Aden'in Rüyası (Bölüm 31)


Polislerin söylediklerinin aksine yine savcı karşısına ve mahkemeye çıkmaktan kurtulmuştu. Çünkü hem sitedeki evinde hem de köy evinde hiçbir şey bulunamamıştı. Ama o serbest kalmasını beklerken hiç beklemediği bir şey olmuştu. Kardeşi onun aleyhine ifade vermişti. Bunu öğrenince tedirgin olmaya başlamıştı. Şimdiye kadar aile üyelerinin yazılı ifadeleri alınmasına gerek duyulmamıştı. Neden durduk yere kardeşinin ifadesini almışlardı? onlara ne anlatmıştı? Şimdilik tek bildiği, kardeşinin onunla ilgili bir itirafta bulunduğuydu. Aptal çocuk! Seni aptal çocuk! Geri zekâlı... diye söylenmişti kendi kendine. Bora’nın onlara verdiği ifadede edeceği tek itiraf geçen sene, kim olduğunu bilmediği biri tarafından ona gönderilen ceset fotoğrafları olabilirdi. Bunlardan polise hiç bahsetmemişti çünkü o fotoğrafların Mert’in cinayetiyle hiçbir ilgisi yoktu. Sadece sadistin biri ona kafayı takmıştı ve onunla alay etmek için devamlı ceset fotoğrafları göndermişti. En azıdan o böyle düşünüyordu. Kaldı ki o fotoğrafların gerçek olduğuna bile inanmıyordu. Bilgisayarda bazı programlar kullanılarak her şey yapılabiliyordu. Bora’nın da polise bunu söylediğini düşünüyordu. Gereksiz bir detay, boşuna zaman kaybı. Bu ifade onun için alınan kararları değiştirmeyecekti, buna inanıyordu. Ama birkaç saat sona ailesinin izni ile mahkemeye başvuru yapılmış ve Aden’in bir süre akıl hastanesine yatırılmasına karar verilmişti. Aden bunu duyunca önce sinirlendi ama sonra kendisini sakinleştirmeye çalışmıştı. Birkaç gece önce rüyasında, ailesinin onu zorla akıl hastanesine yatırdıklarını görmüştü. Şimdi de rüyasını gerçekleştirmesi için işaretler gelmeye başlamıştı. Ailesi onu mahkeme karartıyla, zorla akıl hastanesine yatırmak istiyordu. Buna direnmemesi, her şeyi oluruna bırakması gerekiyordu. Sonuçta bu rüyanın ne anlama geldiğini anlayabilmek için bir işaret bekliyordu ve beklediği işaret gelmişti. Gelen işaret, olanlara direnmemesi ve o hastaneye yatmasını söylüyordu. Hem böylece köydeki o tuhaf kızdan da kurtulmuş olacaktı. Hastane işlemlerine başlamadan önce Melisa, Aden ile son kez konuşmak için onu ifade odasına aldırmış ve her zamanki yerine oturup, rahatsız edici bakışlarını onun üzerine dikmişti.
“Memnun oldunuz mu?” diye sordu Aden, umursamaz bir tavırla. Kollarını bağlayarak arkasına yaslanmış, kendisini güçlü göstermeye çalışıyordu.
“Hangi konuda?”
“Önce beni hapse göndermeye çalıştınız, bunu başaramadınız. Şimdi de akıl hastanesine gönderiyorsunuz.”
“Bu kötü bir şey değil Aden, herkesin bazen yardıma ihtiyacı olabilir.”
“Benim kimsenin yardımına ihtiyacım yok, kendi kendime yetebilirim. Beni hapse tıkacak bir şey bulamadığınız için hıncınızı bu şekilde alıyorsunuz, bunu anlamayacak kadar salak da değilim.”
“Kimse senden hınç falan almaya çalışmıyor Aden, biz polisiz. Kimseye karşı kişisel bir...”
