaş yavaş alevlere teslim oluyordu. Bu kez onu gerçekten alıp götüreceklerdi. İyi ama kendi evini kundaklaması neden bu kadar büyük bir sorun olmuştu? Ortada şikâyet ya da şikâyetçi yoktu. Başka birine zarar vermemişti, sadece kendisine zarar vermişti. Belki bir psikoloğa gönderebilirlerdi. Ya da sosyal hizmetlerden bazı yardımlar alabilirdi ama bu yaptığı, göz altına alınmasını gerektirmiyordu. En azından Aden böyle düşünüyordu.
“Benim.” dedi Aden, kısık sesle. Belki de Mert’in kaybıyla ilgili gelmişlerdi ve ona bazı sorular soracaklardı. Sonra Mert’in ona yaptıklarıyla ilgili sorular soracaklar, babası da her şeyi öğrenecekti. Aden bunları düşününce yutkundu. O sırada arkadan annesini sesi duyuldu.
“Kim gelmiş yine?” diye sordu, kapıya doğru yaklaşarak.
Memur kimseye cevap vermeden, işini bir an önce halletmek için kısa bir açıklama yaptı.
“Sizi cinayet şüphesiyle göz altına alınıyoruz, elimizde mahkeme kararı var. Sessiz kalma hakkına sahipsin. Avukatın varsa çağırabilirsin.”
Memur konuşurken aynı anda belinden kelepçesini çıkarıyordu. Aynı zamanda bıkkın bir hali vardı.
Bu durum başkaları için heyecanlı şeyler olabilirdi ama anlaşılan memur bu tür şeyleri o kadar çok yapmıştı ki, bu onun için artık sıradan bir şey haline gelmişti. Aden’i kolundan tutup arkasını çevirdi ve ellerini arkadan kelepçeledi. Aden neler olduğunu algılayamadı. Hala uykuda olduğunu, bunun bir çeşit kâbus olduğunu düşünüyordu. Hiçbir şey hissetmiyor, boş gözlerle tam karşıya, duvara bakıyordu. Birazdan annesinin gelip onu uyandıracağını düşünüyordu, hatta bunu bekliyordu ama annesi onu uyandırmak yerine “Ne cinayeti?” diye sormuştu. Babası ise söylenerek, koşar adımlarla Aden’in odasına gitti ve Aden’in montunu aldı. Sonra kendi montunu giyinip, ayağına botlarını geçirdi. Aden’in botlarını giydirirken, aynı anda Şermin ile konuşmaya başladı.
“Ben onlarla gidiyorum. Sen de hazırlanıp gel, tamam mı?”
Annesi ve babası telaşlanmıştı ama Aden hala bir şey hissetmiyordu. Ne hissedecekti ki? ne yaptığını, polislerin ne cinayetinden bahsettiğini bile bilmiyordu. Muhtemelen bir yanlışlık olmuştu. Bir çeşit isim benzerliği, iftira ya da ona benzer bir şey. Ne olduğunu şimdilik bilmiyordu ama bir yanlışlık olduğunu biliyordu. Kendisinden son derece emindi. Bu yüzden gayet rahattı. Hayatında sadece böceklerle karıncaları öldürmüştü, onun dışında hiçbir şey ya da hiç kimseyi öldürmemişti. Bu tamamen saçmalıktı. Bu olay aydınlandığında annesi, Aden’in üzerindeki pijamalarla apar topar göz altına alınmasına sebep olan kişilere yüklü bir tazminat davası açacak ve kazanacaktı. Hem böylece fazladan para kazanmış olacaklardı. Memurlar Aden’i polis aracının arka tarafındaki ızgarayla kapatılmış bölüme oturtup çift kanatlı kapıyı kapattıklarında, babası da arka koltuğa geçip oturdu. Sonra yan dönüp Aden’e baktı ve boş sözlerle onu teselli etmeye çalıştı. Tüm bunlar yaşanırken Aden’in düşündüğü tek şey polislerin bu araçla, karların yer yer iki metreye ulaştığı bu dağ başına nasıl geldikleriydi. Lastikler kar