Aden'in Rüyası (Bölüm 26)


“İşte, elimizde olanlar bunlar.” dedi Melisa, dosyaları orta sehpanın üzerine bırakarak. Melisa tüm bu belgeleri emniyetten gizlice aldığı, daha doğrusu çaldığı için bunları herhangi bir yerde inceleyemezlerdi. Bu yüzden Melisa’nın evine gitmek zorunda kalmıştı. Şu an ikisinden başka kimse yoktu ama birazdan Fırat’ta gelecekti. Önder dosyalardan birini eline alıp kapağını açarken, Melisa ayağa kalktı.
“Çay mı istersin kahve mi?”
“Kahve, her zamanki gibi olsun.”
Melisa mutfağa gittiğinde, Önder önündeki dosyalarla baş başa kaldı. Elindeki dosyanın kapağını açtığı an onu parçalanmış ceset ve olay yeri fotoğrafları karşıladı. Önder kaşlarını çatarak, şaşkınlık içinde fotoğraflara baktı. Uzun zamandır ceset ya da herhangi korkunç bir şey görmediğinden, bunlar onu biraz ürkütmüştü. Aslında daha çok kanı donmuştu. Karşısındaki fotoğrafta bir çift kol vardı. Her yeri çamurla ve kanlarla kaplı bir çift kol. Bir çöp konteynırının dibinde, küçük bir kan gölünün ortasında duruyordu. Etrafı karlarla kapıydı ama görünüşe bakılırsa kanlar, uzvun bırakıldığı yerdeki karı eritmişti. Katil onları bir torbaya koymamıştı. Benzerlerinin aksine onları ulu orta bırakmıştı. Uzuvların durumu bunu gösteriyordu. Bir başka fotoğrafta aynı durumda olan bir çift bacak, başka birinde kurbanın gövdesi ve son olarak bir camın dibinde, yerde duran bir kafa. Hepsi aynı durumdaydı. Hepsi de herhangi bir şeye koyulmadan ulu orta bırakılmıştı. Önder bir sonraki dosyaya geçtiğinde Melisa salona geliyordu.
“Onda ifadeler var ama işe yarar hiçbir şey yok.” dedi koltuğa otururken.
“Bu parçaları katil mi ulu orta bırakmış, yoksa meraklılar mı çıkarmış.”
“Hiç kimse dokunmamış, hepsi ulu orta bırakılmış. Ayrıca bir detay daha var. Fotoğraflarda pek belli olmuyor ama kanlar taze.”
“Anlamadım.”
“Parçaları bulanlar polislere haber verdikten sonra, polisler iki ila beş dakika arasında olay yerlerinde oluyorlar. Yaklaşık on dakika da olay yeri inceleme ekiplerinin gelmesi sürüyor. Teknisyenler parçaları incelemeye başladıklarında, parçaların hala sıcak olduğunu söylediler. Ayrıca görgü şahitleri de onları bulduklarında hala kanlar damladığını söylüyorlardı.”
“Bunun anlamı ne?”
“Yani katil, kurbanı kaçırmış ve bir süre alı koymuş. Şehrin uyanmaya başladığı bir zamanda da onu parçalayıp kolayca bulunacak yerlere bırakmış. Tahminime göre katil kişisel bir intikam alıyor olabilir. Belki de kurbanın parçalarının ailesi tarafından bulunmasını istedi. Çünkü kurbanın evine ykaın bölgeler seçilmiş. Aksi halde onları bu şekilde açık seçik ortada bırakmazdı, hem de göz önünde olan yerlere. Normalde katiller, kurbanlarını bir şekilde yok ederler ya da saklarlar. Ama bu katil öyle yapmamış. Bulunmasını istemiş.”
“Peki parçalar neden hala sıcakmış? Cesedi parçalayıp farklı yerlere bırakıyor ve bunların hepsini, hala sıcak kalacağı bir şekilde hızlı mı yapıyor.”
