Aden'in Rüyası (Bölüm 33)
Gözlerini açtığında odanın içine gün ışığı doluyordu. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama kimse onu uyandırmaya gelmediğine göre henüz dokuz olmamıştı. Yattığı zaman aralıksız uyuyacağını düşünmüştü ama gece boyunca sürekli uyanmıştı. Şimdi de kimse ona seslenmeden uyanmıştı, uykusunu bir türlü alamamıştı. Gece kesik kesik de olsa bir rüya görmüştü ama odasında rüyasını yazacak hiçbir şey yoktu. Daha sonra bunun için birilerinden kâğıt ve kalem isteyecekti. Kendisini halsiz ve yorgun hissediyordu. Yattığı yerden doğrulduğunda, masanın üzerinde küçük bir valiz gördü. En azından ona giyecek bir şeyler getirecek kadar düşünen birileri hala vardı. Hantal bir şekilde yataktan kalkıp, sallana sallana masaya doğru birkaç adım attı. Uykusuzluktan gözleri yanıyor, yutkunurken de boğazına dikenler batıyordu. Gece üşütmüş olmalıydı. Önceki gün, tüm gününü buz gibi nezarethanede geçirmişti. Bu berbat yerde hastalanmamayı umuyordu. Üzerine giyinecek bir kazak aramak için valizin fermuarını açtı. Giysileri karıştırmaya başladığı sırada, pantolonlarının arasından yere bir şeyler döküldü. Başını eğip yere baktığında şaşkınlıkla donup kaldı. Kırmızı reçeteli ilaçları ve rüya defteri yerde duruyordu. Elinde tuttuğu pantolonunu masanın üzerine fırlatıp yere dökülen eşyalarını alıp kucağına yerleştirdi ve yatağına oturdu. Gözlerini onlardan ayırmadan, bunları valizin içine kimin koymuş olabileceğini düşündü. Annesi ya da babası bunu asla yapmazdı. Bunları ailesinden biri bulmuş olsaydı, direk polise giderlerdi çünkü Aden artık onların umurunda değildi. Bundan sonrasını kanun yoluyla halletmek istiyorlardı. Bunlar da polise verilecek en güçlü kanıtlar olabilirdi. Sonuçta defterinin içinde onun el yazısıyla yazılmış bir cinayet planı vardı. Aniden başını kaldırıp gözlerini karşı duvara dikti. Bunu yapan kişi Hayal’di. Aden’in gerçek olup olmadığını hala anlayamadığı genç kız. Bunu o yapmıştı, eğer gerçekse tabi. Kendisi yapmış olamazdı. Hatırlamaması da bir şeyi değiştirmezdi, buraya eli kolu boş gelmişti. Annesiyle babasının hazırlayıp getirdiği valizin içine bunları koyamazdı. Bunu yapan kişi dışarıda bir yerlerdeydi. Artık emin oldu. O kız gerçekti. Aden ile dalga geçiyordu. Belki de oyun oynayarak korkutmaya çalışıyordu. Mert’in cinayetini ülkede duymayan kalmamıştı, nasıl olduğunu bilmese de kız bu cinayetin baş şüphelisinin Aden olduğunu öğrenmişti ve onu kokutmak için dalga geçmişti. Şimdi de evlerine gizlice girerek defterini ve ilaçlarını bulmuş, sonra da onları bir şekilde bu valizin içine koymuştu. Eve girmesinde sorun yoktu çünkü ailesi de uzun süre onunla beraber emniyetteydiler. Ama bunları nereden bulduğu ve valizin içine nasıl yerleştirdiği konusunda aklına hiçbir şey gelmiyordu. Bu bir sırdı. Zaten o kız kafadan çatlaktı. Her şeyi yapabilecek kapasitedeydi. Nedense şimdiye kadar Aden’den hiçbir şey talep etmemişti, onu tehdit etmemiş, şantaj yapmamıştı. Bir çıkarı yoksa neden ona sürekli ensesinde olduğunu düşünmesini sağlamaya çalışıyordu? neden onu her an takip ettiğini, hayatının merkezine girmeye çalıştığını göstermeye çalışıyordu? Planı tam da bu olabilirdi. Menfaat olmadığını düşünmesini sağlamak için son derece ağır hareket ediyor olabilirdi. Diğer bir ihtimal de hiçbir planının olmamasıydı. Yine de Aden kızın onun ziyaretine mutlaka geleceğine emini. Bunca şeyi yaparken onu burada rahat ve huzurlu bırakacak değildi. Defterini açıp arasındaki kalemi eline aldı ve defteri kucağına yerleştirerek, rüyasını yazmaya başladı. Bunları yazarken bile midesi yanıyor, suratını ateş basıyordu. Bu rüya onu çok heyecanlandırmıştı. Neden böyle bir şey gördüğünü anlayamamıştı ama bu rüya onun çok hoşuna gitmişti. Yine de umutlanmamak için fazla düşünmemeye çalıştı. Sadece rüyasını yazıp defterini kapatacaktı, sonra da en uygun zamanda bu rüyasını gerçekleştirecekti ama kim bilir ne zaman?