lastiği olabilirdi ama zincir yoktu. Onlar da araba kullanabiliyorlardı ama altlarında Jeep olmasına rağmen köy yollarında zorlanıyorlardı. Araba hareket edip ağır ağır ilerlerken babası memurlarla konuşmaya, neler olduğunu öğrenmeye çalıştı ama memurlar emniyete gidince gerekli bilgilerin verileceğini söyleyerek, hiçbir açıklama yapmadılar. Uzun ve sallantılı bir yolculuktan sonra araç durdu. Babası memurlarla beraber arabadan indi ve bir memur arka tarafa gelip kapıyı açtı. Sonra onu kolundan tutup araçtan indirdi. Emniyete gelmişlerdi. Binaya doğru ilerleyip içeri girdiler. Babası da peşlerinden geliyordu. Aden arabanın içinde yeterince ısınmıştı ama binaya girdiklerinde, kasları iyice gevşemeye başladı. Memurlarla beraber merdivenlere yöneldiler ve alt kata indiler. Babasını burada durdular, karşılarındaki kapının arkasına geçmesine izin vermediler. Babası Aden’in montunu onun omzuna koydu ve çaresizce kızını memurlara teslim etti. Orada dikilip Aden’in arkasından bakmakla yetindi. Her durumda her şeyi yapabilirdi ama şu an yapabileceği hiçbir ley yoktu. Karşısında devlet adamları vardı, aldıkları emir ne ise onu yerine getirmek zorundalardır. Uzun bir koridor yürüdükten sonra karşılarına bir kapı daha çıktı. Memur o kapıyı da açtığında buranın nezarethane olduğunu anladı. Onu demir parmaklıklı bölümlerden birine soktular ve ellerindeki kelepçeyi çıkardılar. Sonra kapıyı kapatıp oradan uzaklaştılar. Aden ahşap oturaklardan birine oturup, dizlerini göğsüne çekti ve ellerini bacaklarına doladı. Babasının omuzlarına koyduğu montu hala üzerindeydi. Binanın içi sıcacıktı ama burası çok soğuktu. Burada tutulan suçlular için ısıtıcı çalıştırarak masrafa ya da zahmete girmemişlerdi. Ortalık korkunç derecede sessizdi. Nezarethanedeki tüm bölümler boştu, buna şaşırmıştı. Koca nezarethanede sadece o vardı. Onu burada unutmamalarını umuyordu. Gerçi unutulacağını sanmıyordu, buradaki bölümlerden birine illa ki bir suçlu gelecekti ve onu getiren memurlar Aden’i göreceklerdi. Ne kadar zaman geçtiğini anlayamamıştı ama muhtemelen birkaç saat geçmiş olmalıydı. İçeri birileri girdi, birden fazla kişi oldukları belliydi. Ayak sesleri Aden’in beklediği yere doğru yaklaşıyordu. Tahmin ettiği gibi bir suçu getirmişlerdi. Genç bir çocuğu tam karşıdaki bölmeye soktular. Bir memur onun ellerindeki kelepçeleri çıkarırken, genç çocuk sanki tüm yetkiler memurlardaymış gibi onları suçsuz olduğuna ikna etmeye çalışıyordu.
“Yanlış yapıyorsunuz! ben bir şey yapmadım! hepsi bir tuzak, anlamıyor musunuz?”
Aden, gencin bu sözlerini duyunca başını evet anlamında salladı ve kesin öyledir, diye geçirdi içinden. Nedense herkes masumdu, herkese tuzak kuruluyor ya da iftira atıyordu. O halde bunca suçu kim iliyordu? Aden bunu düşününce birden durakladı. Kendisi de masumdu, ona da tuzak kurulmuştu, o da iftiraya ya da bir yanlış anlaşılmaya kurban gitmişti. Bu herkesin başına gelebilirdi. Aden’in başına geldiyse başkalarının da başına gelebilirdi. Bunu düşündükten sonra o gençle alay etmeyi bıraktı.
