Aden'in Rüyası (Bölüm 29)
Saatlerdir gelen giden kimse olmamıştı. Bu kez işin ciddiyetini anlamaya başlamıştı. Annesi onu kurtaramayacaktı, hiç kimse kurtaramayacaktı. Kesin yatağının altındaki defterini bulmuşlardı. İlaçları bulmaları o kadar önemli değildi ama defteri bulmaları onun sonu olacaktı. Gerçek anlamda sonu... Aksi halde şu an burada değil evinde olurdu. Karnı çok açtı, buraya geldiğinden beri yediği tek şey babasının ona aldığı tavuk dönerdi, ama iştahı olmadığından onu da doğru düzgün yiyememişti. Ayrıca soğuktan donuyordu. Yanında kalan bu tuhaf kadınlardan korktuğundan dolayı gözünü kırpmamıştı, uykusuz ve yorgundu. Yaklaşık bir saattir, vücudunda anlam veremediği tuhaf şeyler hissediyordu. Midesi bulanıyor, karnı dayanılmayacak derecede ağrıyordu. Ara sıra gözleri kararıyor, sonra normale dönüyordu. Aklına yediği tavuk döner geldi, acaba zehirlenmiş miydi? Son zamanlarda birçok kişinin tavuk dönerden zehirlendiğini duymuştu, acaba babası farkında olmadan ona bozuk tavuk döner mi yedirmişti? Hayır, babası döneri en bilindik ve kaliteli bir yerden almıştı. O dönercinin bozuk döner satma ihtimali çok düşüktü. Belki de ilaçlarını içmediği için vücudu yoksunluk çekiyordu. İlaçların birçok yan etkileri vardı ama Aden bu yan etkilerin hiçbirini yaşamamıştı. En önemlisi cildinde kuruluk, döküntü ve saçlarında dökülme olmamıştı. Belki de bu yan etkiler aksine, ilaçları kullanmayı bıraktığında ortaya çıkıyordu. Vücudu ilaçlara alışmıştı ve onları almayı bıraktığından, vücudu sinyal vererek ilaçları istiyordu. İlaçları kullandığı zamanda bunları neden yaşamadığını anlamıyordu. Belki de gerçekten kanserdi ve o ilaçları gerçekten kullanması gerekiyordu. O bunları düşünürken nezarethaneye bir memur girmiş, onun tutulduğu bölüme gelmişti ama Aden bunu fark etmemişti. Memur demir parmaklıkları açtığı sırada birkaç kadın buradan çıkacaklarını düşünerek kapıya yönelmiş, ama bir diğer görevli memur kapıya yaklaşarak onların dışarı çıkmasını engellemişti. İçeri giren memur Aden’e yaklaştı ve ayağa kalkmasını söyledi. Aden anlamamış gözlerle bir süre memura baktıktan sonra heyecanla ayağa fırladı. Sonunda buradan çıkıyordu. Annesi yine başarmıştı. Ama heyecanı fazla uzun sürmedi. Memur elindeki kelepçeyi Aden’in bileklerine taktı.
“Ne oluyor, neden kelepçe takıyorsun? gitmiyor muyum?” diye sordu Aden, tedirgin bir şekilde.
“Sorguya gireceksin.” dedi kadın memur ve Aden’in koluna girerek oradan çıkardı. Koridor boyunca yürüyüp asansöre bindiler. Sorgu odalarının bulunduğu kata çıkarken, Aden soru bombardımanına devam ediyordu.
“Bu kaç oldu, kaç kere sorguladılar beni? her defasında aynı şeyi anlattım, daha ne öğrenmek istiyorsunuz? benden ne istiyorsunuz?”
Memur, sanki Aden orada değilmiş gibi onu muhataba almıyordu. Asansör durdu ve kapı açıldı. Memur onu sorgu odasına sokup, ayna cama yüzü dönük olacak şekilde duran sandalyeye oturttu ve bileğindeki kelepçeleri çıkarıp odadan çıktı. Biraz sonra odaya Fırat komiser girdi. Bu kez yanında Melisa’da vardı. Melisa’nın asıl bir önceki sorguda olması gerekirken, onu iki tane erkek komiserle yalnız bırakmıştı. Şimdi geldiğine göre önemli bir şeyler olmalıydı. Melisa, Aden’in karşısındaki sandalyeye oturdu ve ellindeki kırmızı renkli ince dosyayı masanın üzerine bıraktı.
