Aden'in Rüyası (Bölüm 9)
Buraya geldiklerinden beri evde kavga gürültü eksik olmuyordu. Babası Bora’nın valizinin kilidini kıracağını söylüyor, Bora o valize çok para verdiğini, bunu yaparsa evde kıyametin kopacağını söylüyor, annesi ise onların aralarındaki bu kavgadan dolayı çıkan gürültüden kafasının patlayacağını söyleyerek susmalarını istiyordu. Bunları söylerken eve geldiklerinden beri kavga gürültü çıkaranın ve kıyameti koparanın kendisi olduğunu unutmuş olmalıydı. Huzursuzluk çıkarmadığı tek bir şey olmamıştı. Henüz yerleri temizlenmeyen eve ayakkabılarıyla girdikleri, kapının arkasında uzun uğraşlar sonucu ördüğü kocaman ağında duran örümceği öldürmedikleri, valizleri yerde tekerleri üzerinde sürerek odalara götürdükleri için bağırıp durmuştu. Çıkardığı son tartışma bunların hepsinden daha saçmaydı. Evde yiyecek hiçbir şey olmadığı için babasıyla kavga etmişti. Yıllardır boş olan ve henüz birkaç saat önce geldikleri bir evde nasıl yiyecek bir şeyler olabilirdi ki? Evdeki yataklar toz içindeydi. Üzerlerindeki örtüler bile böceklenmiş, tozdan simsiyah olmuştu. Yanlarında yatak örtüleri vardı ama temizlik malzemesi almamışlardı. Evde bir çamaşır veya bulaşık makinası bile yoktu. Bulaşık makinası o kadar da önemli değildi ama dedesine, ananesine bir çamaşır makinası bile almadığı için kızmıştı. En azıdan onu alabilirdi. Annesi bu evde gerçek anlamda delirecekti, Aden buna emindi. Evin temizliğini, market alışverişini ya da yemekleri kim yapacaktı. Aden bir an tüm bu işlerin kendisine kaldığını düşündü. Bu kulağa o kadar da korkunç gelmiyordu ama hem okula gidip hem bu işleri nasıl yapacaktı bilmiyordu. Sitede oturdukları zaman evlerine temizlikçi gelip gidiyordu ama şu an temizlikçi tutacak durumda değillerdi. Hem masraf yapamamaları gerekiyordu hem de küçük bir köy evine kimse temizlik yapmaya gelmezdi. Hem gelse bile bu çok saçma olurdu. Annesi bir an önce kendisini toparlayıp normale dönse iyi olacaktı. Aklına ilaçları geldi, onları içmeye devam etmeliydi. Defteriyle beraber onlar da kaybolmuştu. Yan etkilerine az çok dayanabiliyordu ama onları içmediği zaman vücudu onların yokluğuna dayanamıyor ve yan etkilerden daha çok eziyet ediyordu. Buraya geleli neredeyse dört saat olmuştu ama hala tek bir eşyasını bile yerleştirmemişti. Hem etraf çok kirliydi hem de geldiklerinden beri kavga gürültü eksik olmadığından, hiçbir iş yapmaya fırsat olmamıştı. Bir ara kendisini dışarı atmış, merdivenlerde oturup annesinin artık yorulup susmasını ya da uyuya kalmasını beklemişti. Ama annesinin kavga etmekten yorulmayacağını anlayınca tekrar içeri girmek zorunda kalmıştı çünkü dışarısı buz gibiydi. Gerçi içerinin de dışarıdan pek bir farkı yoktu. Babası sobayı yakabilmeleri için bacanın temizlenmesi gerektiğini söylemiş, saatlerce bacayla uğraşıp durmuştu. Sonunda temizlemişti ama bu kez de sobayı yakmak için uğraşmıştı. Etraftan topladığı ıslak odunları yakması yarım saati bulmuştu. Annesi yatak örtülerinden bazılarını oturma odasındaki koltukların üzerine sermiş, birine uzanmış uyuyordu. Bora