Memurlar genci orada bırakıp kapıyı kapattıktan sonra, Aden’in bulunduğu bölüme doğru ilerlediler. İçlerinde biri demir parmaklıklı kapıyı açıp Aden’e yaklaştı.
Biraz önce gencin bileklerinden çıkardığı kelepçeleri Aden’in bileklerine taktı ama bu kez arkadan değil, önden... Sonra Aden’i kolundan tutup nezarethaneden çıkardılar. Asansöre bindiler ve memur 4 numaralı düğmeye bastı. Asansör durdu ve kapıları açıldı. Bu kez de sorgu odalarının bulunduğu bir bölüme girdiler. Aden bu kez işin ciddiyetini anlamaya başlamıştı. Onun ifadesini falan almayacaklardı, onu ciddi ciddi sorgulayacaklardı. Bunu genelde bir numaralı şüphelilere suçlarını itiraf ettirmek ya da suçu kanıtlanmış kişilerden suçun sebebini öğrenmek için yapıyorlardı. Muhtemelen Aden’i de bir numaralı şüpheli olarak görüyorlardı ve ona işlemediği bir suçu itiraf ettirmeye çalışacaklardı. Ama Aden onlara ne anlatacaktı? Hiçbir şey bilmiyordu. Neyden bahsettiklerini, neden burada olduğunu bilmiyordu. İşlemediği bir suçu itiraf edemez, bilmediği bir konu hakkında bir şey anlatamazdı ama polisler, hiçbir şey bilmediği bir olayla ilgili bilgi almak için onu buraya getirmişlerdi. Birilerinin onunla oyun oynadığını anlamaya başlamıştı. Belki de bunu yapan Mert’ti. Belki de ona iftira atarak ya da tuzak kurarak buralara düşmesine o sebep olmuştu. Belki de intikamını bu şekilde alıyordu. Ama Aden bunu bir şekilde ispatlayacak, suçsuz olduğunu kanıtlayacaktı. Ayrıca avukatlığını yapacak olan annesi, Aden’e bunu yapan her kim ise ona bunun bedelini ödetecekti. Bu onun siciline işleyecek en berbat şeylerden biriydi. Bir cinayet şüphelisi olarak göz altına alınmak ve sorgulanmak... Bu onun hayatını her konuda çok kötü etkileyecekti. Sorgu odasına girdiklerinde, memur onu odanın tam ortasındaki masanın iki yanında bulunan sandalyelerden birine oturttu ve bileğindeki kelepçeleri çıkarıp oradan ayrıldı. Sanki her an her şeyi yapabilecek azılı bir suçluymuş gibi gördüğü bu muamele ona komik geliyordu. Buradan asla kaçamazdı, memurlara zarar veremezdi ama onlar bunların olma ihtimaline karşı tedbir alıyordu. Aden onların kendisinden korktuklarını düşünüyordu, ondan korktukları için bunu yapıyorlardı. Biraz sonra odanın kapısı açıldı ve içeri iki kişi girdi. Aden onları hemen tanıdı. Eski evlerinde çıkan yangını soruşturan komiserlerdi. Burada ne işleri vardı anlayamamıştı. Kadın komiser Aden’in karşısındaki sandalyeye otururken, adam da kadının yanında ayakta dikiliyordu.
“Beni tanıdın mı Aden?” diye sordu genç kadın, son derece nazik bir tavırla.
Aden cevap olarak, başını evet anlamında salladı.
“Yangın ile ilgili soruşturmayı yürüten ekipte olmam dışında...” diye ekledi kadın.
Aden bu kez bir süre durdu ve düşündü. Hayır, bu kadını daha önce hiç görmemişti ama ona konuşarak cevap vermek yerine, bu kez de başını yana eğip dudağını büktü.