Sevgili rüya defterim...
Dün gece rüyamda önder ile öpüşüyordum. Neden böyle bir rüya gördüm bilmiyorum, sanırım onu her gördüğümde ona karşı bir şeyler hissettiğim için bu benim bilinç altıma yerleşti. Bu yüzden de rüyamda onula bu güzel şeyi yaşadığımı gördüm, ama bunu nasıl gerçekleştireceğimi bilmiyorum. Sonuçta o evli bir adam. Yapmasına yaparım ama peki sonra ne olacak? Bana nasıl bir tepki verecek? buna emin değilim. Her neyse... Kendimi bunu yapmaya hazırlamak için yeteri kadar zamanım var. Çünkü artık bir akıl hastanesinde hapisim, o ise dışarıda bir yerlerde. Kim bilir onu bir daha ne zaman göreceğim ama umarım onu gördüğüm zaman bunu unutmamış olurum. O zamana kadar diğer rüyalarımla ilgilenirim, belki de onu göreceğim zaman kadar daha ilginç şeyler yaparım ve o zaman bunu yapmak, beni şimdiki kadar korkutmaz. Hani insan bir konuda ileri gittikçe, o şeyleri yaşadıktan bir süre sonra ona artık gayet doğal ve sıradan geliyor, hiçbiri şey hissetmiyor ya... Bu da onun gibi bir şey işte. Ama neyse ki...
Aden son cümlesini tamamlayamadan kapı açıldı. Aniden defteriyle kaleminin yastığının altına sakladı. Kapıda bir kadın hemşire durmuş, gülümseyerek ona bakıyordu.
Gülümsemesi son derece samimiydi, bu yüzden Aden bundan hiç hoşlanmadı. Burada kimseyle samimiyet kurmayacak, arkadaş olmayacaktı. Kendisini bunun için şartlamıştı.
“Bir ziyaretçin var. Sonra muayeneye gireceksin, acele et!” dedi hemşire.
Aden kaşlarını çattı. Hangi sersem onu bu kadar çabuk özlemiş ve ziyaretine gelmiş olabilirdi ki?
“Annem ya da babam mı geldi?” diye sordu Aden, merakla.
“Hayır. Bir arkadaşın olduğunu söylüyor, sürpriz olsun.” dedi hemşire ve kapıyı kapatıp, oradan ayrıldı. Aden başını öne eğip düşündü. Onun buraya yattığını bilen arkadaşı yoktu, daha doğrusu hiç arkadaşı yoktu. Aklına Selim ve Tuğra’dan başka kimse gelmiyordu. Ama hemşire bir kişi olduğunu ima etmişti, muhtemelen ikisinden biri gelmiş olmalıydı. Peki burada olduğunu nasıl öğrenmişlerdi? Gelen kişi her kim ise ondan gelecek olan tehlikeye karşı kendisini hazırlayarak tetikte olacaktı. Kimsenin onu tehdit etmesine, şantaj yapmasına ya da kokutmasına izin vermeyecekti. İlaçlarını çıkarıp birer tane ağzına aldı ve kuru kuru yuttu. Bedeninde meydana gelen bu tuhaflıkların kısa sürede ortadan kalkmasını, eski haline dönmesini umuyordu. Sonra valizin içinden bir kazak bulup pijamasının üzerine geçirdi. Altına da lacivert bir kot pantolon giyinip odadan çıktı. Bom boş koridorun ortasında kala kalmıştı, nereye gideceğini bilmiyordu. Merdivenlere doğru yürüdü ve iki kat aşağı indi. Etrafına bakındığında, biraz önce odasına gelen hemşireyi gördü. Kadın ona eliyle kendisini takip etmesi için işaret yaptı. Aden gözlerini devirerek kadını peşinden gitti. Bu ilgisizlik onu sinirlendirmişti, aslında istediği şey ilgi değildi ama yine de ilgi görmesi gerekirdi, sonuçta o bir