“Bunu henüz anlayamadık. Ama özellikle kamera görüntülerinin olmadığı yerleri seçmiş. Elimizde hiçbir görüntü yok. Belli ki çevreyi iyi tanıyor. Ayrıca ya yakın civarlarda oturuyor ya da bu işi yakın civarlarda yaptı. Çünkü aksi halde parçalar bu kadar sıcak, kan bu kadar taze olamazdı. Bu işi bu kadar kısa sürede yapabilmek için aynı zamanda kurbanı etkisiz halde bırakmış. Çünkü kurban canlı canlı parçalanmış.”
“Canlı mı?” diye sordu Önder, yüzünü buruşturarak. Tüylerinin ürperdiğini hissetti. Aynı anda midesi bulanmaya başlamıştı. Melisa kaşlarını çatarak sordu.
“Ne yani, bu kadar mı paslandın?”
“Ne?”
“Sana parçaların sıcak, kanın taze olduğunu söylüyorum. Yoksa kurbanın parçalanırken ölü olduğunu mu düşündün?”
Önder belirsizce elini savurdu. Sonra çenesini sıvazlayarak elindeki ifade dosyasını orta sehpanın üzerine bırakıp, başka bir dosya aldı. Melisa devam etti.
“Ailesinden öğrendiğimiz kadarıyla okuldaki bazı gruplarla iletişimi varmış. Bazen gizlice onlara katılıyormuş. Sado Mazoşizm, LGBT, bu tür grupların içindeymiş. Yani tam olarak değil ama hemen hemen girmeye çalışıyormuş. Birkaç kere evden de kaçmış.”
“Uyuşturucu kullanıyor muymuş?” diye sordu Önder, hala midesi bulanıyordu.
“Ailesi kesinlikle kullanmadığını söyledi ama otopside, kanında uyuşturucu madde tespit edilmiş.
Sadece bir süre etkisiz halde bırakacak kadar. Yani katil onu zehirleyerek öldürmek istememiş. Parçalanırken canlı ve bilincinin açık olması için özen göstermiş. Ayrıca parçaların bazı bölgelerinde bocote ağacı parçacıklarına rastlanmış. Kurbanın bocote ağacından yapılmış bir masanın üzerinde parçalandığını düşünüyoruz. Katil cinayet işlerken bile lüksünden ödün vermemiş anlaşılan.”
“Bahsettiğin şey pahalı bir şey mi?”
“Çok pahalı. Bana kalırsa yaşadığı bir yerde öldürmüş olmalı. Ayrıca parçaların bulunduğu bölgeye yakın bir yerde.”
Önderin kafası karışmıştı. Duyduğu kadarıyla Mert, Aden’i pazarlıyordu, şantajla ondan para alıyordu. Çocuk uyuşturucu kullanmıyordu, peki bunca para nereye gidiyordu? gruplara mı? bir çeşit para akışı mı vardı? Belki de çocuk kumar oynuyordu ya da gizli bir şekilde uyuşturucu kullanıyordu. Sonuçta kimse ailesine gidip uyuşturucu kullandığını söylemezdi. Ayrıca birkaç kere evden kaçışmıştı. Bu zamanlarda neler yaptığını öğrenmeliydiler. Aklına, Melisa’nın bahsettiği pahalı ağaçtan yapılan mobilya geldi. Kim pahalı bir mobilyasının üzerinde bir ceset parçalardı ki? Aklına Aden geldi. Kullanılmış, kandırılmış, kinle dolu zengin bir kız. Üstelik Mert’in yaşadığı yeri de biliyordu. Önderin düşüncelerini, çalan kapı dağıttı. Fırat gelmişti. Melisa kapıyı açıp onu içeri aldığında, Fırat koşar adımlarla içeri girip Önder’in karşısındaki koltuğa oturdu. Heyecanlı bir hali vardı.
“Bilgisayarı inceledik. Fazla önemli olmasa da ilginç şeyler bulduk. Bu çocuk tamam bir sır küpü. Ama bilgisayarının şifresini neden masasının üzerine bıraktı anlamıyorum. Sanki başına gelecekleri önceden tahmin etmiş. Birilerinin başına gelenleri öğrenmesi için bir ip ucu bırakmış.”
“Ne buldunuz?” diye sordu Önder, merakla.
“E-posta kutusunda binlerce e-posta bulduk. Hem de tamamı tek bir kişiye gönderilmiş.”