“Hakan’ın torunuyum Aden. Melisa, nasıl hatırlamazsın?” diye geveledi kadın, hayal kırıklığına uğramış bir şekilde. Muhtemelen yapmacık bir hayal kırıklığıydı. Aden onun kim olduğunu duyunca, şaşkınlıkla kaşlarını çattı. Melisa’yı tanıyordu ama karşısındaki kadını tanımıyordu. Bir insan nasıl bu kadar değişebilirdi? Gerçi erkekler çoğu zaman aynı kalırdı ama kadınlar çok faza değişirdi. Aden onu tanımazken o Aden’i nasıl tanımıştı? Onun polis memuru olduğunu duymuştu, bir cinayet masası komiserliğine terfi ettiğinden haberi yoktu. Nereden olacaktı ki? onu en son ne zaman gördüğünü bile hatırlamıyordu, hatta karşısında oturmasına rağmen onu tanımamıştı.
“Hatırladım.” dedi Aden, sonunda. “İlginç bir tesadüf...”
“Evet. Bir zamanlar saklambaç oynayıp ellerimle dondurma yedirdiğim bir kızı, bir gün cinayet şüphelisi olarak sorgulayacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Hayat işte...”
“Evet, hayat... İnsanın başına her şey gelebilir. Tıpkı benim suçsuz yere yatağımdan alınıp, pijamalarımla burada oturduğum gibi.” dedi Aden, alaycı bir tavırla. Kollarını bağmış, gözlerini melisaya dikmiş öylece duruyordu. Aralarında fazla yaş farkı yoktu ama melisa ona her zaman ablalık taslamıştı. Hatta bazen bir anne gibi davranmıştı. Bunları onu gerçekten sevdiğinden mi yoksa kendilerini anne kız gibi hayal edip, evcilik oynadığından mı yapmıştı bilmiyordu. Aden şu an yorgunluk ve uykusuzluktan dolayı gözlerini güçlükle açıyor, kelimeler ağzından güçlükle çıkıyordu. Bunu ne kadar saklamaya çalışsa da başarılı olamıyordu.
“Şu an neden burada olduğunu biliyor musun?” diye sordu melisa. Ellerini masanın üzerinde birleştirmiş, ona doğru eğilmişti.
“Hayır.”
“Bir cinayet şüphelisi olarak buradasın Aden.”
“Bunu memurlarda söyledi. Ama böyle bir şey yapmadığım halde neden burada olduğumu bilmiyorum.”
“Önce evin yandı, sonra eski sevgilin ortadan kayboldu, sonra da şehrin dört bir yanında parçaları bulundu. Buna ne diyeceksin Aden?”
Aden’in başından aşağı kaynar sular döküldü. Bunu duyunca bağladığı kollarını açarak, ellerini masanın üzerine koydu ve Melisa’ya yaklaştı. Doğru duyup duymadığını anlamak için ona dikkat kesilerek surdu.
“Ne dedin sen?”
“Mert’ten bahsediyorum Aden. Ölü bulundu, daha doğrusu parçaları...”