hastaydı. Kadın bir kapının önünde durdu. Kapını üzerindeki küçük plakada, büyük harflerle GÖRÜŞME ODASI yazıyordu. Kendisini resmen bir hapishanede gibi hissediyordu. Hapishaneyle buranın arasında pek bir fark göremiyordu. Hemşire onu içeri girmesi için kenara çekilerek ona yol vardı. Aden kadının yüzüne bile bakmadan içeri girdi. Ziyaretçisini bulmak için fazla çabalamasına gerek kalmadı çünkü salon boştu, tek bir kişi vardı. Onu görür görmez olduğu yerde çakılıp kaldı. Midesinin yandığını hissediyordu. Ziyaretçisi Önder’di. Onu bir daha ne zaman göreceğine emin değildi ama onunla ilgili rüyasını yazdıktan sadece birkaç dakika sonra göreceğini de düşünmemişti. Yutkundu. Rüyasını gerçekleştirebilmek için hazırlanmaya hiç fırsatı olmamıştı, tamamen hazırlıksız yakalanmıştı. Bu büyük bir işaretti. Rüyasını gerçekleştirebilmesi için tanrı, Önder’i anında buraya göndermişti. Daha önce düşündüğü bir şeyin bu kadar hızlı gerçekleştiğini hiç görmemişti. Önder’i yan profilden görüyordu, başını elindeki telefona gömüştü ve onu henüz fark etmemişti. Buradan bakınca bile birileriyle yazıştığını anlayabiliyordu. Muhtemelen karısıyla konuşuyordu. Önünde karton bardakta, dumanı tüten sıcak bir içecek vardı ama soğuğa rağmen onu da önemsemediği her halinden belliydi. Peki sabahın bu saatinde burada ne işi vardı, neden gelmişti? Bu konu onu korkutsa da en azıdan Tuğra’ya Selim’den korktuğu kadar korkmamıştı. Ağır adımlarla ona doğru yaklaştı. Önder, Aden’in zeminde gıcırdayan ayakkabısının seslerini duymuş olacak ki, başını gömdüğü telefondan kaldırıp Aden’e çevirdi. Onu görür görmez ayağa kalktı ve telefonunu montunun cebine koydu.
“Günaydın.” dedi aynı anda. Hiç gülümsemiyordu, yüzü her zamanki gibi donuk ve ifadesizdi. Daha doğrusu sinirlenmediği zamanlarda olduğu gibi.
“Günaydın.” diyerek, karşılık verdi Aden ve Önder’in tam karşısındaki sandalyeye oturdu. Arkasına yaslanıp kollarını bağladı ve ciddi görünmeye çalıştı. Ama içi içini yiyordu. Onu görür görme rüyası aklına geldi. Lapa lapa yağan karın altında onun suratını avuçlarının arasına almış, ağır hareketlerle dudaklarını onun dudaklarına değdirmişti. Önce birkaç küçük öpücükle kendisini alıştırmaya, onun tepkisini ölçmeye çalışmıştı. Önder’de ona karşılık verdiğinde, Aden onun dudaklarının ve nefesini sıcaklığının tüm bedeninin kapladığını, alev alev tutuştuğunu hissetmişti. Bu olduğu an doğru zamanın geldiğini anlamış ve bu kez şehvetle onu doya doya öpmeye başlamıştı. Önder’de bundan hoşlanmış olacak ki güçlü kollarını onun beline dolayıp sıkıca sarmış ve deli gibi dudaklarına yumulmuştu. Aden bu sahneyi gözlerinde canlandırırken, Önder onun düşüncelerini dağıttı.
“Nasılsın?”
“Nasıl mıyım?” diye sordu Aden, anlamamış gözlerle ona bakarak. Hala rüyanın etkisinde olduğundan, onun ne söylediğini algılaması biraz zaman aldı. “Heyecanlıyım. Bir sürü kafadan çatlak arkadaşım olacak.”