ise babası soba ile uğraşırken sıcak bir şeyler yapabilmek için piknik tüpünde su ısıtıyordu. Aden’de kardeşiyle beraber kalacakları odadaki yataklardan birine oturmuş, nereden başlaması gerektiğine karar vermeye çalışıyordu. Bu oda her zaman onlara ait olmuştu. Dedesi, tatile geldiklerinde rahat etmeleri için onlara birer yatak, bir gardırop ve bir komodin almıştı. Sonunda böyle oturup düşündükçe bir şey yapamayacağını anladı ve düşünmek yerine harekete geçti. Valizindeki kıyafetlerinin arasından gözden çıkarabileceği bir kıyafet seçti. Sonra tuvalete gidip kıyafeti ıslattı ve tekrar odaya geçip komodini silmeye başladı. Her yerini güzelce silerek, yılların üzerinde kalıplaştırdığı tozları temizledi. Dışını temizledikten sonra çekmecesini açtı. O an donup kaldı. Gözlerini kocaman açmış, çekmecenin içindeki eşyalara bakıyordu. Elleri titremeye başladı. Başını çevirip, odaya birilerinin gelip gelmediğini kontrol etti. Sonra tekrar çekmeceye döndü ve elindeki ıslak bezi bir kenara bırakıp, çekmecenin içindekileri aldı. Vücudu korkudan inanılmaz derecede titriyordu. Rüyalarını yazdığı defteri ve kırmızı reçeteli ilaçları buradaydı. Buraya nasıl gelmişlerdi anlayamamıştı. Evdekilerden biri mi bulup getirmişti? Bunu onlara soramazdı. Eğer onlardan biri getirmediyse, haberleri olmayan bu ilginç şeylerden onları haberdar etmiş olacaktı. Yanan evlerine eşyalarını almak için gittiklerinde, onun odasına kendisinden başka kimse girmemişti. Ne annesi ne de babası... Tabi başka biri aldıysa bunu bilemezdi ama başkası almış olsa kayıp olmaları gerekirdi. Burada ne işleri vardı? Onların buraya geleceklerini hiç kimse bilmiyordu. Polislerden başka hiç kimse. Polisler de tüm işlerini bırakıp onunla oyun oynayacak değillerdi. İlaçları komodinin üzerine bırakıp yatağına oturdu ve defterini açtı.
Sayfaların arasında gezinirken bir şaşkınlık daha yaşadı. Pansiyondayken rüyasını yazdığı ve katlayıp cebine koyduğu kâğıt parçası sayfaların arasında duruyordu.
Aniden yerinden fırladı ve odanın içinde volta atmaya başladı.
Defteri parçalayacakmış gibi sıkıca tutuyor, dudağını ısırıyordu. Tüm vücudu titremeye devam ediyordu ama bu kez korkudan değil, öfkedendi. Bu defteri buraya her kim koyduysa evine girdiği yetmez gibi bir de pansiyonda kaldığı odasına girmişti. Hem de annesiyle babasının kavgasını dinlemek için onların kapısının önünde durduğu birkaç saniyelik kısa bir süre içinde. Artık emindi, bunu hem evine hem de pansiyondaki odasına giren biri yapmıştı, ama kim? Bora’dan şüphelenebilirdi. Çünkü odadan çıkarken Bora uyanıktı ve aynı odada kalıyorlardı. Belki de o kâğıda bir şeyler yazıp cebine koyduğunu görmüş ve Aden odadan çıkar çıkmaz onu cebinden almıştı. Ama evleri yandıktan sonra Bora o eve bir daha hiç gitmemişti. Onun eşyalarını annesi hazırlamıştı. Defteri almış olamazdı. Bunu başkası yapmış olmalıydı ama kim? Defteri kapatıp yatağın üzerine fırlattı ve başını ellerinin arasına alarak, iyice düşünmeye çalıştı. Hemen panik yapmasına gerek yoktu. Belki de bunu kendisi yapmıştı ama hatırlamıyordu. Bir