Aden birkaç saniye o şekilde kala kaldı, resmen taş kesilmişti. Gözlerini fal taşı gibi açmış, ağzı bir karış açık kalmış ve farkında olmadan nefesini tutmuştu. Kendisini toparlayıp gözlerini kapattı ve derin derin nefes alıp verdi. Eğer onunla alay etmiyorlarsa ve bu gerçekse, Aden artık özgürdü. O pislikten tamamen kurtulmuştu. Artık başında mert diye bir bela yoktu. Artık rahat bir nefes alabilecekti. Bilinçsizce gülümsedi ve rahatlamış gibi derin bir oh çekti. Gözlerini tekrar açtığında, Melisa’nın ona kilitlenmiş gözleriyle ve ifadesiz suratıyla karşılaştı. Gülümsediğini de o an fark etti. Tekrar ciddiyete büründü ve başını dikleştirip, arkasına yaslandı. O an aklına rüyası geldi. Bu kez de kaşlarını çatıp, gözlerini kıstı. Bir eliyle çenesini sıvazlayarak, gözlerini tek noktaya sabitledi. Melisa’nın dediğine göre Mert öldürülüp parçalara ayrılmış ve parçaları, şehri farklı yerlerine dağıtılmıştı. Tam da Aden’in rüyasında gördüğü gibi. Tam da hıncını almak için ona yapmak istediği gibi. Ama bunu kendisi değil, bir başkası yapmıştı. Onun düşündüğü ve hatta rüyasında gördüğü gibi öldürülmüştü. Bu nasıl bir tesadüf olabilirdi? ayrıca onu kendi elleriyle öldürmesi ve kendi elleriyle parçalara ayırması gerekiyordu. Ama birileri bunu çoktan yapmıştı. Aden’e yapacak bir şey kalmamıştı. Bunu yapamadığı ve rüyasını gerçekleştiremediği için başına felaketler gelecekti. Ufak tefek, basit şeyleri yapmadığında başına basit kötülükler geliyordu. Ama bu çok büyük ve önemli bir şeydi. Bu yüzden başına çok büyük felaketler gelecekti. Bunu dikkatle düşünmesi ve başına gelecek olan her türlü felakete karşı önlemini alarak, kendisini koruması gerekiyordu. Bunları düşünürken o kadar dalmıştı ki, Melisa’nın sesiyle yerinden sıçradı.
“Onunla aranda bazı sorunların olduğunu biliyoruz Aden. ayrıca onunla en son görüşen kişi de sensin.”
“Bu beni katil yapmaz!”
“Haklı olabilirsin ama evini kundaklaman, bazı psikolojik sorunlarının olduğunu gösteriyor. Belki böyle bir potansiyele de sahip olabilirsin. Sonuçta planlı cinayet işleyen insanların çoğu bunu yapmaya, basit suçlardan başlıyor.”
Aden tekrar kollarını bağladı ve umursamaz bir tavır takınmaya devam etti.
“Nesin sen? psikolog mu, polis mi?”
“İkisi de...”
“Ben kimseyi öldürmedim, ama ona bunu kim yaptıysa ellerine sağlık.”
Aden bunu gayet bilinçli ve istekli bir şekilde söylemişti. Melisa ve Fırat onun bu sözünü duyunca şaşkına döndüler. Bu sözü söylemesi onun katil ya da katil potansiyeline sahip olduğunu göstermezdi, Aden böyle düşünüyordu ama bir polis bunun tam tersini düşünebilirdi. Bu sözünden sonra melisa ona daha da dikkat kesildi.
“Onun ölmesini mi isterdin?” diye sordu, bakışlarını onun üzerinden ayırmadan.
“Elbette isterdim, onun bana yaptıklarını bilseydiniz siz de bu işin peşini bırakırdınız.”
“Ne yaptı sana?” diye araya girdi Fırat.
Aden başını başka yöne çevirdi. Bunu onlara anlatıp anlatmamak konusunda kararsızdı çünkü utanıyordu. Gerçi onun bir suçu yoktu, bunları kendi isteğiyle yapmamıştı ama bu kadar saf olduğundan ve başına gelenleri aylarca anlamayacak kadar salak olduğundan utanıyordu. Yine de yapamadığı bir şeyle ilgili suçlanmaktansa, bunları anlatmayı tercih etti.
“Bunları size bir şartla anlatırım!” dedi Aden, onlara bakarak. İkisi de karşılık vermeden ona bakıyordu. Aden devam etti. “Bunları annem ile babam kesinlikle öğrenmeyecek! Anlaştık mı?”
“Pazarlık yapacak durumda değilsin küçük hanım.” dedi Fırat, itiraz kabul etmediğini belirten bir tavırla.
Aden derin bir iç çekti. Başka çaresi kalmadığını anlayınca konuşmak zorunda kaldı.
“O beni pazarlıyordu.”
Melisa ile Fırat bir süre şaşkınlıkla birbirlerine baktılar, sonra ikisi de aynı anda Aden’e döndüler.
“Nasıl yani? fuhuş mu yaptırıyordu?” diye sordu Melisa, dehşet içinde.