“Ne zaman gideceğim?” diye sordu Aden, merakla. Melisa’nın tepesinde dikilip gözlerini ona kilitleyen Fırat, öfkeyle karşılık verdi.
“Bu sana bağlı.”
“Ne demek bana bağlı? Beni burada siz tutuyorsunuz, ben kendi isteğimle kalmıyorum.”
“Polisler inceleme yaptıktan sonra siteye gitmişsin. Ne işin vardı orada?”
“Ne?”
“Sitede ne işin vardı? Dairene gitmemişsin. Ayrıca görünüşe göre kameralarla oynamışsın. Oraya neden gittin?”
“Ben...”
“Her şeyi gördük Aden. Üzgünüm ama kameralardan birini unutmuşsun, sadece birini.” konuşan Melisa’ydı. Aden gözlerini Fırat’tan ayırıp Melisa’ya çevirdi. Melisa dosyanın kapağını açıp içinden bir fotoğraf çıkardı ve Aden’in önüne bıraktı. Aden fotoğrafı görür görmez şaşkınlıkla donup kaldı. Bir süre sonra fotoğrafı eline aldı ve burnunun dibine yaklaştırıp dikkatle inceledi. Fotoğrafı o kadar sıkı tutuyordu ki kenarları buruşmuştu. Melisa onun fotoğrafı yırtacağını düşünmüş olacak ki, fotoğrafı elinden çekip aldı. Aden bu kez de donuk gözlerle Melisa’ya bakıyordu.
Ağzı bir karış açık kalmış, dili tutulmuştu.
Hiçbir şey düşünemiyor, kendisini savunacak hiçbir şey söyleyemiyordu. Bu kendisiydi. Oraya yangından sonra sadece ailesiyle beraber gitmişti. Onun dışında gittiğini hiç hatırlamıyordu. Belki de gitmişti ama hafızası onu yanılıyordu, zihni onunla alay ediyor, onunla eğleniyordu. Başını öne eğip gözlerini kapattı ve dikkatle düşünmeye çalıştı. Oraya hangi ara gitmişti? neden gitmişti? O bunları düşünüp hatırlamaya çalışırken, Melisa’nın sesiyle tüm dikkati dağıldı.
“Oraya ne için gittin Aden? Bir şey mi saklamak istedin?”
“Ne?” diye sordu Aden, anlamamış gözlerle ona bakarak.
“Oraya ne için gittin? ne saklamak istedin?”
“Hiçbir şey, ben...”
“Emin misin Aden? tutanakta eksik bir şey var.”
“Ben gitmedim.” dedi Aden, kekeleyerek. Şaşkın şaşkın bir Melisa’ya bir Fırat’a bakıyordu.
“Hadi ama Aden, bu görüntüye mi inanacağız sana mı? Oraya Ne saklamak için gittin?”
“Ben gitmedim, yani... Hatırlamıyorum.” Bunu söylerken aynı anda hala düşünüyordu ama bir türlü hatırlayamıyordu. Melisa haklıydı, ona değil gördüklerine inanacaklardı. Aden oraya gitmediğine adı gibi emindi ama fotoğraftaki bizzat kendisiydi. Yüzü görünmese de onun şişme montu, onun eşofmanları, onun yürüyüşüydü. Oraya nasıl ve ne zaman gitmişti? Gittiyse şu an nasıl hatırlamıyordu? Aslında kendi eviydi, oraya istediği zaman gidebilirdi ama bunu sorduklarına göre, ortada büyük bir sorun vardı.
“Ne oldu ki?” diye, öylesine sordu Aden.
“Rüya defterin... Tutanaklarda böyle bir şey yazmıyor. Belli ki onu ortadan kaldırmak istedin, neden?” Bu kez soruyu soran Fırat’tı.
