Aden'in Rüyası (Bölüm 27)


Herkes kahvaltı masasındaydı, ama Aden onlarla aynı sofraya oturmamak için buz gibi havaya ve tipiye aldırmadan evin önündeki verandanın merdivenlerinde oturuyordu. Başı hala ağrıyordu ve hala bandajlar sarılıydı. Günlerdir okula gitmiyordu, onun istediği de buydu ama şimdi okuldan daha büyük bir sorun vardı. Onu gerçekten bir tımarhaneye yatıracaklar mıydı? Eğer bunu yaparlarsa diye her ihtimale karşı oradan kaçma planları yapmaya başlamıştı bile. Peki kaçmayı başarabilirse nereye gidecekti? Ne yapacaktı? Bu şehirde ailesinden başka hiç kimsesi yoktu. Önder’de ona asla yardım etmezdi, annesiyle babasına, onu zorla hastaneye yatırmak için fikir bile vermişti. Bunu yapmışken bir de ona yardım mı edecekti? Hakan amca da onu kurtaramazdı. Onu hiç kimse kurtaramazdı. Sıkışıp kalmıştı. Tipi şiddetini arttırmıştı. Meteoroloji bu günlerde yağmur yağacağını söylemişti ama kar, bölgenin hakimiyetinin tamamen kendisinde olduğunu göstermek istercesine şiddetini arttırmıştı. Babasının sipariş verdiği beyaz eşyalar bile hala ellerine ulaşmamıştı. Burada telefon çekmediğinden babası şehir merkezine gittiğinde mağazayı aramış, köy yollarının kapalı olduğundan dolayı siparişlerinin hala beklemede olduğunu öğrenmişti. Annesi elde çamaşır ve bulaşık yıkamaktan, çalı süpürgesiyle yerleri süpürmekten kafayı yemek üzereydi. Neyse ki banyodan sıcak su akıyordu, rahatça yıkanabiliyorlar, yemeklerini pişirebiliyorlardı ama su çok fazla kireçli olduğundan demlikler bembeyaz kireçle kaplanıyor, saçları sertleşiyor, ciltleri kuruyordu. Özellikle annesinin saçları birer çalıyı andırmaya başlamıştı. Saç bakım ürünleri yanında olmadığından yalnızca şampuanla yetiniyordu, bu da saçlarının kuru ve kabarık olmasına neden oluyordu. Hala işe başlamamıştı ve şehirdeki evlerine dönene kadar da işe başlamayı düşünmüyordu. Burada bakım yapabileceği ya da güzel giyinebileceği hiçbir şey yoktu. Tam bir köy kadını olmuştu ve bu bakımsız haliyle avukatlık ofisine asla gitmeyeceğini söylüyordu. Birkaç müvekkiliyle görüşüp davalarını iptal etmiş, onlar da sözleşmelerini fes ederek yeni avukat arayışına girmişlerdi. Artık bir ya da iki müvekkilden başka bir işi yoktu. Kardeşi ise hala okula başlamamıştı, aylak aylak ortalıkta dolaşıyor, evde boş boş vakit geçiriyordu ama halinden gayet memnundu. Bu yangın hepsinin hayatını altı üst etmişti. Aden onların hayatını alt üst etmişti. Etmeye de devam edecekti çünkü herkes evlerinin tadilatının tamamlanmasını ve evlerine geri dönmeyi bekliyordu, ama Aden’in onları burada elinden geldiği kadar tutmaya devam edeceğinden haberleri yoktu. Tabi bunu, tımarhane olayı ortaya çıkmadan önce planlamıştı. Eğer onu gerçekten bir hastaneye yatırırlarsa bunu yapamayacaktı. Evleri hala mühürlüyü ve polis mührün sökülmesine şimdilik izin vermiyordu. Aden’in öğrendiği kadarıyla Mert’in ölümünün ardından polisler, baş şüpheli olduğu için Aden’e ait olan birçok şeyi incelemeye almış, bu yüzden eve girip çıkılmasını engellemek için mühürlemişti. Bunun daha ne kadar süreceğini bilmiyordu. Aklına defteriyle ilaçları geldi. Yangından sonra defteri oradan alınmış ve buradaki eve bırakılmışlardı. Ayrıca pansiyonda kaldıkları zaman rüyasını yazdığı küçük kâğıt parçası da alınmış ve defterini arasına koyulmuştu. Buraya geldikleri günden beri evlerine girip çıkan Okan’ı düşündü. Yangından sonra sitedeki evlerine ve pansiyondaki odasına da giren o muydu? Eğer o ise tüm bunları nasıl yapmıştı? evlerinin yandığını ve bir pansiyonda kaldıklarını bir şekilde öğrenmiş olabilirdi. Aden’in haberi yoktu ama belki de haberlerde bu olayla ilgili bir şeyler anlatılmıştı. Okan da bunu haberlerden öğrenmiş ve onların peşine düşmüştü. Peki ama neden? neden özellikle Aden’in defterini ve ilaçlarını almıştı. Buraya geleceklerini nereden biliyordu, bunu nasıl öğrenmişti? Kafasında aniden bir ampul yandı ve hemen irkildi. Defterini okumuş muydu? Eğer okuduysa Mert ile ilgili yazdıklarını da okumuş, her şeyi öğrenmişti. Hatta rüyalarını