“Ee...”
“Şöyle ki bir e-posta hesabına sadece beş kere mesaj gönderilmiş. Sonra başak bir hesaba, sonra başka birine. Her beş mesajda bir e-posta hesabı değişiyor ve değişen hesaplar kapanıyor.”
“Tek kişi olduğunu söylemiştin.”
“Bunu mesajlaşma şeklinden anladık. Hepsiyle aynı tarzda mesajlaşmış. Sadece nokta kullanarak. Bazılarında bir nokta, bazılarında üç nokta, bazılarında beş... Her defasında tek haneli rakamlar kullanarak mesajlaşmış ve mesajları silmemiş. Zaten silmesine de gerek yok çünkü sıradan bir insan bunları anlayamaz. Biz de bir uzman çağırdık, mesajları o çözecek.”
Bu iş iyice karmaşık bir hale geliyordu. Alt taraf bir üniversite öğrencisi diyerek geçilmiş, ailesi pek fazla dikkate almamış ve şimdi altından karmaşık bir ip yumağı çıkmıştı.
“Başka ne buldunuz?” diye sordu Önder.
“Bir de cep telefonunu inceledik. Mobil banka uygulamasında yoğun bir para trafiğine rastladık. Yine farklı hesaplar kullanılmış ama hepsinin tek kişiye gönderildiğini tahmin ediyoruz. Küçük miktarlar gönderilmiş ama hepsinin açıklama kısmında aynı kelime yazıyordu. KALTAK... Bu kadar.”
Bir kadın için kullanılan hakaret. Aklına bir kez daha Aden geldi.
“Telefonu nerede bulundu.”
“Evinde, odasında.”
“Yanında değil miymiş?”
“Hayır. Annesi tuvalete bile telefonla gittiğini söyledi. Ayrıca her zaman şifresi olurmuş ve kimsenin dokunmasına asla izin vermezmiş.”
Tüm bunları bahsettikleri gruplara bağlamak biraz zordu. Belki grup üyeleri aynı stilde mesajlaşıyor, aynı açıklamalı para alışverişi yapıyor olabilirlerdi. Ama hesaplar bir süre sonra kapatılıyor ve başka bir hesap kullanılıyordu. Bu da hesap sahibinin tek kişi olduğunu gösterebilirdi. Belki bir grup lideri. Bu iş acımasız bir çete işi olabilirdi. Önder bu cinayeti Aden’e bağlamaya çalışıyordu ama şimdilik ona bağlayan hiçbir şey yoktu. Belki de Aden gerçekten masumdu, belki de şimdiye kadar onu gösteren tüm işaretler tamamen tesadüf eseri ortaya çıkmış işaretlerdi.
Ayrıca bunu Aden yapacak olsa hiç ummadığı bir anda yapar, üstelik bunca zahmete de girmezdi. En önemlisi de bunu yapabilmesi için uzun süre ortadan kaybolması gerekiyordu. Ama Aden köye taşındıklarından beri hiç ortadan kaybolmamıştı.
Bunu gece vaktinde de yapmış olamazdı çünkü kurban bir süre alı konulmuş, sabah saatlerinde öldürülmüş ve parçalar, herkesin sokaklara döküldüğü bir vakitte bırakılmıştı.
Ayrıca Aden zaten zengindi ve Mert’e para ödeyen oydu. Mert’ten para alıyor olması imkansızdı. Bu durumda Aden’in üzerindeki tüm şüpheler kalkıyordu. Önder’in bu işi kabul etmesinin nedeni Aden’i hapsetmekti, ama aksine onun tamamen masum olduğunu kanıtlamak üzereydi. Ondan bir şekilde intikamını alacaktı ama nasıl?
“Başka ne yaptınız?” diye sordu Önder.
“Kurbanı tanıyan herkesle tek tek konuştuk ama üniversitedeki gruplardan başka hiçbir şey bilmiyorlar. Sadece biraz sert bir çocuk olduğunu söylüyorlar o kadar. Alkol veya uyuşturucu kullanıp kullanmadığını da bilen yok.”
“Kumar.”