“Rüya defterim mi?” Aden bir detayı hatırladı. Eşyalarını toplamak için eve gittiklerinde defterini ve ilaçlarını bulamamıştı. Ama o zaman polisler henüz inceleme yapmamışlardı ve eve gittiklerinde defteri yerinde değildi. Eve yangından kaç gün sonra gittiklerini, polislerin ne zaman inceleme yaptıklarını hatırlamıyordu. Beyni durmuştu, zaman kavramını yitirmişti. Pansiyonda kaldıkları zaman da o gece gördüğü rüyasını yazdığı fiş ortadan kaybolmuştu. Mert’i öldürmek ile ilgili gördüğü rüyası. Köydeki eve gittiklerinde ise defteri ve ilaçlarını komodinin çekmecesinde, fişi ise defterin arasında bulmuştu. Sitedeki evlerine birinin girdiğini, oraya giren her kim ise pansiyondaki odasına da girdiğini ve tüm bunları yapanın, sürekli evine girip çıkan kişinin olduğunu düşünmüştü. Okan. Aslında ilk başta bunu yapmanın Mert olduğunu düşünmüştü, ancak Okan’ı bizzat yakalamıştı. Köydeki evlerine giren kişi kesinlikle oydu. Ama ne sitedeki evlerine ne de pansiyondaki odasına giren o değildi, bizzat kendisiydi. Tahmini doğru çıkmıştı. Onları köydeki eve, komodinin çekmecesine kendisi koymuştu ve şimdi bunu hatırlamıyordu. Kötü bir şey yaptığı zaman işin içinden sıyrılmak için yaptıklarını inkâr ediyor, eğer ispatlanırsa hatırlamadığını söylüyordu. Bunu yalnızca annesiyle babasına yapmıştı, hem de defalarca. Daha önce hiç bu kadar önemli bir olayın içine girmemişti. Sürekli inkâr etmekten ya da hatırlamadığını söylemekten belki de beyni kendisini buna programlamış ve yanlış bir şey yaptığında, bilinçsiz bir şekilde hafızası tüm bu yaptıklarını siliyor, o olayı hatırlatan her şeyi yok ediyordu. Bir çeşit alışkanlık veya programlama. Ya da gerçekten hataydı.
“Rüya defterin nerede Aden, onu nereye sakladın?” diyerek, soruyu yineledi Melisa.
Aden bir kez daha şaşkınlık yaşadı. Ona rüya defterini sorduklarına göre köy evinde yaptıkları aramada defteri bulamamışlardı. Bu iyi değildi. Demek defterini başkası almıştı. Okan. Ya da sürekli olduğu gibi onu bir yere saklamış ve şimdi hatırlamıyordu. Bu daha da kötüydü. Onu nereye koymuş olabilirdi ki? ya kolay bulunacak bir yere ya da asla bulunamayacak bir yere koymuştu, kendisinin bile bulamayacağı bir yere. Kafayı yemek üzereydi.
“Bilmiyorum.”
“Defterini nereye sakladın den?”
“Bilmiyorum... Neden defterime bu kadar kafayı taktınız ki?
“Oraya bir şeyler yazdığını duydum Aden.”
“Defter bir şeyler yazmak için icat edilmiş.” dedi Aden, alaycı bir tavırla.
Melisa kaşlarını kaldırarak karşılık verdi.
“Cinayet planları yazmak içinde mi?”
“Ne?”
“Cinayetle ilgili her şeyi defterine yazmışsın Aden. Defter nerede?”
“Ben...” Bu kez kekelemeye başlamıştı, ne diyeceğini bilmiyordu. Mert’in cinayetini defterine yazdığını öğrenmişlerdi. Üstelik defteri ortada yoktu, onu alan her kim ise bundan sonra Aden’i resmen parmağında oynatacaktı. Aden artık tamamen o kişinin elindeydi. Peki bunu onlara kim söylemişti? Hiçbir ifadesinde onlara defterle ilgili bir şeyler anlattığını hatırlamıyordu. Aklına Önder geldi. Ona, Mert’in cinayetini önceden tasarladığını ve Mert’in onun planladığı şekilde öldürüldüğünü söylemişti. Ama yalnızca bunu söylemişti, defterden bahsetmemişti. Tahminine göre defteri Önder’e ailesinden biri söylemişti. Onlar da bundan yola çıkarak, bu cinayeti defterine yazdığında şüpheleniyorlardı. İçinden Önder’e küfürler sayarken, diğer yandan da Melisa’ya verecek bir cevap düşünüyordu.