“Tam olarak öyle sayılmaz. Sadece erkeklerle muhabbet ediyordum, aynı masada oturuyordum. O da erkeklerden para alıyordu.”
“Bunu kendi rızanla mı yapıyordun?”
“Hayır tabi ki, bundan haberim bile yoktu. Her şeyi üstü kapalı bir şekilde yapıyordu. Bir mekâna gittiğimizde bir süre sonra bir erkek gelip ona selam veriyor, arkadaşıymış gibi masamıza oturuyordu. Sonra Mert tuvalete gideceğini söyleyerek masadan kalkıyor, yarım saat, bazen bir saat gelmiyordu. Ben de erkeklerle sohbet ediyorum. Bazen erotik muhabbetlere giriyorlardı. Ama mert hepsini tembihliyordu, benim bu işi bilmeden yaptığımı hepsi bildiğinden dolayı, kimse beni bu tür muhabbetlere zorlamıyordu. Konuşmak istemediğimde konuyu değiştiriyorlardı. Kimse bana dokunmaya çalışmıyordu. Ergenliğini yeni atlatmış gençlerin, kendilerini tatmin etmek için başvurdukları dandik bir yöntem iste. Ama bunları her zaman birer tesadüf gibi gösteriyordu, üstü kapalı olarak yapıyordu. Tabi kimseden fiziksel anlamda zarar görmediğim için bunu hiçbir zaman anlamadım.”
“Peki seni pazarladığını nasıl öğrendin?” diye sordu Melisa, buz gibi bir sesle.
“En son görüştüğüm çocuk bana dokunmaya çalışmıştı, ben izin vermeyince de paramı peşin olarak ödediğini ağzından kaçırmıştı. O zaman anladım.”
“Sonra ne yaptın?”
Aden sanki başkasının yaşadığı bir olayı anlatıyormuş gibi, son derece rahat bir şekilde anlatmaya devam etti. Anlattıkça üzerinden büyük bir yük kalktığını hissediyordu. Bunları günlük defterinden başka hiç kimseye anlatmamıştı. Bu son derece utanç verici, aşağılayıcı bir şeydi. Kime anlatabilirdi ki? Ya ona inanmayacaklar ya da yargılayacaklardı. Bu sırrı o kadar uzun zamandır içinde tutmuştu ki, kendisini patlayacakmış gibi hissediyordu. Ama artık bu yüklerden kurtulmanın zamanı gelmişti. Mert’in başına gelenlerden onu sorumlu tutuyorlardı. Bunları anlatırsa eğer Mert’in nasıl bir pislik olduğunu, sorunlu olduğu tek kişinin Aden olmadığını anlayacaklar, başka insanları da sorgulayacaklar ve Aden’in üzerindeki suçlamalar düşünecekti. Böylece Aden hem bu işten kendisini kurtaracak hem de Mert’ten kurtulduğu için hayatına kaldığı yerden devam edebilecekti.
“Ondan ayrıldım. Ama o peşimi bırakmadı. Beraber... Şey...” Aden durakaldı ve Melisa’ya doğru eğilip, fısıldayarak devam etti. “Onunla yataktayken videolarımızı çekmiş. Bana o videolarla şantaj yapmaya başladı.” Bunu Fırat’ın duymasını istememişti ama Fırat her şeyi duymuştu. Yine de onu utandırmamak için sanki duymamış gibi davranmaya çalışıyordu.
“Nasıl şantaj yaptı, senden ne istedi?” diye sordu Melisa’da ona yaklaşarak.
“Beni pazarladığı zamanlarda kazandığı paraları ona ödemeye devam etmemi istedi. Yoksa o videoları önce aileme göndereceğini, sonra da internete yükleyeceğini söyledi. Ayrıca parmaklarımı koparacağını söyledi. Ben de uzun bir süre ona para vermek zorunda kaldım. Ama artık harçlıklarım ne bana yetiyordu ne de ona... Annemden ve babamdan para aşırmaya başladım ama paralarının kaybolduğunu anladıklarında bunu yapmayı bıraktım. Onu en son, polislerin bizi geçici olarak yerleştirdikleri pansiyonun yakınında gördüm. Beni yine tehdit etti ama artık para alamayacağını anlayınca, tehditlerinin işe yaramayacağını da anladı. Yanımdan gitmeden önce, tehditlerini gerçekleştireceğini ima eden bir şeyler söyledi ve gitti. Onu bir daha hiç görmedim.”