keresinde böyle bir şey yaşamıştı. Kargocu kapılarının önüne birkaç paket bırakmıştı. Akşam annesi eve geldiğinde paketlerin nerede olduğunu sormuş, Aden ise bilmediğini söylemişti ve paketlerin çalındığını düşünmüşlerdi. Sonra güvenlik kameralarını izlemişler ve Aden’in paketleri bakasının kapının önüne bıraktığını fark etmişlerdi. Ama Aden bunu yaptığını hiç hatırlamıyordu. Belki şimdi de aynısı olmuştu. Belki de o eve gittiklerinde Aden defterini ve ilaçlarını yanına almış, sonra onları aldığını unutarak dakikalarca aramıştı. Belki son rüyasını yazdığı o kâğıt parçasını da defterinin arasına kendisi koymuş, buraya geldikleri anda defteriyle ilaçlarını komodinin çekmecesine koymuştu ve şimdi bunu hatırlamıyordu. Çünkü aklına bütün bunları yapacak hiç kimse gelmiyordu. Bunu yapan kişinin görünmez olması gerekirdi. Ya da arkasında mutlaka bir iz bırakması gerekirdi, ama bunu başkasının yaptığına dair hiçbir iz yoktu. Bunu kendisi yapmıştı. Bunu anlayınca, rahatlayarak derin bir iç çekti. Bu sorunundan bir an önce kurtulmalıydı yoksa yakında kafayı yiyecekti. Hem de annesinden daha kötü bir şekilde. Gece son derece rahatsız bir uyku çekmişti. Büyük bir gürültüyle gözlerini açtı. Odada tek başınaydı, Bora odaya gelmemişti. Sesin nereden geldiğini anlamaya çalışarak yatağından kalktı ve sallana sallana oturma odasına gitti. Tüm vücudu kaskatıydı ve gözleri yanıyor, başı dönüyordu. Hiç dinlenememişti. Oturma odasına gittiğinde annesinin ve Bora’nın koltuklara uzanmış uyuduklarını gördü. Babası ise diğer yatak odasından çıkmış, yumruklanan kapıya doğru ilerliyordu. Aden odanın tam ortasında durmuş, babasının kapıyı açmasını ve kapının arkasındaki kişiye haddini bildirmesini bekliyordu. Bora ile annesi o kadar yorulmuşlardı ki, ikisi de hiç kımıldamamıştı. Babası kapıyı açtığında iki tane adam göründü. Aynı anda içeriye buz gibi sabah ayazı doldu. Aden uykundan yeni uyandığından dolayı, soğuğu hissettiği an ürperdi. Adamlardan biri, babasının burnuna polis rozetini dayadı.
“Aden EREZ burada mı?” diye sordu aynı anda.
Aden kendi adını duyunca koşar adımlarla kapıya yaklaştı.
“Benim, ne oldu?” Evlerinin kundaklandığı zaten kanıtlanmıştı. Ama şimdi bunu Aden’in yaptığı da ispatlanmıştı ve onu almaya gelmişlerdi. İşi bitmişti.
“Sana birkaç soru sormamız gerekecek. İçeri girebilir miyiz?”
Aden’in cevap vermesine fırsat kalmadan babası araya girdi.
“İçerisi pek müsait değil, biz dışarı gelelim.” dedi ve koltuklardan birinin üzerinde duran montunu aldı. Aden’de koşar adımlarla odasına gitti ve montunu alıp dışarı çıktı.
“Konu neydi?” diye sordu babası.
Uzun boylu ve kirli sakallı olan adam Aden’e bakarak sordu. Elleri cebindeydi ve üşüdüğü her halinden belliydi. İçeri giremediklerinden dolayı hayal kırıklığına uğramışlardı ama içerinin de dışarısı gibi olduğunu bilmiyorlardı.
“Mert ÜNLÜ... Onu tanıyor musun?”
“Şey... Evet, ne olmuş.” diye sordu Aden, şaşkınlıkla. Buraya yangın için geldiklerini sanmıştı ama Mert’ten bahsediyorlardı. Ne olmuştu şimdi? Yoksa Mert ona bir çeşit iftira mı atmıştı?