“Defterin nerede Aden, yoksa onu siteye giren kişi mi aldı?” diyerek, sorusunu yineledi Melisa.
“Siteye giren kişi mi? Anlamadım, siteye kim girmiş?”
“Bilmem.” dedi Melisa ve kollarını bağlayarak, bıkkın bir şekilde geriye yaslandı.
Aden biraz önce siteye girerken kendisinin çekilmiş bir fotoğrafını gösterdiklerini hatırladı. Aklıyla oynayarak ağzından laf almaya çalışıyorlardı. Siteye giren kendisiydi. Pansiyondaki odalarından, rüyasının yazılı olduğu kâğıdı alıp defterinin arasına koyan kendisiydi. Defteriyle ilaçlarını köy evindeki komodinin çekmecesine koyan kendisiydi. Tüm bunları kendisi yapmıştı ama hiçbirini hatırlamıyordu. Onların pansiyondan çıktıktan sonra köy evine gideceklerini ve Aden’in o odada kalacağını ailesi ve kendisinden başka kim bilebilirdi? Başını ellerinin arasına alıp dirseklerini masaya koydu. Gözlerini sıkı sıkı kapatıp bir süre o şekilde bekledi. Kafayı yemek üzereydi. O kafasındaki düşüncelerle boğuşurken Fırat yumruğunu sert bir şekilde masaya vurdu. Aden aniden sıçradı ve korku dolu gözlerle onlara baktı.
“Bu kadar oyun yeter! konuşmazsan tutuklu yargılanman için gereken her şeyi yapacağız.” diye bağırdı aynı anda.
“Ben... Ben bilmiyorum, gerçekten.”
Fırat ile Melisa kısa bir süre birbirlerine baktılar, sonra Melisa masanın üzerindeki dosyayı aldı ve ayağa kalktı.
“Bunları mahkemede hakime anlatırsın.” dedi ve arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi. Fırat da onun peşinden giderken Aden durumun ciddiyetini anladı ve bir karar verdi.
“Durun!”
İkisi de durup Aden’e döndüler. Aden yutkundu, kararından vazgeçmemek ve başına daha büyük belalar almamak için hemen konuşmaya başladı. “Defterim... Ona... Şey...” Melisa geri dönüp tekrar sandalyeye oturdu, Fırat da onun yanındaki yerini aldı ve ikisi de dikkatli gözlerle Aden’e baktılar. “Ona gördüğüm rüyalarımı yazıyorum.”
Melisa kaşlarını kaldırdı. Hayatında ilk kez böyle bir saçmalık duyuyormuş gibi şaşırmıştı ama Aden biraz sonra onları daha da şaşırttı. “Rüyalarımı defterime yazıyorum ve onları... Gerçek hayatta uyguluyorum.”
“Anlamadım.” dedi Melisa, başını yana eğerek.
“Duydunuz işte... Böyle saçma bir rutinim var. Aslında size saçma gelebilir ama bu benim için çok önemli.”
“Biraz açık konuş.” diyerek, araya girdi Fırat.
Aden ellerini bacaklarının arasına sokmuş, başını öne eğmiş mağdur gibi görünmeye çalışıyordu. Göz ucuyla Fırat’a bakarak sordu.
“Ne dediğimi anlamadınız mı? daha ne kadar açık konuşabilirim?”
“Devam et.” dedi Melisa. Aden başını çevirip gözlerini onlardan kaçırdı ve konuşmaya başladı.
“Gördüğüm rüyalarımı yazıyorum ve onları gerçek hayatta uyguluyorum, bunu yapmak zorundayım, anlıyor musunuz?”
“Neden?”
“Çünkü bunları yapmazsam başıma kötü şeyler geliyor. Bunları yapmak zorundayım”
“Bunun gibi mi?” diyerek, tekrar araya girdi Fırat. Aden gözlerini ona dikti.
“Evet, bunun gibi komiserim. Onu öldürmediğim için bunları yaşıyorum.”
Melisa devam etti.
“Mert’i öldürdüğünü rüyanda mı gördün yoksa bunu önceden mi planladın.”
“Rüyamda gördüm, sonra da defterime yazdım.”