“Hayır. Çocuk neredeyse tertemiz, hiçbir sabıka kaydı yok. Bana kalırsa bu cinayete tamamen bir yanlış anlaşılma ya da iftira sonucu kurban gitti.”
Hayır. Masasının üzerinde bulunan bilgisayar şifresi, silinmemiş gizli mesajlar, şifresi olmayan ve hesap hareketleri silinmemiş bir mobil banka uygulaması... Her şey açık seçik ortada, bir o kadar da gizliydi. Çocuk gerçekten başına gelecekleri tahmin etmiş ve arkasında bir sürü iz bırakmıştı.
“Ailesi son zamanlarla ilgili ne söylüyor?”
“Son bir yıldır tamamen değiştiğini söylüyorlar. Neredeyse çocuğun içine şeytan kaçtığını söyleyecekler.”
“Neyi varmış ki?”
“Son bir yıldır çok agresif, saldırgan, küfürbaz ve öfkeli bir çocuk olmuş. Bir yıl öncesine kadar gayet samimi, sıcak ve tatlı bir çocuk olduğunu söylediler. İlginç olan şey, arkadaşları da aynı şeyi söyledi. Çocuk son bir sene içinde sanki ruh değiştirmiş.”
“Aden’i son bir yıldır kullandığını biliyoruz.” diyerek, araya girdi Melisa. “Acaba Aden’i kullanmaya başladıktan sonra mı değişti yoksa değiştiği için mi Aden’i kullanmaya başladı?”
“Bunu Aden’e sorun.” dedi Önder.
Fırat açıklamasına devam etti.
“Şimdilik gruplarla ilgili bilgi toplamaya çalışıyoruz. Ayıca dil uzmanından haber bekliyoruz. Bir de banka hesabıyla ilgili detaylı bilgi alabilmek için mahkeme kararı almaya çalışıyoruz.”
“Aden için tekrar göz altı kararı isteyin. Ayrıca DNA örneği ve parmak izini de alın. Cesette herhangi bir delil bulunmuş mu?”
“Hayır, hiçbir şey yok. Sanırım eldiven kullanmış.” dedi Melisa. “Aden’den DNA örneği almamız için elimizde bir şeyler olması gerekmez mi, bunu neye dayanarak isteyeceğiz?”
“Ben bulurum, sitedeki eve gidip tekrar gözden geçireceğim. Bir şey bulursam size haber veririm.”
“Orası mühürlü, hem kafana göre girmezsin.” diyerek, araya girdi Fırat.
“O halde beni içeri siz sokarsınız.” dedi Önder, göz ucuyla ona bakarak. Arkasına yaslanmış, dosyayı hala elinde tutuyordu, kapağını hiç açmamıştı. Fırat ile Melisa eskiden olduğu gibi olayları ona özetlemiş, Önder’de zahmete girmek zorunda kalmamıştı. “Ayrıca köyde kaldıkları evleri için de bir arama kararı isteyin.” diye ekledi.
Melisa ve Fırat şaşkınlıkla birbirlerine baktılar.
“Köydeki ev için mi? Neden?” diye sordu Melisa, merakla.
“Aden bana evlerine birilerinin girdiğini söyleyip duruyordu. Bunu birkaç kere ben de gördüm, gidip inceleseniz iyi olur. Yanınıza olay yeri inceleme ekibi de alın.”
“O kadar mı şüpheli?”
“Evet. Ha bir de tüm aile üyelerinin parmak izlerini de alın. Evde yabancı bir iz bulunursa karışıklık olmasın. Ailedeki herkesin parmak izleri elinizde olursa daha iyi olur. Ayrıca daha önce şehirde buna benzer bir cinayet işlenmiş mi diye araştırın.” dedi ve durakladı. Bir süre düşünceli bir şekilde bekledikten sonra ekledi. “Hatta ülke genelinde.”
Fırat ile Melisa bir kez daha şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Fırat bıkkın bir şekilde Önder’e döndü.
“Abartma istersen, bunlar her zaman gördüğümüz şeyler. Koca ülkede bir tane katil yok.”
“O halde neden benden yardım istediniz?” diye sordu Önder, gözlerini ona dikerek. Fırat bir süre düşündükten sonra istemeden de olsa kabul etti.