gerçekleştirdiğini de... Sonra da gidip Mert’i öldürmüştü ve bu cinayet Aden’in üzerine kalmıştı. Peki bunu neden yapmış olabilirdi. Aden’den intikam almak için. Neyin intikamını? işte bu sorunun bir cevabı yoktu. Belki de her şeyi tamamen o planlamış, bizzat kendisi yapmıştı. Sonuçta evlerine girdiğini kendi gözleriyle görmüştü. Okan bunu asla inkâr edemezdi, onu görmüştü. Bir şekilde Aden ile oyun oynuyordu. Evlerine yapılan incelemede Okan’ın parmak izlerine ulaşabilirlerdi, tabi bu konularda bilgili ve tedbirli değilse. Eğer bir şey çıkmazsa kendisi aklamak için polise onun defalarca gizli bir şekilde evlerine girdiğini, defterini çaldığını ve orada yazanları okuyarak Mert’i onun öldürdüğünü söyleyebilirdi. Ama o zaman da polis defteri incelemek isteyecek ve Aden’in kaçık, gizli hayatı ortaya çıkacaktı. Belki de Okan ile ilgili hiçbir kanıt bulamayacak, Aden defterine kendi elleriyle, Mert’i kendisini öldüreceğini yazdığından dolayı bu onun aleyhinde delil olarak kullanılacak ve Aden gerçek bir katil ilan edilecekti. Okan’ın yaptıklarını ispatlamadan bunu yapamazdı, kendisini bu tehlikeye atamazdı.
Eğer Okan’ın gerçekten katil olduğunu bir şekilde ispat ederse kanıtlarını polislere verebilir, o zaman da Okan defterden ve orada yazanlardan bahsetse bile kimse bir katilin sözlerine inanmazdı. Tüm bu düşünceler vücudunun soğuğa karşı tepkisiz kalmasına neden olmuştu. Düşünceleri dağıldığında titremeye başladı, ayrıca ellerinin ve suratının uyuştuğunu da yeni fark ediyordu. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Tipi durmuştu, kar taneleri gökyüzünden bu kez toz gibi dökülmeye başlamıştı. Etrafa göz atarken biraz sol tarafta, kar tanelerinin arasında bir karartı gördü. Siyahlar içinde bir silüet. Gözleri kısıp daha dikkatli baktığında donup kaldı. İşte oradaydı. Dün gece onu evinde ağırlayan, saçma sapan şeyler söyleyen Hayal isimli kız. Orada durmuş, hiç kımıldamadan Aden’i seyrediyordu. Aden ağır ağır ayağa kalktı. Bu kızı sadece kendi hayalinde yarattığı bir halüsinasyon ya da bir kâbus olduğunu düşünmüştü. Ona göre dün gece aslında hiç yaşanmamıştı, sadece o yaşadığını sanmıştı. Son derece gerçekçi bir kâbus. Uykudayken uzun gibi gelen ama uyanıldığında sadece birkaç saniyelik gibi hissedilen bir kâbus. Hatta o kadar gerçekti ki alkol, tütsü ve puronun kokusunu bile üzerinde hissetmişti. O kukular son derce gerçekti, müzik kulaklarında yankılanmıştı. Ama uyandığında, dün gece yaşananlar ona sadece birkaç saniyelik bir rüya gibi gelmişti. Şimdi de o kâbus gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçti. Kokuları tekrar duydu ve müzik kulaklarında yankılanır gibi oldu. Ama hayır, tüm bunlar gerçekten yaşanmıştı. O kız gerçekti, o ev ve içindeki diğer her şey gerçekti. Kız şimdi orada durmuş Aden’i seyrediyordu. Mert’i birlikte öldürdüklerini söylemişti. Aden’in yapmadığı bir şeyi birlikte yaptıklarını söylemişti. Eğer bu kız polise konuşursa Aden’in işi biterdi. Gerçi bu işte kendisinin de parmağı olduğunu söylemişti, bu durumda kendisini tehlikeye atmazdı. Dolaysıyla Aden’i de... Aksi halde Aden’de onu ispiyonlardı. Aden geri geri birkaç adım attı. Kapıya yönelmek üzereyken bir ses duydu. Başını çevirdiğinde, karşıdaki evin yanından onların odluğu tarafa doğru yaklaşan birkaç araç fark etti. Motor ve lastik sesleri giderek yaklaşıyordu. Sivil araçlardı, bu yüzden Aden onları dikkate almadı. Ama iki aracın arkasından yaklaşan ve sonradan görünen bir minibüs fark etti. Bir olay yeri inceleme aracı. Aden kaşlarını çattı. Kapı koluna elini uzattığında araçlar onların evinin önünde durdu ve kapıları açıldı. Sonra araçlardan bir sürü adam indi. Deri ceketli, siyah kabanlı ve beyaz tulumlu adamlar. Aden korku dolu gözlerle onlara baktıktan sonra sol tarafa döndü, kız ortadan kaybolmuştu. Dün gece ona, polislerin onu almaya geleceğini söylemişti. Dediği gibi olmuştu, polisler onu almaya gelmişti. Kız bunu nereden biliyordu, bunu nasıl tahmin etmişti? Aden hızla kapıyı açıp bağırmaya başladı.