“Güzel. İnsanın kendisiyle aynı dilde konuşan insanlarla bir arada olması güzledir.”
“Çok komiksin... Neden geldin?”
“Seni görmek için.”
“Benimle flört mü ediyorsun?” diye aninden sordu Aden, ama bunu soruduğuna hemen pişman oldu. Sonra toparlamaya çalıştı. “Yani evlisin... Neden beni görmek için buraya kadar geldin?” Konuştukça daha da saçmaladığını anladı ve susmaya karar verdi.
Önder masanın üzerine koyduğu ellerini ovuşturdu ve sağ eliyle, sol elinin yüzük parmağında duran alyansıyla oynadı. Aynı anda açıklama yaptı.
“Ben evli değilim.”
“O yüzük ne o halde?”
Önder gözünün ucuyla ona baktı ve başını yana çevirdi. Bir süre o şekilde durduktan sonra ellerin birleştirip başını dikleştirdi.
“Eşim vefat etti.” Bunu, suratıyla aynı derecede ifadesiz bir ses tonuyla söylemişti ama Aden bundan etkilendi. Kaşlarını çattı ve çekinerek karşılık verdi.
“Özür dilerim, ben şey sandım... Her neyse... Nasıl oldu?” Aden de ellerini masanın üzerine koymuş, ona biraz daha yaklaşmıştı.
“Boş ver. Buraya seninle konuşmak için geldim.”
“Ne konuşmak istiyorsun? anlatmadığım hiçbir şey yok.”
“Sitedeki evinizde bir arama yaptık Aden. Senin odanda bir şeyler gördüm. Yerde ayak izleri vardı. Her yerde... O gün siteye gittiğini biliyoruz. Ama anlayamadım bazı şeyler var.”
“Neymiş?” diye sordu Aden, ilgisizce. Onu dinliyordu ama aklı hala başka bir yerdeydi. Karısı ölmüştü, buna rağmen yüzüğünü hala parmağında taşıyordu. Bunu karısının hatırasına bir saygı olarak mı yapıyordu yoksa tüm kadınları kendisinden uzak tutmak için bir çeşit kalkan olarak mı kullanıyordu anlayamadı. Aden’in onunla bir şansı olabilir miydi? Yoksa Önder’de tıpkı Mert gibi onu sadece kullanır mıydı? Geçmişteki polis kimliği Aden biraz olsun güven veriyordu ama sonuçta o da bir erkekti.
“O gün tüm kameraları bir şekilde devre dışı bırakmışsın ama sadece bir tanesine yakalanmışsın. Dairenizin tam tersi tarafa gitmişsin, evine değil. Bir detay daha var. Madem kameraları etkisiz hale getirecek kadar kendini gizleme ihtiyacı hissettin, neden odanda ayakkabılarının izlerini bıraktın?”
Aden önce onun tüm bu söylediklerini kafasında toparlamaya, algılamaya çalıştı. Yaptığı, daha doğrusu hatırladığı bir olay olsaydı belki sadece yalan söylemek için düşürdü, ama hatırlamadığı bir olayın bunca detayını algılamak, sonra sıraya koymak ve onlara bir anlam katmak çok zordu. Düşünceli gözlerini tek noktaya sabitlemiş, öylece duruyordu. Önder devam etti.
“Ayrıca köydeki evinizde yapılan aramada rüya defterin bulunamamış.”
Aden bunu duyunca gözünün ucuyla ona baktı. Evet, bunu polislere o söylemişti. O uzun zamandır bunu biliyordu. Aden ona sırlarını anlatmıştı ama defterinden bahsettiğini hatırlamıyordu. Annesi ona, o da polislere söylemişti. Bu insanlar ne kadar da boş boğazdılar.
“Bir de kanser ilaçları...” Bunu söylerken yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. “Gerçekten sırf rüyanda gördüğün için kanser ilacı mı kullanıyorsun? sen gerçekten kafayı sıyırmışsın.”
“Buraya benimle alay etmeye mii geldin?” diye sordu Aden, öfkeyle.
“Hayır tabi ki.” Önder geriye yaslanıp kollarını bağladı ve samimi görünmeye çalışarak devam etti. “Bak Aden... Beni bir arkadaş ya da bir abi olarak görebilirsin. Ne olarak görmek istesen o şekilde görebilirsin.”