“Tamam, araştırırım. Kaç yıl sürer orasını bilemem tabi.” dedi, alaycı bir tavırla.
“Bana haber verirsin, yarın müsait olduğunuz bir zamanda gelip beni alın. Şu kızın evine gidip bir bakalım.”
“Olur.”
Önder ayağa kalktı, kapıya doğru ilerlerken elinde tuttuğu dosyayı fark etti. Geri dönüp dosyayı sehpanın üzerine bıraktı.
“Kahveni içmeyecek misin?” diye sordu Melisa.
“İşe geç kaldım, gitsem iyi olur.”
Melisa onu kapıya kadar geçirdi. Önder kapının yanında ayakkabılarını giyinirken, Melisa fısıldayarak sordu.
“Bunu kabul etmenin Aden ile bir ilgisi var mı Önder.”
“Baş şüpheli o değil mi? Bir şekilde ilgisi olacak elbette.”
Melisa dudağını büktü.
“Bunu o kızı içeri tıkmak için mi yapıyorsun yoksa temize çıkarak için mi?”
Önder ayakkabılarını giyindikten sora Melisa’ya bakarak, isteksizce gülümsedi.
“Bunu sen istedin, çok ısrar ettiğin için seni kıramadım hepsi bu.”
“Yalancı.” dedi Melisa, tatlı tatlı gülümseyerek. Aynı zamanda erkeğine naz yapan bir kadın havası takınmıştı. Ama Önder bunu umursamamıştı. Melisa Önder’in yaptığı çoğu şeyi kendi istediği şekilde anlıyordu. Binadan çıkıp aracına bindi ve kampüse doğru yola çıktı. Kampüse vardığında bir sürü polis aracı gördü. Anlaşılan okuldaki tüm öğrencilerin sorgusu tamamlanmamıştı, sorgulamaya kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Kantine gittiğinde yine üniformalı memurları gördü. Daha önce onu sorgulayan komiser ortalıkta görünmüyordu. O zaman ortada bir kayıp vakası vardı ve olayla başka bir ekip ilgileniyordu. Şimdi ise olay bir cinayet davasına dönüşmüş, bu yüzden soruşturmayı Melisa ile Fırat’ın ekibi devralmıştı. Önder sipariş almaya başladığında, Faruk amca yanında belirdi.
“Neden geç kaldın?” diye sordu.
“Bir işim vardı, özür dilerim.”
“Yine geldiler. Olayı duydun, öyle değil mi? çocuğu parçalamışlar. Ah yavrum... Rezil bir çocuktu ama sonuçta bir çocuktu. Kimse bu şekilde ölmeyi hak etmez.”
Önder ona döndü. Bu olayın cinayet olduğu ortaya çıktıktan sonra medyaya yayın yasağı getirilmişti, ama cesedin parçalandığı çoktan yayılmıştı. Muhtemelen haberlerde ya da gazetelerde görmüş olmalıydı.
“Bunu sana kim söyledi?”
“Duydum.”
“Kimden?”
Faruk başını öne eğdi, söyleyip söylememek konusunda kararsızdı. Önder ısrarla sorunca söylemek zorunda kaldık.
“Şu son eylemlere katılan grup var ya... On ikinci sınıflardan, kendilerine maskeliler diyorlar. Bir çocuğu tehdit ederlerken duydum.”
“Ne diyorlardı?” diye sordu Önder, ona biraz daha yaklaşarak.
“Şey... Bunu benden duymadın tamam mı? ben yaşlı bir adamım, beni pisliğe bulaştırma.”
Önder cevap vermeden ona bakmayı sürdürüyordu. Faruk devam etti. “Çocuğa, Mert’i parçaladıkları gibi onu parçalayacaklarını söylediler. Sanırım para istiyorlardı. Çocukta ceplerini boşalttı, her şeyini onlara verdi.”
“Bu ne zaman oldu?”
“Daha bu sabah.”