“Onunla ne kadar yakındınız, hakkında ne biliyorsun?” diye sordu aynı adam. Diğeri hiç konuşmamıştı. İşi öğrenmek için onun peşinde dolaşan bir çırak gibi sadece diniyor, aval aval etrafa bakınıyordu. Burada olmaktan, hatta polis olmaktan memnun olmadığı her halinden belliydi.
“Sadece okuldan arkadaşım o kadar, pek samimi değiliz. Ne oldu ki?”
Adam başını dikleştirerek onu baştan aşağı süzdü, aynı anda sordu.
“Emin misin? onun eski sevgilisi olduğunu ve aranızın pek iyi olmadığını duyduk. Ayrıca seni bir konuda tehdit ediyormuş.”
Babası araya girdi.
“Tehdit mi? kızımı mı tehdit etmiş?” sonra Aden’e döndü. “Neden aban bir şey söylemiyorsun?”
Polis, Levent’e Aden ile yalnız konuşmak istediğini söyledi. Babası Aden’e kaçamak bir bakış attıktan sonra içeri girdi ama pencereden onları seyretmeye devam ediyordu.
“Mert kayıp! ailesi dünden beri ondan haber alamıyor. Ve sen küçük hanım, bu konu hakkında epey bilgi sahibi olmalısın.”
“Kayıp mı olmuş? Ben hiçbir şey...”
“İnkarını başka zamana sakla, şu an sorularımızı yanıtlaman gerek. Donuyoruz burada. Arkadaşları Mert’in senden şantajla para kopardığını söylüyorlar. Üstelik en son görüştüğü kişi senmişsin.”
“Bana yaptığı şantajdan dolayı onu sorguya çekmeniz gerekirken buraya gelmiş bana mı hesap soruyorsunuz?” diye çıkıştı Aden. Adam cevap vermeden gözlerini ona dikti. Aden onun bu bakışlarından ne demek istediğini hemen anladı. Mert’in kaybolduğundan bahsetmişti, kayıp olan birine hesap soramazlardı ama bulduklarında belki bunu da yapabilirlerdi. “Onun nerede olduğundan haberim yok, serserinin teki... kim bilir nerede ne haltlar yiyordur...”
“Emin misin? Çünkü sana yaptıkları kolay kaldırılacak şeyler değil.”
Aden arkasını dönüp, pencereden onları izleyen babasına baktı. Sonra tekrar polise dönüp, yalvarır bir tavırla karşılık verdi.
“Ailem bunu duymasın! Lütfen. Yemin ederim onun nerede olduğundan haberim yok. Hiçbir şey bilmiyorum.” Aden İyice tedirgin olmaya ve sinirlenmeye başlamıştı. Hiçbir şey yapmadığı halde polisler bu kayıptan dolayı ondan şüpheleniyorlardı. Ona bir şey yapmış olsa ve polisler ona bunun hesabını sorsa, şimdi olduğundan daha iyi hissederdi.
“Karakola gidip yazılı ifade vermen gerekecek. İki gün içinde gidersen iyi olur, bir yere de kaybolma!”
Polisler arkalarını dönüp araçlarına doğru ilerlerken, Aden onların arkasından bakakaldı. O sırada karşıdaki evin önünde durmuş onları seyreden bir adam gördü. Adam polislerin gittiğini ve Aden’in ona baktığını fark edince aracına bindi. Aden derin bir iç çekti, bu işle nasıl baş edeceğini düşünüyordu. Pislik herifin varlığı da belaydı yokluğu da... üstelik rüyasını gerçekleştirmek için yaptığı planları da suya düşmüştü. Planını yapmıştı yapmasına ama sonuçta hayatında ilk kez bir cinayet işleyecekti. Bu yüzden uzun bir süre bekleyerek cesaretini toplamalıydı. Ama Mert beklememişti, ortadan kaybolmuştu. Onu bir şekle bulup işini halletmesi gerekiyordu. Başına gelecekler umurunda değildi çünkü asıl belayı, onu öldüremezse yaşayacaktı.
Yorumlar
Yorum Gönder