“Baba... Beni almaya geldiler, beni almaya geldiler...”
Masadaki herkes aniden durup anlamamış gözlerle Aden’e baktılar. Onlar neler olduğunu anlayamadan birkaç adam içeri daldı. İçlerinden biri Levent’e önce kimliğini, ardından mahkeme kararı olduğunu söylediği bir kâğıdı uzattı.
“Komiser Fırat. Bu da evinizi incelememiz için mahkeme kararı ve bu da kızınız için göz altı kararı. Hepinizi dışarı alalım.”
Masadakiler şaşkın ve korku dolu gözlerle onlara bakarken, komiser, yanındaki deri ceketli adama döndü ve emir verdi.
“Kelepçeleyin.”
Deri ceketli adam, sanki bu anı bekliyormuş gibi elinde hazırda beklettiği kelepçeyi Aden’in bileklerine geçirdi. Aden yaşlı gözlerle annesiyle babasına baktı. Annesi polislere itirazda bulunup onları evinden çıkarmaya çalışırken, babası da onu sakinleştirmeye, işlerini yapmaları için polisleri rahat bırakmaları gerektiğini anlatmaya çalışıyordu. Kardeşi ise çoktan montunu almış ayakkabılarını giyiniyordu. Aden dudaklarını araladı ama ağzından tek bir kelime bile çıkmadı. Ne söyleyecekti ki? Onları nasıl durdurabilirdi? ellerinde mahkeme kararı vardı. Ama neden bu ev, neden şimdi? Savcı onu serbest bırakmıştı, neden şimdi tekrar göz altına alınıyordu? ne olmuştu? yeni bir gelişmem mi yaşanmıştı? Kelepçeyi takan polis onu dışarı doğru sürüklerken, Aden’in aklına yatağının altındaki kırmızı reçeteli ilaçları ve defteri geldi. İşi bitmişti. Onları bulacaklar ve her şey bitecekti. Artık kurtuluşu yoktu. Bir şekilde izin alıp onları bir yere saklamayı düşündü ama bu düşünce aptallıktan başka bir şey değildi. An itibariyle göz altına alınıyordu, nasıl izin alacaktı? ayrıca onu yalnız bırakmazlardı ve lanet defteri kıçına da soksa onu mutlaka bulacaklardı. Polisin kolları arasında dışarı çıkıp sivil polis aracına doğru ilerlerken, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bir kabulleniliş, bir itiraf. Bu hali onun her şeyi kabul ettiğini ve pişmanlık gösterdiğini belirtiyordu. Dışarıdan bakanlar bunu böyle algılayabilirdi. Aden kendinden emindi ama defter her şeyi mahvedecekti.
Evde detaylı inceleme yapılırken annesi ile kardeşi dışarıda dondurucu soğukta bekliyordu. Babası da Aden’i emniyete götüren komiserden izin almış ve aynı araca binerek onarla beraber yola koyulmuştu. Annesinin yüzünde öfke, kardeşininkinde umursamazlık, babasınınkinde ise bıkkınlık vardı. Aden herkesin hayatını mahvetmeye devam ediyordu. Herkes çok yorulmuştu, özellikle Aden ama o her şeyi daha kötü yağmaya devam ediyordu. Kimsenin bilmediği şey Aden’in bunları bilinçli olarak yapmadığı, bunların, suçlandığı cinayeti işleyemediğinden dolayı başına geldiğiydi. Keşke onu gebertseydim! Keşke onu gebertseydim! Keşke onu gebertseydim! diye tekrarladı kendi içinden. Şu an yanında babasının değil, avukatı olarak annesi olmalıydı. Emniyet binasına girdiklerinde birkaç kişi onu tanımış olacak ki, gözlerini ona diktiler. Aden bu bakışlardan o kadar rahatsız olmuştu ki kendisini çıplak bir şekilde insan içine çıkmış gibi hissediyordu. Gözlerinden hala yaşlar akıyordu ama biraz olsun sakinleşmişti. Bundan sonra olacakları kafasında evirip çeviriyor, kendisini, başına gelecek her türlü felakete hazırlamaya çalışıyordu. Polisler defteri bulacaklar, tamamını okuyacaklardı. Mert ile ilgili olan kısmı okuduklarında ise ikinci derecede olsa somut bir kanıt olduğundan Aden’i bu cinayetle suçlayabilecekler ve onu demir parmaklıkların arkasına yollayacaklardı. Orada da kim bilir başına neler gelecekti. Belki öldürülecek, belki intihar edecekti ama ne kadar dayanacağını bilmiyordu. O defter incelendiğinde Aden’i annesi bile kurtaramazdı. Hiç kimse kurtaramazdı. Nezarethaneye girmeden direk olarak sorgu odasına girdiler. Aynı solukluk, aynı soğuk ve kasvetli hava, aynı korku dolu dakikalar. Onu ikinci kez aldıklarına, hatta