“Tamam, anladık... Ama bu umurumda değil, direnmeyeceğim. Hastaneye yatmam gerekiyorsa yatacağım.” dedi Aden, gözlerini onun üzerinden ayırmadan. Aden, Melisa’nın da ona aynı niyetle baktığını anlamıştı. Açıkça birbirlerine meydan okuyorlardı.
“Bunun için direnmen zaten bir şey ifade etmez, ama şu an konumuz bu değil. Kardeşin bize bazı fotoğraflardan bahsetti.”
Aden derin bir iç çekti, tahmini doğru çıkmıştı. Zaten onun hakkında başka ne söyleyebilirdi ki? Bu konuda içi gayet rahattı.
“Gerçekten ciddi ciddi bunu mu anlattı?” diye sordu, alaycı bir tavırla.
“Ciddi olup olmadığına biz karar veririz. Fotoğraflarla ilgili ne söyleyeceksin?”
“Salağın teki benimle dalga geçti, hepsi bu.”
“Ne tür fotoğraflardı?” diyerek, ısrarla soru sormaya devam etti Melisa.
Aden başını yana çevirip bıkkın bir şekilde iç çekti. Sonra başını yana eğerek tekrar Melisa’ya döndü.
“Bora size detayları da anlatmadı mı? Sıradan ceset fotoğraflarıydı işte.”
“Biraz daha detaylı tarif edebilir misin?”
Aden bu kez gözlerini tavana dikti. Aslında tüm fotoğrafları detaylarına kadar hatırlıyordu ama şu an canı karşısındaki komiseri olabildiğince oyalamak, sıkmak istiyordu. Bu yüzden muhabbeti olabildiğince ağırlaştırdı.
“Parçalanmış cesetler vardı.”
“Nasıl parçalanmışlardı?”
“Bas baya parçalanmış işte... Kollar, bacaklar, kafa... Hepsi gövdeden ayrılmıştı. O fotoğrafları kim yaptıysa epey becerikli olmalı, çok gerçekçilerdi.”
Aden hala alaycı bir tavır takınıyordu ama cesedi tarif ettikten sonra Melisa’nın suratı kireç gibi olmuştu. Bir süre şaşkınlıkla ona baktıktan sonra, ellerini masanın üzerinde birleştirerek Aden’e olabildiğince yaklaştı.
“Tüm uzuvlar gövdeden ayrılmış mıydı?” diye sordu, donuk bir sesle. Aden yine ilgisizce cevapladı.
“Evet. Ülkede nam salmak için birilerini parçalayan, kendilerini akıllı sanan zavallıların yaptıkları sıradan şeyler gibi bir iş... Ama onlardan daha önemsiz.”
“Başka detaylar da hatırlıyor musun?”
“Bora zaten tüm bunları anlatmadı mı? Fotoğrafları o da gördü.”
Melisa bu soruya cevap vermedi, muhtemelen kardeşinin sorgusuna başka biri girmişti ve Melisa’nın bu detaylardan haberi yoktu. Ya da ikisinin aynı şeyleri anlattıklarından emin olmaya çalışıyordu.
“Sorumun cevabı bu değil Aden, bana detayları anlat.” dedi Melisa, sert bir tavırla. Aden göz ucuyla onu süzdükten sonra, onun bu konuyu daha ciddiye aldığını anlamaya başlamıştı. Kollarını açıp ellerini masanın üzerine koydu ve o da Melisa’ya doğru eğildi. Yavaş yavaş ciddiyete bürünmeye başlamıştı.
“Aslında uzun zaman oldu ama bazı şeyleri hatırlıyorum. Her postayla tek bir resim gelmişti, bir resimde tek bir ceset fotoğrafı vardı. Parçalar bir araya toplanmış, o şekilde resmedilmişti. Kanlarının taze olduğu anlaşılıyordu. Sanki parçalanır parçalanmaz hemen fotoğraf çekilmiş gibi gerçekçiydi.”
“Bunlardan kaçı kadın kaçı erkekti?” diye tekrar sordu Melisa, buz gibi bir sesle.