Bir amca demediğin kaldı. Diye içinden geçirdi Aden. Abi kelimesini duymak onun canını sıktı. Önder devam etti.
“Bu işte parmağın var mı yok mu bilemem ama sana yardım etmeye çalışıyorum. Bana kargoyla aldığın fotoğraflardan başlayarak, sakladığın başka bir şey varsa hepsini anlatmanı istiyorum.”
Aden başını yana çevirdi.
“Bununla ilgili ifademi verdim zaten, hiçbir şey bilmiyorum.”
Önder tekrar ellerini masanın üzerine koydu ve Aden’e doğru eğildi.
“İstanbul’da hiç arkadaşın oldu mu?”
“Olmuştur. Ne bileyim, hatırlamıyorum.”
“Kadın arkadaş.”
Aden gözünü devirerek ona baktı ve kaşlarını çattı.
“Ne demek kadın arkadaş, sen beni ne sanıyorsun?”
Önder ellerini iki yana açarak, yanlış anlaşılmayı gidermeye çalışmak için açıklama yaptı.
“Yani bahsettiğim bir erkek değil kadın arkadaş. Kız arkadaş, normal bir arkadaştan bahsediyorum, anladın mı?”
Aden ona gözünün yanıyla bakmayı sürdürerek bir süre düşündü.
“Ne bileyim? orada sadece bir yıl kaldık ve uzun zaman oldu, hatırlamıyorum.”
“Bir fahişeyle arkadaşlık yaptıysan bunu kesinlikle hatırlıyor olman lazım. Ya da o tür kadınlarla bağlantıda olan herhangi birileriyle.”
“Yeter.” diye bağırdı Aden, elini masaya vurarak. “Sen çok olmaya başladın artık! Ne ima etmeye çalışıyorsun bilmiyorum ama sakın bir daha karşıma çıkma!” Aden hızla oturduğu sandalyeden ayağa kalktı, sandalyesi geriye doğru devrildi. O arkasını dönüp kapıya doğru ilerlediği sırada, Önder arkasından seslenerek onu durdurdu.
“Onlar gerçekti Aden.”
Aden olduğu yerde durdu. Önder’in ne demek istediğini anlamaya çalıştı. Arkasını dönüp ona baktığında, Önder’in önceki halinden daha ciddi olduğunu fark etti. Onunla alay etmiyordu.
“Ne zırvalıyorsun sen? kim gerçek ceset fotoğraflarını birilerine göndererek başını derde sokar ki?”
“Otursan iyi olur Aden.”
Aden bir süre durup onu baştan aşağı süzdü. Rüyasını hatırladı. Bu, rüyasını gerçekleştirmesi için son fırsatı olabilirdi. Bu yüzden onunla bir süre daha konuşarak ortamı yumuşatabilir, sonra da rüyasını gerçekleştirebilirdi. Aksi halde başına neler geleceğini tahmin edemiyordu. Bir hatasının cezasını hala çekiyordu, başka olaylara ve belalara katlanamazdı. Geri dönüp sandalyeyi yerden kaldırdı ve tekrar oturdu. Ellerini kucağında birleştirerek geriye yaslandı ve sakin kalmaya çalıştı.
“Ne var?” diye sordu, umursamaz gibi görünmeye çalışarak. Aslında Önder’i umursamadığını hissettirmeye çalıyordu, fotoğrafların gerçek olma ihtimali onun ilgisini çekmişti.
“İstanbul’da senin yaşadığın dönem içinde bir kadın öldürülmüş. Mert ile benzer şekilde ve sana gelen fotoğraflarla birebir aynı bir cinayet. Mert’in ölümünü bile kendin işlemediğini ispatlayamıyorsun ve sana bir dönem kim tarafından gönderildiği bilinmeyen ceset fotoğrafları geliyor. Bunu gerçekten bu kadar umursamaz ve bu kadar rahat karşılıyor olamazsın Aden.”
Önder haklıydı. Mert’in cinayetinden sıyrılmayı başaramadığı gibi ortaya başka cinayetler de çıkmıştı ve cesetlerin fotoğrafları ona gönderilmişti. Bu durumda korkması gerekiyordu. O fotoğrafların sahte olduğuna inanıyordu ama Önder, fotoğraflardakilerle aynı şekilde işlenmiş bir cinayet olduğundan bahsediyordu. Bu konuda yalan söylemesini gerektirecek bir şey yoktu. Doğru söylüyordu, Aden’in artık korkması gerekiyordu. İşlemediği bir cinayetten suçlanırken, başka bir cinayetten daha şüpheli durumuna düşmek istemiyordu. Bu durumda kendisini kurtarmak için onlarla iş birliği yapması gerektiğini anlamıştı.