evine arama yapıldığına göre kesinlikle önemli bir kanıtları veya şüpheleri olmalıydı. Bunları boş yere yapmazlardı. Elindeki kelepçelerden kurtulmasına rağmen hiç rahatlama hissetmemişti, hala içi daralıyor, sıkılıyordu. Ellerini bacaklarının arasına sokmuş, kamburunu çıkararak olabildiğince öne doğru eğilmiş, elektrik akımına kapılmışçasına titriyordu. Korku, damarlarına enjekte edilmiş bir zehir gibi tüm vücudunu esir almıştı. O kadar sarsılıyordu ki kafasını birkaç kere, başını üzerine eğdiği masaya çarpmıştı. Yüzündeki yaraların acısını artık hissetmiyordu, vücudu kaskatı kesilmişti. Sarsılırken tüm bedeni bir kukla gibi aynı anda hareket ediyordu. Gözlerinden hala yaşlar akıyordu, ama o ağladığının bile farkında değildi. Hatta soğuğun bile... Baştan aşağı alevlere teslim olmuş gibi yanıyordu ve giysileri ter içinde kalmıştı. Ayna camın arkasındakilerin onun hakkında ne düşündüklerini tahmin edebiliyordu. O cinayeti işledi, annesinin sayesinde bir kez kurtuldu. Bir daha yakalanmayacağını düşünerek hayatına kaldığı yerden devam edeceğini sandı, ama artık köşeye sıkıştığını ve yolun sonuna geldiğini anladı. Bu yüzden deli gibi korkuyor ama pişman olup olmadığı konusunda emin değilim. Bu cinayet, sonradan pişmanlık duyulacak türden bir cinayet değil. Bir kaza veya anlık gerçekleşen bir olay değil. Tamamen tasarlayarak ve kasten işlenmiş vahşi bir cinayet. Belki saklanamadığı ya da yakalanacak kadar aptal olduğu için pişman olabilir.
Muhtemelen böyle düşünüyorlardı ama tamamen yanılıyordu. İşlemek istediği ama işleyemediği bir cinayetten dolayı boşu boşuna suçlandığından dolayı yorulmuş ve sıkılmıştı. Bunca zaman kendisini tutmuştu ama artık patlama noktasına gelmişti. Herkesin sabrının taştığı bir nokta vardır, Aden şu an o noktadaydı. Kapı açıldı ve içeri iki tane adam girdi. Biri onu evinden almaya gelen ve onun ilk sorgusuna katılan polis bozuntusu Fırat’tı. Diğerini ilk kez görüyordu. Fırat komiserden daha genç, hatta ondan daha yakışıklı bir adamdı. En fazla otuz yaşında olmalıydı. Buğday teni, kumral saçları ve deniz mavisi gözleri vardı. Uzun boyluydu ve atletik bir vücuda sahipti. Üzerindeki kot pantolonu ve deri ceketi bile bu yapılı bedeni saklayamıyordu. Fırat boş sandalyeye geçip Aden’in tam karşısına oturdu. Yakışıklı adam da bir köşeye çekilip duvara yaslandı ve kollarını bağlayarak onları seyretmeye başladı. Ayna camın arkasında kaç kişi olduğunu bilmiyordu. İlk sorgusunda bu detaylara fazla önem vermemişti ama şimdi rahatsızlık duyuyordu. Bir cinayet suçlusu olarak orada oturmak ve sanki bir kobaymış gibi insanların durup dikkatle onu seyrettiğini bilmek onu son derece rahatsız etmişti.
“Neden buradayım? size her şeyi anlattım zaten.” diye mırıldandı Aden, titreyen sesle.
“Tekrar anlatmaya ne dersin?” diye sordu Fırat, masanın üzerinden ona doğru eğilerek. Ellerini birleştirmiş, dikkatli gözlerle onu seyrediyordu.
“Hayır.”
“Her şeyi tekrar anlatmanı istiyorum Aden.” dedi Fırat, itiraz kabul etmediğini belirten bir tavırla. Bir tür emirdi.
“Ne istiyorsunuz? bilmediğim bir konuyla ilgili ne anlatabilirim ki?”
“Mert ile aranızda geçenlerden başlayabilirsin.”
Aden başını yana çevirdi, gözlerini yere, tek noktaya sabitledi. Şu an karşısında Melisa’nın olmasını dilerdi. Bir kadınla daha rahat konuşabilirdi ama Mert ile tüm yaşadıklarını bir erkeğe anlatmak onu yerin dibine sokardı.
“Başla!” diye bağırdı Fırat, elini masaya sert bir şekilde vurarak. Aden oturduğu yerde sıçradı. Titremeleri daha da artmaya başladı.
“Ne bilmek istiyorsunuz?” diye sordu Aden, teslim olduğunu belirten bir ses tonuyla.
“Mert ile aranızda olanlardan başla, sana daha kaç kere söylemem gerek?”
Aden iki kere yutkundu, sonra dudaklarını yalayarak kurulluğunu giderdi ama boğazı için yapabileceği bir şey yoktu.