“Hepsi kadındı.” Aden başını tekrar yana çevirip gözlerini kıstı ve resimleri gördüğünde, ona çok ilginç gelen bir detayı hatırlamaya çalıştı ama iki detay birden hatırladı. “Sanırım cesetlerin içinde birer tane de fetüs vardı.”
Melisa cevap vermeyince Aden tekrar ona döndü ve dehşet içindeki suratıyla karşılaştı.
“Yani eminim, galiba... Cesetlerin içinde fetüsler vardı. Hepsinde kordon ile cesetlerin vajinalarına bağlıydı.” diye ekledi Aden. Melisa birkaç kere ağzını açtı ama sonra geri kapattı. Gözlerini kapatıp derin bir iç çekti. Sakinleşmeye mi çalışıyordu yoksa soracak başka bir soru mu düşünüyordu belli değildi. Ama Aden’in emin olduğu bir şey vardı, bu resim konusu epey önemli bir konuydu. Belki de onlar gerçek ceset fotoğraflarıydı ve polisler, o fotoğrafları gönderen kişiyi tanıyorlardı.
“Başka bir detay hatırlıyor musun? iyi düşün...” dedi Melisa, dikkatini onun üzerinden ayırmadan.
Aden bir süre durup düşündü. Önemsiz bir detay daha hatırlıyordu.
“Fetüslerin yanında bir de oyuncak bebek vardı. Bu hepsinde vardı. Gerçekten hayatımda bu kadar saçma ve komik bir şey görmedim.” dedi Aden, alaycı bir tavırla.
“Sana bu fotoğrafları kim göndermiş olabilir, aklına birileri geliyor mu?”
“Hayır.”
“İyi düşün.”
“Hayır dedim, benim kimseyle sorunum yoktu. Belki de adres karışıklığıdır, olamaz mı?”
“Son bir soru daha. İstanbul’da yaşadığınız dönemde fahişelerle bağlantın oldu mu? Herhangi bir konuda olabilir.”
Aden bunu duyunca gözlerini kocaman açtı, bu kez öfkelenmeye başlamıştı.
“Oradan bakınca nasıl göründüğümü bilmiyorum ama benim fahişelerle işim olmaz! bana böyle aptalca sorular sormayın.”
Melisa ağır ağır başını salladı ve ayağa kalktı. O odadan çıkarken, içeri üniformalı bir kadın memur geldi ve Aden’in koluna girip onu üst kata çıkardı. Ailesi koridorda sıra sıra dizili olan sandalyelerde oturmuş onu bekliyorlardı. Bora ona göz ucuyla ona baktıktan sonra başını öne eğdi. Ablasına kötülük yaptığının farkındaydı anlaşılan. Bazı evrak işlemlerini hallettikten sonra binadan dışarı çıkıp, onları bekleyen bir ambulansa doğru ilerlediler. Onun için bunca zahmete girmeleri az da olsa gururunu okşamıştı. Şimdilik halinden memnundu. Ambulansa bindiğinde ise artık her şeyin ciddiyetini daha iyi kavramaya başladı. Şu an onu bir akıl hastanesine götürüyorlardı. Ailesinden uzakta olacağı, ne kadar kalacağını, neler yaşayacağını bilmediği bir yere doğru ilerliyordu.
Hastaneye vardıklarında, ambulans hastane bahçesinde durdu ve sağlık görevlileri onu araçtan indirdi. Bir kadın sağlık görevlisi onun koluna girmişti. Bunu kaçmaması için mi yoksa başka bir sebepten mi yaptığını bilmiyordu.