“Ne bilmek istiyorsun?” diye sordu, kararlı bir şekilde. Önder sonunda çabalarının karşılık bulmaya başladığını anlamış olacak ki, heyecanla konuşmaya devam etti.
“Bana İstanbul’da yaşadığın dönemde fahişelerle herhangi bir bağlantın olup olmadığını söylemeni istiyorum.”
Aden dikkatle düşünce, Önder’in aslında onun da fahişelik yapıp yapmadığını değil, sadece onlardan biriyle arkadaşlık yapıp yapmadığını sorduğunu anlamaya başladı. İyice düşündü. Aklına biri geldi.
“Bir kız arkadaşım vardı ama fahişe olduğuna emin değilim. Sadece evlilik dışı bir ilişkiden hamile kalmıştı. Ben de onunla alay emek için birkaç kere fahişe demiştim ama bana hiç karşılık vermemişti. Sanırım bir fahişe olabilir.”
“Bana o kızdan biraz bahseder misin?”
“Yaşı küçüktü, belki benden birkaç yaş büyüktü ama fazla değil. Evli bir adamdan hamile kalmıştı. Adam bir fabrikatörün oğluydu, epey zengindi. Sürtük... Adamı nasıl ayarttıysa...” Aden bunu, o kızı kıskandığı için söylemişti. Kendisi her zaman iyi bir insan olmaya çalıştığı, aşık olduğu insana sadık kalmaya çalıştığı halde hep aldatılmış, hep kötülük görmüştü ama en aptal insanların her zaman en iyi adamlarla beraber olduklarını, en güzle şartlarda yaşadıklarını da görmüştü. Bu onun sinirlerini bozuyordu. Ama sonra o kızın hamile kaldığı adamın, evli olduğu halde genç bir kızdan bebek yapacak kadar karaktersiz olduğu aklına geldi. Kız hamile kalmakla kalmamış, bir de ortada kalmıştı. Adam ona sahip çıkmamıştı. Bu düşünce onu rahatlatıyordu.
“Devam et.” dedi Önder.
“Kız hamile kalmadan önce adam etrafında pervane oluyordu, ama hamile kaldıktan sonra rüzgâr tersine döndü.” diyerek devam etti Aden, alaycı bir tavırla. “Bu kez kız onun etrafında pervane olmaya başladı. Adam kaçıyor kız kovalıyordu ama bu durum adamın umurunda bile olmuyordu. Sonra kız adamdan intikam almak için karnı iyice büyüdüğünde, karısının karşısına çıkacağını ve ona babalık davası açacağını söylemiş. Bana bunları anlattıktan sonra korkmaya başladım. Sonuçta kızla arkadaştım, onu yanımda görenler vardı. Belli ki o adam da görmüştür, bilmiyorum. Ama kızın tehlikeli olduğunu, başına bela alacağını anladığım an onunla arkadaşlığımı bitirdim. Sonra onu bir daha göremedim.”
Önder tüm bunları heyecanla, bir o kadar da şaşkınlıkla dinliyordu.
“O kız nerede oturuyordu? nasıl tanıştınız?” diye sordu, donuk sesle.
“Aynı mahallede oturuyorduk, devamlı karşılaştığımız için bana selam veriyordu. O şekilde tanıştık.”
“Ne kadar zaman arkadaş oldunuz?”
“Sanırım altı ay kadar.”
“Siz arkadayken hamile miydi?”
“Biz arkadaş olduktan iki ay sonra hamile olduğunu öğrenmişti sanırım. Ama öncesinde biliyordu da bana söylemediyse bilemem.”
“Ailesiyle mi yaşıyordu yalnız mı?”
“Yalnız yaşıyordu.”
“Onunla arkadaşlık yapmayı bıraktığında seninle de konuşmaya, arkadaşlığını devam ettirmeye çalıştı mı? bu durum onu öfkelendirdi mi?”