“Burada konuştuklarımız aramızda kalacak, öyle değil mi? Ailem bunları bilmeyecek.”
Fırat hiçbir şey söylemeden ona bakmayı sürdürüyordu. Aden bunu evet olarak algıladı ve konuşmaya başladı. Kendisini aklamanın tek yolu buydu, konuşmak. Ama defteri bulunduğunda her şey boşa gidecekti.
“Onunla okulda tanıştık. Bana kafayı takmıştı ama kötü anlamda değil. Yani, beni tavlamak için elinden geleni yapıyordu, benim de hoşuma gidiyordu. Ona bir şans vermek istedim. Bir süre flört ettikten sonra ona güvenmeye başladım. Hatta aşık olmuştum.” Sustu. Bundan sonrasına nasıl devam edeceğini bilmiyordu. Başını çevirip kendisini köşeye atmış olan polise baktı, adam dikkatle onu izliyordu. Fırat’ın onu bir kere daha azarlamaması için kendisini zorlayarak, zor da olsa konuşmaya devam etti.
“Flörtümüzün ikinci haftasında bana bir sürprizi olduğunu söyledi. Beni bir lüks bir plazaya götürdü. Ben yemek yiyeceğimizi ya da bir etkinliğe katılacağımızı falan düşündüm. Ama orada bir daire kiralamış. Daireye çıktığımızda şaşırdım, biraz da tedirgin oldum. Ama en fazla ne olabilir ki, kendime sahip çıkabilirim diye düşünerek içeri girdim. Bir süre sonra her şey kendiliğinden gelişti. Nasıl olduğunu ben de anlamadım.”
“Onunla birlikte mi oldunuz?”
“Sadece... Şey...”
“Şu an kayıt altındasın Aden, bu resmi bir sorgu ve aleyhinde kullanılacak. Utanıp sıkılacak bir durum yok. Devam et.” dedi Fırat. Bu kez onu sakinleştirmek ister gibi yumuşak bir tavır takınmıştı. Biraz önce takındığı tavrın onu ürkütmekten başka bir işe yaramadığını anlamış olmalıydı.
“Sadece... Seviştik. Birlikte olmadık. O beni zorladı ama ben istemedim. Hatta sırf bu yüzden tartıştık, bana bağırdı. O kadar sinirlenmişti ki bana vurmamak için kendisini zor tuttu. Sonra beni evden kovdu. Birkaç gün so nra tekrar peşime düştü. Çok pişman olduğunu, bunların bir daha asla olmayacağını falan zırvalayıp beni bir şekilde ikna etti ve barıştık. Onu affettim, lanet olsun!”
“Sonra ne oldu?”
Aden göz ucuyla ona baktı, sonra başını öne eğip, gözlerini masaya sabitledi ve utana sıkıla anlatmayı sürdürdü.
“Sonra sadece kafelerde buluşmaya başladık. Ben gerçekten hatasını anladığını, bu yüzden sözünde durduğunu sanmıştım. Çünkü bir daha evlere gitmekten ya da cinsellikten bahsetmedi. O sıralarda tesadüf eseri arkadaş karşılaşmaları başlamıştı. Bu uzun bir süre böyle devam etti. Gözüm öyle kör olmuştu ki onun aslında ne yaptığını göremiyordum. Bu karşılaşmaların, Mert’in saatler süren tuvalet ihtiyaçlarının, erkeklerle baş başa edilen sohbetlerin ne anlama geldiğini algılayamıyordum. Bilmiyorum, tuhaf bir durumdu. Sanki basiretim bağlanmış ya da ne bileyim, bir güç tüm beynimi ve algı kabiliyetimi ele geçirmiş gibiydi. Anlıyor musunuz? Hani bir şey kaderinizde varsa, siz ne yaparsanız yapın o şeyin olmasına ya da olmamasına asla engel olamazsınız ya... Öyle bir şeydi işte.”
“Anlıyorum.” demekle yetindi Fırat. Aden başını kaldırıp ona baktı. Komiser artık öfkeli değildi, suratında kızgın olduğunu belirten bir ifade yoktu. Aden konuştukça, Fırat’ın da ona karşı nazik olacağını anladı. Bu yüzden oyunu onların istediği gibi oynamaya karar verdi. Onlara istediğini verecekti. Yapacak başka bir şey yoktu.
“Bunu öğrendiğimde, yani beni pazarladığını öğrendiğimde ondan hemen ayrılmak istedim. O da bana, o gün plazadaki kiralık dairede yatakta yaptığımız o şeylerin bir videosunu gösterdi.
O andan itibaren onun kölesi olmuştum. Beni asla pazarlayamayacağını, bunu bir daha asla yapmayacağımı da biliyordu.
Bu yüzden o videoyu başka bir yol için kullandı. Erkeklerle muhabbet ettiğim zamanlarda ona kazandırdığım paraları ona düzenli olarak ona ödememi istedi. Başka çarem yoktu, o paraları ona ödemezsem videoyu hem aileme atacağını hem de internete yükleyeceğini söyledi. Sosyal medya hesabı epey kalabalıktı, çok fazla takipçisi vardı çünkü popüler bir çocuktu. Sonrasını biliyorsunuz zaten.”