Annesiyle babası yanında değildi, muhtemelen kendi araçlarıyla arkadan geliyorlardı. Şu an hiç tanımadığı bir yerde, tanımadığı insanlarla beraber yapa yalnız kalmak onu biraz ürkütmüştü. Ezik gibi görünmemek için sakin kalmaya, tedirginliğini gizlemeye çalışıyordu. Hava karanlıktı ve binanın yalnızca giriş katında bulunan pencerelerinden ışık yayılıyordu. Saatin kaç olduğundan haberi yoktu, zaman kavramını yitirmişti. Üstelik uykusuzluktan dolayı algısı da bulanıktı. Olayları sadece yüzeysel olarak algılayabiliyordu. Ona birkaç saat içinde yaşananları yarın sorsalar hiçbir şey hatırlamazdı. Binanın girişine çıkan geniş merdivenleri tırmanıp kapıya ulaştılar ve içeri girdiler. Sağ tarafa dönüp uzun bir koridor yürüdükten sonra bir odaya girdiler. Duvarlar beyaz badanalı, zemin ise beyaz fayanslarla kaplıydı. Karanlıktan dolayı binanın dışını tam olarak göremese de içerisi, binanın yeni olduğunu gösteriyordu. Ayrıca binanın içi ısıtıcılardan dolayı sıcak olsa da atmosferi son derece soğuk ve kasvetliydi. Ortalık sakindi ve binaya, derin bir sessizlik hakimdi. Bu durum onun iyice gerilmesine sebep oldu. Odaya girdiklerinde onları yaşlı bir dam karşıladı. Kısa boylu, tombul bir adamdı. Yüzü kırışıklıklarla doluydu ve kocaman, metal çerçeveli bir gözlük takıyordu. Ensesindeki kır saçları yapıştırma saç gibi çirkin görünüyordu. Belki de gerçekten sahteydi. Üzerinde beyaz gömlek, lacivert pantolon vardı ve kravatı, boğazına kadar iliklediği doktor önlüğünün dışında duruyordu. Bir yandan sert bir profesör, diğer yandan da komik bir yaşlı adam imajı vardı. İki çeşit görüntü veren bu adamın karakterini merak etmeye başlamıştı. Adam onları fark etmemişti. Aden’in koluna giren sağlık görevlisi, açık olan kapıya tekrar vurarak adamın dikkatini dağıttı. Yaşlı adam başını kaldırıp, gözlüklerinin üzerinden onlara baktı ama onları umursamamıştı. Başını, tekrar önündeki kâğıt yığınlarının arasına gömdü ve aynı anda konuşmaya başladı.
“Otur.”
Aden yanındaki görevliye baktı. Kadın ona, doktorun masasının karşısındaki sandalyeyi göstererek, oturması için işaret yaptı. Aden sandalyeye otururken görevli, elindeki dosyayı masanın üzerine bırakıp kapının önünde bekleyen diğer sağlık görevlisiyle beraber oradan ayrıldı. Aden bu kez de ihtiyarla baş başa kalmıştı. Daha da gerilmeye başladı. Adam ona bakmadan sorularını sormaya başladı.
“Adın ne?”
“Aden efendim.”
“Kaç yaşındasın?”
“Yirmi bir.”
Yaşlı adam, sağlık görevlisinin masanın üzerine bıraktığı dosyayı alıp kurcaladı ve bir sayfada durdu.
“Mahkeme tarafından zorla yatış kararın varmış.”
“Evet, öyle.”
Yaşlı adam sadece başını sallamakla yetindi.
“Şikâyetin nedir?” diye sordu adam, umursamaz bir tavırla.
Aden, doktorun bu sorusunun cevabını düşünürken masanın üzerindeki eşyaları inceliyordu. Masanın ucunda, tam ortada doktorun adının ve soyadının yazılı olduğu bir plaka vardı. Prof. Dr. Hamit ÖZKAYA Aden bu ismi ezberlemeye çalışırken doktor tekrar sordu.
“Şikâyetin nedir, duymuyor musun?” Sesi bu kez azarlayıcı bir tondaydı. Aden aniden başını kaldırıp yaşlı adam baktı.
“Bir şikâyetim yok efendim, beni neden buraya gönderdiklerini bilmiyorum.”