“Aslında evet. Bana herkesin hatasının kendisine zarar vereceğini, onun evlilik dışı hamileliğinin beni ilgilendirmediğini söyledi. Ben de ona hamile olduğunu öğrendiğim zaman da arkadaşlığımı devam ettirdiğimi, bunun hamilelikle bir alakası olmadığını söyledim. Aslında o kadar da umurumda olmadı, onunla bir daha konuşmadım ve onu bir daha hiç görmedim.”
“Yani altı ay arkadaşlık yaptınız, ikinci ayda hamile olduğunu öğrendin, bundan dört ay sonra da ortadan kayboldu. Doğru mu anladım.”
“Evet. Aslında bu tuhaf çünkü aynı mahallede oturuyorduk. Şimdi düşününce onu bir daha hiç görmemiş olmam ilginç. Ama o zaman bunu pek de umursamadım. Zaten birkaç ay sonra buraya taşındık.”
“Bunu sormak zorundayım Aden. Onu hiç kıskandın mı?” diye, çekinerek sordu Önder.
Aden başını yana eğip gözlerini kıstı.
“Hangi konuda? bir fahişenin neyini kıskanayım? Kullanılmaktan eskimiş vajinasını mı?”
Önder boğazını temizledi ve başını öne eğdi, onun bu sözleri Önder’i rahatsız etmişti anlaşılan ama Aden bunu umursamadı.
“Onun hakkında bana söyleyeceklerin bu kadar mı?”
“Evet. Bu kadar.”
“Ben bu akşam İstanbul’a gidiyorum Aden, bu konuyu daha detaylı araştıracağım. Sen de bu süre içinde hatırlamadığın ya da hatırlamak istemediğin başka şeyler varsa, onları da hatırla lütfen, olur mu?”
“Bundan sonra bana ne olacak?” diye sordu Aden, umutsuzca.
Önder ayağa kalkarken aynı anda cevapladı.
“Burada olabildiğince uzun süre kalmak için dua etmekle başlayabilirsin. Cinayetlerle bir bağlantın çıkmazsa eğer, bir süre tedavini gördükten sora taburcu olabilirsin. Ama tutuklu yargılanırsan bu süreç daha da uzar.”
Aden de ayağa kalktı ve Önder kapıya doğru ilerlerlerken onun peşinden gitti. Bunu şimdi yapmazsa bir daha yapamayacaktı. Önder kapıdan çıkmadan önce onu durdurdu.
“Bekle.”
Önder durup arkasını döndü. Aden kapının dışına kısa bir bakış atıp, etrafta kimsenin olmadığından emin olurken aynı anda derin bir nefes aldı. Sonra gözlerini Önder’e dikti. Önder’de anlamamış gözlerle ona bakıyordu. Aden hızlı ve ani bir hareketle Önder’in suratını avuçlarının arasına alıp dudaklarına yapıştı. Tıpkı hayalindeki gibiydi. Hayalinde canlandırırken hissettiği o sıcaklığı hissediyor, onun sigarayla karışık doğal kokusunu duyabiliyordu.
Bu onun içini titretmiş, onu dayanılmaz derecede heyecanlandırmıştı. Vücudu alevlere teslim olurken onun da kollarını beline dolamasını, ona karşılık vermesini bekliyordu ama bu büyülü an çok kısa sürdü. Önder onu omuzlarından tutarak, sakin bir şekilde kendisinden uzaklaştırdı.
Bir süre anlamamış gözlerle Aden’e baktı. Aden suratının kıpkırmızı olduğunu hissedebiliyordu. Hayatında ilk kez bir erkeğe ilk adımı o atıyor, ilk kez bir erkeğin rızası olmadan onu öpüyordu ve ilk kez bu kadar imkânsız bir erkeğe yakınlaşıyordu. Önder onun için imkansızdı. Karısı öldüğü halde yüzüğünü hala parmağında taşıyan bir adamdan ne beklentisi olabilirdi ki? Aden başını öne eğdi. Kendisini Önder’in hakaretlerine, aşağılamalarına veya suratına bir tokat atmasına hazırlamaya çalışırken Önder güçlü elleriyle Aden’in suratını kavradı ve dudaklarını, Aden’in dudaklarıyla birleştirdi. Aden’in öpücüğünden daha sakin, daha nazik ve daha yumuşak bir öpücüktü bu.
Yorumlar
Yorum Gönder