“Peki cinayet saatinde neredeydin Aden?”
“Evimdeydim. Belki de okuldaydım ya da uyuyordum. Cinayet saatinden haberim yok çünkü bunu ben yapmadım.”
Fırat Aden’i faka bastırmak istemişti anlaşılan, ama bu oyunu işe yaramamıştı. Bunun yerine başka bir yol denedi.
“Cesedin fotoğrafını gördün mü?”
“Hayır.”
“İşte.” dedi Fırat ve masanın üzerine, Aden’in tam karşısına birkaç fotoğraf koydu. “Tüm parçalar farklı yerlerde. Ayrıca kaçırıldıktan sonra uzun bir süre alı konulmuş. Yaklaşık iki gün. İki gün sonra sabahın erken saatinde, insanlar sokağa döküldüğü bir saatte parçalara ayrılıp bulundukları yerlere atılmış. Tüm bunlar o hayattayken yapılmış, canlı canlı doğranmış, beni anlıyor musun Aden?”
Aden başını çevirmiş, fotoğraflara göz ucuyla bakıyordu. Sanki göz ucuyla bakarsa daha az etkilenecekmiş gibi hissediyordu. Bu histen mi yoksa başka bir sebepten mi bilinmez ama hiç etkilenmemişti. Gözlerinin önünde Mert’in yeni kesildiği anlaşılan kolları, bacakları, başı ve gövdesi duruyordu. Dudağını büktü. Bunlar korkunç değildi ama biraz mide bulandırıcıydı. Etkilenmediğini anlayınca başını, fotoğrafları net görebileceği şekilde çevirdi ve fotoğraflara dikkatle bakmayı sürdürdü. Bu işi her kim yaptıysa epey becerikli olmalıydı. Bunu Aden yapsaydı kesikler bu kadar düzgün, parçalar bu kadar net olmazdı. Her şeyi mahvederdi.
“Onu iki gün boyunca saklayacak yerim yok. Ayrıca ben bu kadar becerikli değilim. Tavuk bile kesemem.”
Aden bunları o kadar rahat söylemişti ki, Fırat ile onları seyreden polis şaşkınlıkla birbirlerine baka kalmışlardı. İkisinin de kanı donmuştu. Ayna camın arkasındakiler ne düşünüyorlardı acaba? Nedendir bilinmez, Aden yavaş yavaş sakinleşmeye başlamıştı. Artık titremiyor, terlemiyordu. Boğazının kuruluğu yavaş yavaş geçiyor, vücut fonksiyonları normal haline dönüyordu.
“Parçaların bulundukları yerler Mert’in evine yakın bölgeler. Ayrıca ÇAM sitesine de... Bunu yapan her kim ise özellikle ailesi ya da tanıkları tarafından bulunması için bölgeyi özel olarak seçmiş olmalı.” dedi Fırat, gözlerini tekrar Aden’e çevirerek.
“Belki de onu sakladığı yer de oralara yakın yerdeydi, belki de bizzat o bölgede yaşıyordur.” diyerek, fikir yürüttü Aden. Sonra başını kaldırıp dik dik ona baktı. “Ben köyde yaşıyorum.”
“Bir ağaç türü... Şey... Bacata mı, bocato mu ne?” diye geveledi Fırat ve duvarın dibindeki polise döndü. Tam ona sormak üzereyken Aden araya girdi.
“Bocote...” Fırat gözünün yanıyla Aden’e baktı ve tekrar ona dönüp, ellerini masanın üzerinde birleştirdi. “Oldukça pahalı bir ağaç türüdür. Bunu sizin bilmemeniz gayet doğal.” diye ekledi Aden, aşağılayıcı bir tavırla.
“Sen iyi biliyorsun anlaşılan.”
“Sitedeki evimizde o ağaçtan yapılan eşyalardan çok var. Yemek masamız, banyo dolabımız, annemle babamın yatak odası mobilyaları...” dedi Aden ve kollarını bağlayıp geriye yaslandı. Artık kendisini çok daha iyi hissediyordu.
Fırat kaşlarını kaldırmış, hafif bir şekilde gülümseyerek ona bakıyordu.
“Öyle mi? ben de kurbanın parçalarında o ağacın kalıntılarından bulunduğunu söyleyecektim.” dedi, gözlerini kısarak. Avını gözüne kestirmiş bir kaplan gibi pusuya yatmış, sabırla Aden’in ağzından bir şey kaçırmasını bekliyordu. Ama boşuna.
“Cinayeti işleyen kişi zengin olmalı.” dedi Aden alaycı bir tavırla.
“Senin gibi.”
“Ben birini öldürecek olsam bu muhtemelen nefret ettiğim birini öldürürdüm. Nefret ettiğim biri için pahalı bir eşyamı kirletmezdim. Bunu yapan kişi benden çok daha zengin anlaşılan.”
“Onun sana tecavüz etmeye çalıştığını, seni pazarladığını, şantaj yaparak senden para kopardığını söylüyorsun. Ondan nefret ediyor olmalısın.” dedi Fırat, dikkatini dağıtmadan.