Adam daha da sinirlendi.
“Böyle şakalarla uğraşacak vaktim yok! görmüyor musun, önümde bir ton iş var.” Sonra tekrar dosyaya döndü ve sert hareketlerle sayfaları karıştırmaya devam etti. “Cinayet şüphelisiymişsin, ayrıca unutkanlık sorunun varmış.”
“B12 vitaminim eksik olabilir.” dedi Aden, başını yana eğerek. Aslında bunları ciddi anlamda söylüyordu ama doktor onun tüm sözlerini alay olarak algılıyordu. Adam ellerini masanın üzerinde birleştirerek ona doğru eğildi ve gözlüklerinin üzerinden bakmayı sürdürerek karşılık verdi. Bu kez bakışları da öfke barındırıyordu. Geçekten ona mı sinirlenmişti yoksa başka bir olayın sinirini ondan mı çıkarıyordu anlaşılmıyordu.
“Bak, buranın bazı kuralları vardır. O kurallara uymayanlar ise cezalandırılır. Elbette burası bir hapishane değil ama burada rahat yaşamak ve diğerleriyle iyi geçinmek istiyorsan kurallara uymak zorundasın, anlaşıldı mı? Ama kuralları umursamıyorsan eğer, ceza hücrelerimizde fazlasıyla boş yerimiz var. Beni anladın mı?”
Aden gözlerini kocaman açmış, şaşkınlıkla doktora bakıyordu. Artık burada kalacaktı, burada hapsolacaktı, kurtuluşu yoktu. Kurallara uymak zorundaydı ve bir sorun çıkarırsa eğer, ona istedikleri cezayı verebileceklerdi. Gördüğü rüyayı gerçekleştirmek için adımlar atmıştı ama kötü şeyler yaşamaya devam ediyordu. İşler ne zaman yoluna girecekti bilmiyordu, bu bilinmezlik onu yoruyor, geriyordu. Mert’i hatırladı, belki de hala ona yapmadığı kötülüğün cezasını çekiyordu. Peki bu ne zamana kadar devam edecekti? tanrı onu ne zaman affedecekti? Aniden aklına bir fikir geldi. Gözleri daha da büyüdü. Başını başka yöne çevirip, bakışlarını bir noktaya sabitledi. Bu gerçekten harika bir fikirdi. Tanrıya, Mert’in yerine başka bir ruh gönderirse belki tanrı bunu kabul eder ve cezasını sonlandırabilirdi. Bu gayet mantıklı ve akla yatkındı. Evet, Mert’i öldürememişti ama başka birini öldüremeyeceği anlamına gelmiyordu. Mert’in ruhunun yerine başka bir ruhu kurban edebilirdi. Ama bunun sonucunun ne olacağına tam olarak emin değildi. Boşu boşuna katil olmak istemiyordu, bu yüzden bir işaret beklemeliydi. Rüya yoluyla ona gelecek olan bir mesaj, bir işaret bekleyecekti. İşareti beklerken potansiyel bir kurban arayışına girebilir, eğer olumlu yönde bir işaret gelirse bu eylemini hemen gerçekleştirebilir, böylece zaman kaybetmemiş olurdu. Bu sayede de çektiği tüm bu sıkıntılardan kurtulabilirdi. O bunları düşünürken, doktor masanın üzerindeki telefonun ahizesini kaldırmış biriyle görüşüyordu. Muhtemelen bir görevli çağırarak Aden’i buradan götürmesini söylemişti. Bir an önce gözünün önünden kaybolmasını istiyordu anlaşılan. Biraz sonra kapı açıldı ve karşısındaki yaşlı adam gibi suratsız bir kadın belirdi.