Faruk tüm bunları dehşet içinde anlatıyordu. Bunları duydukça Önder’de dehşete kapıldı. Melisa’nın bahsettiği Sado Mazoşizm gruplar aklına geldi. Mert gerçekten bu guruplardan birine mi üyeydi? Grup, ihtiyaçlarını karşılamak için bir kurban istemiş ve onu mu seçmişti? Bunu anlamanın tek yolu grup üyeleriyle konuşmaktı. Ama onların hepsi duygusuz birer robottu. Karşılarındakinin kim olduğunun onlar için hiçbir önemi yoktu. İhtiyaçlarını karşılamak için herkese her şeyi yaparlardı. Dayaktan ya da işkenceden de anlamazlardı çünkü bu zaten onların ihtiyacını karşılıyordu. Önder ne yapacağına karar vermeye çalışırken, büfenin önüne gelen birkaç genç ona seslendi.
“Sağır mısın? Siparişimi hazırla!”
Önder hızla ona doğru döndü. Sonra evet anlamında başını salladı.
“Ne istemiştin?”
“Üç tane karışık tost ve enerji içeceği.”
Önder tost makinasına doğru ilerlerken, Faruk telaşla oradan ayrılıp arkadaki küçük odaya gitti. Önder onun kaçtığını anlamıştı, tostları hazırlarken başını çevirip, tezgâhın önündeki çocuklara kaçamak bir bakış attı. Yoksa bahsettiği gençler onlar mıydı? Siparişleri olabildiğince hızlı hazırlayarak onları buradan göndermek istedi. Üniformalı polisler hala etrafta dolaşıyor, daha önce konuşmadıkları öğrencilerle konuşarak ellerindeki not defterlerine bir şeyler yazıyorlardı. Önder siparişleri verip ödemeyi aldıktan sonra arka tarafa, Faruk’un yanına gitti. Yaşlı adam odadaki tek sandalyeye oturmuş çenesini sıvazlıyordu. Korktuğu her halinden belliydi.
“Onlardan biri miydi?” diye sordu Önder, sessizce.
Faruk başını kaldırıp korku dolu gözlerle ona baktı.
“Evet, uzun saçlı olan çocuk. Bunları o çocuk söylemişti, diğerleri de yanındaydı.”
“Seni gördüler mi? yani çocuğu tehdit ederken onların yakında olduğunu fark ettiler mi?”
“Bilmiyorum. Bence fark etselerdi işim bitmişti.”
Önder ellerini beline dayadı.
“Bunları polise de anlattın mı?”
Faruk gözleri kocaman açtı, gözleri karanlıkta birer bilye gibi parlıyordu.
“Delirdin mi sen! bunu öğrenirlerse ben biterim.”
“Polise gizli tanık olarak ifade verebiliyorsun, bütün bilgilerini saklıyorlar. Eğer verdiğin bilgi bunun gibi önemliyse, gerekirse seni koruma altına da alıyorlar.”
“Hayır Önder, ben bu tür şeylere bulaşmak istemiyorum.” diyerek, başını hızlıca iki yana salladı Faruk. “Kesinlikle olmaz, beni böle işlere bulaştırma! polisle falan uğraşacak durumda değilim.”
Önder onun neden korktuğunu gayet iyi anlıyordu ve ona hak veriyordu. Yaşlı bir adamdı ve yalnız yaşıyordu, kimsesi yoktu. Başına bir şey gelse kimsenin haberi bile olmazdı. Bu yüzden onu ikna etmek için uğraşmadı, bu işi kendisi halledecekti.
“Kimseye bir şey söyleme, yani polis dışında kimseye... Bu ikimizin arasında. Bir şeyden şüphelenirsen, peşine birileri falan takılırsa hemen beni ara, tamam mı?”
“Tamam oğlum, sağ ol.”
Önder odadan çıkıp tekrar iş başına geçti. Gözleriyle biraz önceki gençleri aradı ama göremedi. Memurlardan birine onlarla konuşup konuşmadıklarını sormak istedi ama bundan vazgeçti. Elbette konuşmuşlardı ve gençler, Faruk amcanın bahsettiği şeyi söylememişlerdi. Bunu Fırat’a anlatacak ve ondan yardım isteyecekti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aden'in Rüyası (Bölüm 1)

Aden'in Rüyası (Bölüm 2)

Aden'in Rüyası (Bölüm 30)