Bu muhabbet Melisa’nın ilgisini çekmiş olacak ki, ellerini birleştirip masanın üzerine koydu ve ona olabildiğince yaklaştı.
“Sonra ne yaptın?” diye sordu.
“Bunu nasıl yapacağımı planlamaya başladım.”
“Sonra.”
“Sonrası bu işte... Biri onu öldürmüş, hem de benim planladığım şekilde.”
Aden bunu gayet net ve kendinden emin bir şekilde söylemişti.
“Yani sen bunu defterine yazdın, sonra biri senin defterinde yazanları okudu ve onu öldürdü.”
“Evet.”
“Peki bunu neden yapsın?”
“Benim suçlu olmam için.”
“Bunu kim yapmış olabilir?”
“Bilmiyorum, benim sorumlu olduğum tek kişi Mert’ti. Kendi kendisini parçalara ayıramaz, öyle değil mi?”
“Yangından sonra ekipler dışından o eve giren tek kişi sensin Aden, ailenden önce... Defterini o sırada sen aldın, öyle değil mi?”
“Şey... Aslında hatırlamıyorum, görüntüler öyle gösteriyor.”
“Yani defter sendeyken onu bir başkası okuyamaz, aynı evin içinde yaşadığın ailen dışında.”
“Aslında pansiyonda kaldığım zamanda, kardeşimle kaldığımız odaya birini girdiğini düşünmüştüm.”
“Neden?”
“Mert ile ilgili rüyamı bir fişin arkasına yazmıştım, o gün yanımda defterim yoktu. Sonra bir ara odadan çıktım, geri döndüğümde koyduğum yerde değildi. Köye gittiğimizde defterimle ilaçlarımı komodinin çekmecesinde bulmuştum fiş de defterimin içindeydi.”
“Ne ilacı kullanıyorsun?”
Aden anlamamış gözlerle ona baktı. Kahretsin! ilaçları ağzından kaçırmıştı.
“Şey... Ben, bir tedavi için.”
“Ne tedavisi.”
Aden bir kez daha başını yana çevirdi ve gözlerini onlardan kaçırarak cevapladı.
“Kanser ilaçları.”
“Sen kanser hastası mısın?” diye, şaşkınlıkla sordu Fırat.
“Bilmiyorum, bunu da rüyamda görmüştüm.”
Fırat ile Melisa bir kez daha şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Melisa tekrar Aden’e dönerek sordu.
“Ne çeşitli ilaçlar?”
“Kırmızı reçeteli ilaçlar işte, pahalı ilaçlar.”
“Onları nasıl alıyorsun?”
“Sahte reçetelerle.”
“Reçeteleri nereden buluyorsun?”
“Okulda her türlü iş yapılıyor.”
Melisa Fırat’a döndü.
“Köy evinde bu tür ilaçlardan bulundu mu?”
“Ağrı kesici bile yoktu.”
Aden bir kez daha şaşkına döndü. Defterini alan kişi ilaçlarını da almıştı. Demek ki bunu yapan kimse Aden’in zayıf noktasını kullanmak isteyen biriydi. Melisa bir kez daha sordu.
“Defterin ve ilaçların ortada olmadığına göre büyük bir sorunumuz var, öyle değil mi? Onları nereye sakladın?”
“Bilmiyorum, hatırlamıyorum. Yatağımın altında saklıyordum.”
“Bu kırmızı reçeteli ilaçlar dışında başka bir şey kullanıyor musun?”
“Hayır, kesinlikle.”
“Kan tahlili sonuçların öyle söylemiyor ama.”
Aden başını yana eğerek merakla sordu.
“Bu ne demek?”
“Kanında uyuşturucu madde tespit edilmiş Aden, uyuşturucuyu nereden temin ettin?”
“Hiçbir yerden. Yani, ben uyuşturucu kullanmıyorum, sigara bile içmiyorum. Bir yanlışlık olmalı, tekrar test yapın.”
“Anlağım kadarıyla siteye gittiğini hatırlamıyorsun. Pansiyon odanda sakladığın kâğıdı aldığını, defterini ve ilaçlarını köy evine bıraktığını hatırlamıyorsun, onları şu an nerede sakladığını hatırlamıyorsun, uyuşturucu madde kullandığını hatırlamıyorsun... Doğru mu?”