Melisa geriye yaslandı ve tekrar kollarını bağladı. Ona inanıp inanmamak konusunda kararsız gibi bir hali vardı. Haklıydı da... Hangi kadın aylarca pazarlanır da pazarlandığını anlamazdı ki? Anlaşılan bu ona saçma gelmişti ama gerçek buydu. İnanıp inanmamak ona kalmıştı.
“Mert’in telefon sinyali sizin kaldığınız pansiyonun yakınında kesiliyor ve bir daha hiç sinyal vermiyor. Birkaç gün sonra da parçaları bulunuyor, buna ne diyeceksin?” diye sordu Fırat.
Aden’in buna verecek basit cevapları vardı. Bu yüzden hiç tedirgin olmadı ve kendinden emin bir şekilde cevapladı.
“Yeni evimize taşındıktan sonra, okul haricinde evden hiç ayrılmadım. Önceki gün okuldan kaçtım ve kampüsün yakınındaki bir kafede vakit geçirdim. Dün ise bütün gün okuldaydım. Şahitlerim de var.”
Aden bunları söyledikten sonra okuldan kaçtığı gün kafede olduğuna şahit olanların, Mert’in en yakın arkadaşları ve en yakın düşmanları olan Tuğra ve Selim olduğunu hatırladı. Onlar, Aden için asla şahitlik yapamazlardı. Ama neyse ki kafenin güvenlik kameraları ve garsonu vardı. Ayrıca evde olduğuna şahitlik yapacak kişiler de ailesiydi. Ama Aden bir detayı atlıyordu. Ya cinayet gece vaktinde işlendiyse? Geceleri nerede olduğunu nasıl ispatlayacaktı? Sonuçta herkes uykuda oluyordu, kimse Aden’in nerede ne yaptığın bilemezdi, kimse onun bekçiliğini yapacak değildi. Yine de böyle bir ihtimal olsaydı söylemeleri gerekirdi ama söylememişlerdi.
“Cinayet zamanını henüz net olarak bilmiyoruz. Kaybolduğu zaman direk öldürülmüş de olabilir, bir süre alı konulduktan sonra da...” diyerek, devam etti Melisa. “Yarın sabah savcıya ifade vereceksin, onun kararına göre ya serbest kalacaksın ya da mahkemeye çıkacaksın.”
Aden anında irkildi. Bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı ama komiserler onun tek kelime daha etmesine fırsat vermeden odadan çıkmışlardı. Şimdi işi bitmişti onları ikna edip etmediğini bilmiyordu, bununla ilgili bir şey söylememişlerdi ama onları bile ikna edemediyse, savcıyı asla edemezdi. Belki de mahkemeye çıkacak, sonra tutuklanacak ve gerçek katil ortaya çıkana kadar hapiste kalacaktı. Evet, cinayeti işlediğine dair net bir kanıt yoktu ama işlemediğine dair de yoktu. Şimdilik tek şüpheli oydu. Bunun sebebi ise Mert’in ondan para koparmak için yanına gelmesi, para alamayacağını analınca onu son kez tehdit edip oradan gitmesi, sonra ortadan kaybolması ve dolayısıyla onu en son görenin Aden olmasıydı. Bu çok adaletsizdi. O pislik Aden’e yapamadığını bırakmamıştı. Belki de ona yaptığının daha beterini başkalarına yapmıştı ve sonunda birileri dişini gösterip, ona hak ettiği cezayı vermişti ama hiçbir suçu olmadığı halde suçlanan tek kişi Aden’di.
Yorumlar
Yorum Gönder