“Onu odasına yerleştir!” diyerek emir verdi doktor, umursamaz bir tavırla. Kadın da onu umursamadı ve Aden’e başıyla işaret yaptı. Aden bir doktora bir de kapıdaki kadına baktı. Sonra daha fazla azar işitmemek için oturduğu yerden kalkıp, kadının peşine takıldı. Kadın en fazla otuz yaşında olmalıydı. Uzun ince bir bedeni, dalgalı kumral saçları ve bebeksi bir yüzü vardı. O da doktor gibi, görüntüsüyle karakteri birbirine zıt biriydi. Kadın görünüşte sıcak kanlı, cana yakın duruyordu ama karakteri hiç de öyle değildi. Üzerinde kırmızı mini bir elbise ve beyaz önlük vardı. Yüzünde ise doğal haliyle tanınamayacak kadar ağır makyaj vardı. Sanki bir düğünden çıkmış ve hastaneye gelip iş başı yapmış gibi görünüyordu. Gecenin geç saati olmasına rağmen oldukça dinç görünüyordu. Asıl suratı ve sert mizacı sayılmazsa tabi. Beraber asansöre binip iki kat yukarı çıktılar. Asansörden indikten sonra, karşılarına çıkan koridor boyunca yürüdüler. Koridorda sayamayacağı kadar çok oda vardı. Koridorun sonuna geldiklerinde hemşire durdu ve önce sol taraftaki kapıyı, sonra da odanın ışığını açıp içeri girmesi için kapının yanında onu bekledi. Aden içeri girip odaya göz gezdirirken hemşire ona açıklama yaptı.
“Sabah tam dokuzda uyanmış ol! Kahvaltı dokuz buçukta, kahvaltıdan sonra muayene olacaksın. Sonra da senin için bir tedavi planı hazırlanacak. Toplantı sonucuna göre sana ve ailene bilgi verilecek.”
Aden arkasını dönüp hemşireye baktı ve çekinerek sordu.
“Annemle babam gelmediler mi? yanımda hiçbir eşyam yok.”
“Gelseler bile bu saatte görüşemezsin. Şimdi yat ve sabahı bekle.” Hemşire onun daha fazla konuşmasına fırsat vermeden kapıyı kapattı ve Aden’i bu kutu gibi odada yalnız bıraktı. Aden tekrar odaya göz gezdirdi. Odadaki tüm mobilya bir yatak, bir masa, bir sandalye ve gardırop niyetine kullanmak için bir köşeye yerleştirilmiş küçük metal bir dolaptan ibaretti. Binada şimdiye kadar gördüğü yerler gibi bu oda da baştan aşağı beyaz badanalıydı. Koridorlardan tek farkı, zemini kaplayan gri parkelerdi. Ayrıca masa ve sandalye koyu kahve rengi, küçük gardırop ise gümüşi renkteydi. Beyaz nevresimlerle kaplı yatağına yaklaşıp yorganı kaldırdı. Sonra gözü pencereye takıldı. Penceresi ön bahçeye bakıyordu. Bahçede bulunan aydınlatmalardan görebildiği kadarıyla hastanenin karşısında ormanlık arazi vardı. Karanlık olsa da manzarasını sevmişti, gündüz vakitlerinde daha da güzel olacaktı. Burada ne kadar kalacağını bilmiyordu, bu yüzden alışsa iyi ederdi. Geri dönüp yatağına uzandı ve yorganın altına girdi. Uzun zaman sonra ilk kez farklı bir yerde uyuyacağından dolayı yerini yadırgamaktan ve kâbus ya da halüsinasyon görmekten korkuyordu. Korkusunu bastırmak için ışığı açık bıraktı. Bu kez de uyumakta zorlanacaktı. Ama ilk gecesini kabuslarla mahvetmek ve kendisini buradan soğutmak istemiyordu.
Rahat uyuyabilmek için başını da yorganın altına soktu ve gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı. Diğer yandan da potansiyel bir kurban düşünmeye çalışıyordu. Bu düşünceyle uykuya dalarsa, bu konu hakkında bir mesaj alacağına emindi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aden'in Rüyası (Bölüm 1)

Aden'in Rüyası (Bölüm 2)

Aden'in Rüyası (Bölüm 30)