Aden cevap vermedi, şaşkın şaşkın onlara bakıyordu.
“Belki bu cinayeti işlediğini de hatırlamıyorsundur Aden, olamaz mı?”
“Hayır.” diyerek, başını iki yana salladı Aden.
“Tıpkı gece vakti sokaktan bir kedi alıp yatağında öldürdüğünü hatırlamadığın gibi, öyle değil mi?” Melisa bunu alaycı bir tavırla söylemişti. Aden başından aşağı kaynar sular döküldü. Bu da ne demek oluyordu? onunla alay edip eğleniyorlar mıydı yoksa gerçekten yaptığı şeyleri mi söylüyorlardı anlayamamıştı. Gece vakti sokağa çıkıp bir kedi alsa ve yatağında onu öldürseydi kesinlikle hatırlardı. Bu unutulacak basit bir şey değildi, bunu yapmadığına emindi. Onunla alay ediyorlardı. Ellerinde ondan başka şüpheli olmadığından dolayı, başarısızlıklarını ört pas etmek için bu cinayeti birilerinin üstüne yıkmak istiyorlardı. Böylece bu olayda suçlu olsun ya da olmasın bir tutuklu olacaktı ve dava kapanacaktı. Evet, bunun için uğraşıyorlardı. Ama Aden onların bu oyununa gelmeyecekti.
“Yalan söylüyorsunuz.” dedi, kendinden emin bir şekilde.
Fırat araya girdi.
“Bunu annen söyledi Aden, kendi annen.”
Aden öfkeyle Fırat’a döndü.
“Annem benden nefret ediyor, benden kurtulmak için her şeyi yapar, hatta beni tımarhaneye kapattıracağını bile söyledi.”
“Görünüşe bakılırsa sonun gerçekten tımarhane olacak.”
“Saçmalamaya başladınız artık! yetkili birilerini istiyorum.” dedi Aden ve kollarını bağlayıp geriye yaslandı.
“Bizden yetkilisi savcı ve hakim. Onlarla da yakında görüşeceksin, merak etme.” dedi Melisa. “Sana son kez soruyorum Aden, Mert’i öldürdüğünü hatırlamıyor olabilir misin?”
“Şu andan itibaren konuşmayacağım, avukatımı istiyorum.”
“Anneni mi? Annen artık seni tamamen bize teslim etti, avukatlığını yapmayacağını söylüyor.” konuşan Fırat’tı. Aden ciddi olup olmadığını anlamak için ona baktı ama hiçbir şey anlayamadı.
“Artık yolun sonuna geldin Aden. Eğer itiraf edersen psikolojik testlere girip, belki bir ihtimal tedavi altına alınırsın ama inkâr etmeye devam edersen ve bunu biz kanıtlarsa, ağırlaştırılmış müebbet yersin.”
Aden ikisine de öfkeyle baktıktan sonra son kez şansını denemek istedi.
“Telefon hakkımı istiyorum.”
“Ebette.” dedi Melisa, ellerini iki yana açarak. Artık yapacak bir şey kalmadığını anladığından masadan kalktı ve odadan çıktı. Odaya giren üniformalı kadın memur, Aden’in bileklerine kelepçe takarak telefon görüşmesini yapabileceği bir bölüme götürdü. Annesiyle babası ortalarda görünmüyordu ama eğer buralarda bir yerlerdeyseler, telefonları çekiyor olmalıydı. Onu burada bir başına bırakıp köye gitmiş olamazlardı. Babasının numarasını tuşlayıp ahizeyi kulağına götürdü. Yanındaki memur gözlerini ona dikmiş, her hareketini dikkatle takip ediyordu. Telefon iki kere çalmanın ardından açıldı ve babasının sesi duyuldu.
“Alo...”
“Baba... Benim, Aden... Neredesiniz?”
“Emniyetteyiz, parmak izi örneği verdik.”
“Parmak izi mi, neden?”
“Öyle gerekti. Sen ne durumdasın?”
“Baba bana inanmıyorlar, benden yapmadığım bir şeyi itiraf etmemi istiyorlar. Yoksa hapse girecekmişim, lütfen bir şeyler yapın!”
“Artık yapabileceğimiz bir şey yok Aden. Ellerinde somut bir şey olmasaydı seni burada tutamazlardı, öyle değil mi?”