“Evet. Ondan nefret ediyorum, onun ölmesini herkesten çok ben isterdim. Çünkü o benim hayatımı mahvetti, beni hayal kırıklığına uğrattı, anlıyor musunuz? Ondan nefret ediyorum. İyi ki gebermiş, iyi ki acı çekmiş... O bunu hak etti!”
Aden tüm bunları bağırarak ve kelimelerin üstüne basarak söylemişti. Bu sözlerin tehlikeli olduğunu ve üzerindeki şüpheleri güçlendirdiğini biliyordu ama kendisine engel olamamıştı. Fırat ve köşede duran polis bir kez daha birbirlerine baktılar. Sonra Fırat tekrar ona döndü.
“Duyduğum kadarıyla ailen seni ruh sağlığı ve hastalıkları hastanesine yatırmak istiyormuş.” dedi ve başıyla, Aden’in suratındaki yaraları işaret etti. “Ayrıca uykunda kendine zarar vermişsin.”
“Ailemin beni tımarhaneye kapatmak istediğini de nereden çıkardınız?” diye sordu Aden. Bunu nasıl öğrenmiş olabilir diye düşünürken aklına Önder geldi. Onlarla sürekli görüşüyordu, bunu onlara Önder söylemiş olmalıydı. Demek bir araya geldiklerinde onun dedikodusunu yapıyorlardı. Kim bilir daha neler anlatmıştı...
“Ailenin seni hastaneye yatırmak istemelerinin nedeni bu mu? yoksa başka şeylerde mi var?”
“Ne gibi? benim bir akıl hastası olduğumu mu söylemek istiyorsunuz?”
Fırat dudağını büktü.
“Mert ile yaşadıkların hiç kolay şeyler değil, seni çok fazla istismar etmiş. Ona karşı olan öfkeni gayet iyi anlıyorum. Ama görünüşe göre bazı hatalar yapıyorsun ve yaptıklarını unutuyorsun.”
Aden bir süre durdu. Onun son sözleri kafasını karıştırmıştı. Yaptığı şeyleri unutmak. Gerçekten böyle bir sorunu vardı, peki o bunu nasıl anlamıştı? Kendisine zarar verdiği zaman bir kâbusun etkisindeydi. Ama unutmak konusunda çok fazla sorun yaşamıştı, bu çok sık olmuştu. Bir an kendisinden şüphe etmeye başladı. Acaba bunu gerçekten de o yapmış ve şimdi hatırlamıyor muydu? Aklına yeni tanıştığı kız geldi. Bunu beraber yaptıklarını söylemişti. Üstelik daha önce de birilerini öldürdüklerini, ama bu kez ölen kişinin ona çok fazla yakın olan biri olduğundan dolayı bunun biraz sorun yaratacağını ima etmişti. Ama bir yandan da bu işten sıyrılacağını söylemişti. Acaba o kız gerçek miydi, buna hala emin değildi. Sabah uyandığında ona birkaç dakika gibi gelen bir gecenin ardından bunun bir kâbus olduğunu düşünmüştü, ama onu bu sabah onu yine görüntü, kanlı canlı karısındaydı. Orada durmuş Aden’e bakıyordu. Görüntüsü tam olarak net değildi, yağan karın altında bir hayalet gibi silik görünüyordu ama oradaydı. Onu gördüğüne emindi.
“Herkes bir şeyleri unutabilir ama cinayet unutulacak şey değildir.” dedi Aden, kendinden emin olmayan bir tavırla. Aden’in kafası karışmıştı. Belki de o kız Aden’in bu cinayette baş şüpheli olduğunu biliyor ve onu korkutup eğlenmek için yalan söylüyordu.
“Geçtiğimiz yaz bir adamı göz altına aldık. Adliyeye götürülürken neler olduğunu, onu neden göz altına aldığımızı sorup duruyordu. Adam çok şaşkındı, yaşadıklarının bir kamera şakası olduğunu sanıyordu. Hakim onu üç kere ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırana kadar kimse onu yaptıklarına inandıramadı.”
“Yani?”
“Adam madde etkisi altındayken üç aylık bebeğini, altı yaşındaki kızını ve karısını öldürmüştü. Hepsinin boğazını kesmişti. Ama bunların hiçbirini hatırlamıyordu. Bizden sürekli karısını aramamızı, gelip onu kurtarmasını istiyordu. Ama o, bir önceki akşam karısının boğazını kesmişti.”
Aden’in kanı dondu. Bu tür vahşetleri çok fazla duyuyordu ama küçük bir bebeğin ve bir çocuğun boğanın kesilerek katledildiği bir vahşeti hiç duymamıştı. Bu adam nasıl bir caniyse ya da o an hangi ruh halindeyse hiç kimsenin asla yapmayacağı bir şeyi yapmıştı. Üstelik ertesi gün, yaptıklarının hiçbirini hatırlamıyordu.
“Ben madde kullanmam, akıl sağlığım da yerinde.” Bunu kendisinden emin bir şekilde söylemişti.
“Bakacağız Aden. Bu gece göz altında kalacaksın. Evindeki aramalardan bir sonuç çıkarsa bu kez seni annen bile kurtaramaz.”
Fırat ayna cama dönüp eliyle belli belirsiz bir işaret yaptı. Aden neler olduğunu anlamaya çalışırken odanın kapısı açıldı ve içeri gri takım elbiseli, elinde siyah bir evrak çantası tutan bir adam girdi. Adam elindeki çantayı masanın üzerine bırakıp açtı ve içinden bir çift lateks eldiven çıkarıp ellerine geçirdi. Sonra değişik aletler çıkardı. Kan, parmak izi ve sürüntü örneği almaya yarayan birkaç zımbırtı. Aden itiraz etti.
“Bunu benim iznim olmadan yapamazsınız, size hiçbir şey vermeyeceğim.”
Fırat önünde duran dosyayı karıştırdı ve bir kâğıt çıkarıp Aden’in önüne bıraktı.
“Bunlar için mahkeme kararımız var, istediğimizi alabiliriz.”
Aden bir süre kâğıda baktıktan sonra kâğıdı eline alıp ayağa fırladı ve kâğıdı parçalara ayırdı, aynı anda bağırmaya başladı.
“Benim vücudumdan ne alınacağına ben karar veririm, mahkeme değil! bu benim bedenim... Siz kim oluyorsunuz? ben izin vermeden kimse bana dokunamaz.”
Dejavu yaşadığını hissetti, bu anı bir kere daha yaşamıştı. Sigorta şirketinde... Fırat’ta onunla aynı anda ayağa kalkarken, köşeye sinmiş olan polis koşar adımlarla masaya yaklaştı ve Aden’in kollarını yakaladı. Fırat’ta ona yardım ederek Aden’i zapt etmeye çalışıyordu. Aden çırpınıp onların elinden kurtulmaya çalışırken Fırat, takım elbiseli herife işaret verdi. Adam Aden’e yaklaşıp, Fırat’ın sıkıca kavrayıp sabit tutmaya çalıştığı koluna iğneyi batırdı. Aden vücudunu terk edip tüpün içine dolan kanını seyrederken çılgına döndü.
“Bunu yaramazsınız! o benim kanım, benden izinsiz bunu yapamazsınız...” diye bağırmaya devam etti.
“O kâğıdı yırtman bir şeyi değiştirmiyor Aden, sakin olsan iyi olur. Yoksa polise mukavemetten hakkında işlem yapılır.” dedi Fırat, onunla aynı ses tonunda konuşarak.
Takım elbiseli adam dikkatli ve seri hareketlerle işini halletmeye çalışıyordu. Buradan bir an önce kurtulmak istediği her halinden belliydi. İçi kanla dolu tüpü çantasına özenle yerleştirdikten sonra sürüntü kitini aldı. Aden bunu görünce ağzını sıkıca kapattı. Dudaklarını birbirine kenetlemiş, öylece duruyordu. Bu kez ne yapacaklarına karar vermediler, herkes bir an durup birbirlerine baktılar. Fırat onu ikna etmek için dudaklarını araladığı sırada kapı açıldı ve içeri bir kadın girdi. Kadının bağırmasıyla Aden aniden irkildi.
“Yeter küçük hanım, şımarıklığı bırak! elimizde gerekli izinler olduğu sürece istediğimizi yaparız. Eğer günlerce burada kalmak istemiyorsan işimizi zorlaştırma.”
Aden göz ucuyla kadına baktı. Orta boylu, kilolu ve sert bir yüz ifadesine sahip bir kadındı. Aden dominantlık kokusunu buradan alabiliyordu. Kadının kısa sarı saçları ve suratının yarısını kaplayan kemik çerçeveli gözlükleri ona daha sert bir hava katıyordu. Aden başına neler geleceğini bilmediğinden dolayı korkmaya başladı. Daha fazla zorluk çıkarmanın kendi aleyhine olacağını anladı ve işlerini yapmalarına izin verdi. Adam ondan sürüntü örneğini ve parmak izini aldıktan sonra toparlanıp, kaçar gibi odayı terk etti. Aden’de elleri kelepçelenip nezarethaneye atıldı. Nezarethane bu kez, geçen sefer olduğu gibi boş ve sakin değildi. Nerdeyse tüm bölümler doluydu. Sokak serserileri, torbacı tipler, kendi çaplarında küçük çetecikler kuran ergenler ve fahişe oldukları anlaşılan tuhaf tipli kadınlar. Memur onu bu tuhaf tipli kadınların olduğu bölüme koydu ve demir parmaklıkları kapatıp kilitledi. Kadınların hepsi dedikodularını bırakıp bir an Aden’e baktılar. Onu dikkatle baştan aşağı süzdüler. Muhtemelen, ondan iyi bir fahişe olup olamayacağına karar vermeye çalışıyorlardı. Aden onlardan olabildiğince uzak durmak için parmaklıklara dönerek yere oturdu ve devlet adamlarının onun hakkında verecekleri kararı beklemeye başladı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aden'in Rüyası (Bölüm 1)

Aden'in Rüyası (Bölüm 2)

Aden'in Rüyası (Bölüm 30)