Aden öfkelendi ve dişlerini sıkarak karşılık verdi.
“Eğer somut kanıtları olsaydı beni sorgulamaya ihtiyaç duymazlardı baba, ellerinde hiçbir şey yok! üstelik benimle dalga geçiyorlar. Neymiş, sokaktan kedi alıp yatağımda öldürmüşüm. Saçmalığa bak... Hepsini şikâyet edeceğim!”
Sessizlik oldu, babası cevap vermiyordu.
“Baba, orada mısın?”
“Buradayım.”
“Bana bir kedi öldürdüğümü söylüyorlar, bunu annemin söylediğini iddia ediyorlar. Annem de onlardan şikayetçi olabilir, onların işini bitirebiliriz.” Aden bunları söylerken yanındaki memur gülmemek için kendisini zor zapt ediyordu.
“Kimseyi şikâyet edemeyiz Aden, onlar doğru söylüyorlar.”
Aden donup kaldı, hiçbir şey söylemiyordu. Demek bu doğruydu, onunla alay etmemişlerdi, doğruyu söylemişlerdi. Peki neden Aden’in bundan şimdi haberi oluyordu. Neden bunu yaptığını hatırlamıyordu. Delirmek üzereydi, belki de herkes haklıydı. Aden bir deliydi ve onun yeri tımarhaneydi. Şimdi düşününce Mert’in cinayetinde bir parmağı olabileceğinden şüphelenmeye başladı ama hiçbir şey hatırlamıyordu. Tıpkı bir kedi öldürdüğünü hatırlamadığı gibi. Birkaç kere yutkundu, boğazı kup kuruydu. Gözleri kararıyor, midesi yanıyordu. Yorgunluk ve uykusuzluk, onun işini bitirmek istercesine bedeniyle savaşıyordu. Aden bir karar daha verdi ve bu kararında da geri dönmemek için hızlıca babasına söyledi.
“Ne isteseniz yapacağım baba.”
“Ne?”
“Siz ne isterseniz onu yapacağım, beni hastaneye yatırın... Yeter ki buradan kurtarın... Hapse girmek istemiyorum!”
“Artık yapabileceğimiz bir şey yok Aden. Hastaneye ya da hapse... Her nereye gideceksen buna ancak hakim karar verir. Sana yardımcı olmaya çalışıyoruz kızım, senin kötülüğünü istemiyoruz. Her zaman yanındayız, bunu sen de biliyordun.”
Aden babasını ağzı bir karış açık kalmış bir şekilde dinliyordu. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Ne diyeceğini bilmiyordu, belki son bir şansı vardı ama onu da kaybetmişti. Artık yanında ne annesi vardı ne babası. Onu tamamen adalete teslim etmişlerdi. Onu yalnız bırakmışlardı ve bundan sonra hayatı sadece hakimin iki dudağının arasından çıkacak sözlere bağlıydı. Hapis ya da hastane, ikisi de cehennemdi. Bunları hak edecek ne yaptığını düşünüyor, ama aklına Mert’i öldüremediğinden başka hiçbir şey gelmiyordu. Belki de komiserler haklıydı, belki de bunu yapmıştı ama hatırlamıyordu. Ama bunu yapmış olsaydı bu sorunları yaşamazdı. Onun inancına göre rüyasını gerçekleştirmiş olsaydı hayatına kaldığı yerden devam ederdi. Üstelik Mert onun yanına gelip kendisini bir başkasının öldürdüğünü söylemişti. Bu ne demek oluyordu? Kafası allak bullak olmuştu. Öfkeli bir şekilde ahizeyi yerine koydu ve kendisini, koluna giren memura telim etti. Başka çaresi yoktu. Bir yandan ağlıyor, diğer yandan da Okan’ı düşünüyordu. Onun evlerine girip çıktığını Melisa’ya söylemişti. Ya bu cinayeti işleyen o ise. Evet, yaptığı birçok şeyi hatırlamıyordu ama ya o cinayeti Aden işlemediyse. Aklına bunu yapacak tek bir kişi geliyordu, evine giren, bir şekilde defterini okuyan Okan. Ama bunun neden yapacağına dair aklına hiçbir şey gelmiyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder