Aden'in Rüyası (Bölüm 36)


Saat öğlenin on ikisiydi. Gece rahat bir uyku çekmiş. Köyde erken saatte uyanmaya alıştığından dolayı sabah da erken saatte uyanmıştı. Yattığı koltukta sağına soluna dönerek tekrar uyumaya çalışmış ama tekrar uyuyamamıştı. Kendisini daha fazla uyuşturmamak için de kalkmış, kahvaltı olarak bir kahve ve sigarayla yetinmişti. Evde yiyecek bir sürü şey vardı ama onun iştahı yoktu. Fırat’tan aldığı cinayet dosyasının içinden, öldürülen kadının ev adresini ve çalıştığı bölgeyi telefonunun not bölümüne yazmıştı. Hem kadının hem de Aden’in birer resmini de yanına almıştı. Aden’i görmeye gittiğinde dosya yanında yoktu ve içinde kadına ait bir fotoğraf olduğunu bilmiyordu, bu yüzden Aden’e o fotoğrafı göstererek onun arkadaşıyla kurbanın aynı kişi olup olmadığını teyit edememişti. Aden’i tekrar görmek de istemiyordu. Bu yüzden iki kadının aynı kişi olup olmadığını farklı yollarla teyit edecekti. Şu an kadının evinin bulunduğu binanın önündeydi. Apartmana girip evde yaşayan birileri olup olmadığını anlamak için üçüncü kata çıktı ve sağ taraftaki kapıya vurdu. Uzun bir süre bekledi, tekrar vurdu ama onun yerine karşı dairenin kapısı açıldı.
“Buyurun, kime baktınız?” diye sordu, daire sakini. Orta yaşlarda, türbanlı bir kadındı. Boynunda iple asılı bir gözlük vardı ama takmıyordu, muhtemelen lazım olduğu durumlarda kullanıyordu. Önder ona yaklaşarak elini cebine attı ve fotoğrafları çıkarıp, avucunun içinde bekletti.
“Affedersiniz, burada oturan kimse yok mu?”
“Hayır. O daire yıllardır boş, kimse taşınmıyor. Siz kimi aradınız?”
“Uzun zamandır mı buradasınız?”
“Evet.” Kadın sorusunun cevabını alamadığına öfkelenmiş olacak ki, kaşlarını çatıp Önder’i baştan aşağı süzdü.
“Ben bir arkadaşımı arıyorum.” Avucuna sakladığı kurbanın fotoğrafını kadına doğru uzattı. Kadın fotoğrafa kısa bir bakış attıktan sonra gözlerini devirerek Önder’e baktı.
“Nasıl yani, bu kızı mı arıyorsunuz?” diye sordu şaşkınlıkla.
“Şey... Evet.”
“Üç yıl önce öldü. Maalesef, geç kaldınız.”
“Öyle bir şeyler duydum ama emin olmadım. Nasıl öldü?”
Kadın Önder’in hiçbir şaşkınlık veya üzüntü ifadesi göstermemesine de şaşırmış gibi görünüyordu.
“Ne demek emin olamadım, ölümün şakası mı olur? Bas baya... Kendi evinde öldürüldü.”
“Anlamadım.” dedi Önder ve boşta olan eliyle karşı dairenin kapısını işaret ederek sordu. “Burada mı öldürüldü?”
“Evet. Hatta biz de o gün evdeydik. Hala inanamıyorum... Karşımızdaki dairede birisi parçalara ayrılıyor ama bizim haberimiz bile olmuyor.”
Kadın bu kez de üzülmeye başlamış gibi görünüyordu. Hatta o kıza yardım edemediği, burnunun dibindeki vahşeti engelleyemediği için vicdan azabı çekiyor gibi bir hali vardı.
“Bana onunla ilgili bir ne söyleyebilirsiniz? Onu tanıyor muydunuz?”
“Arkadaşı olduğunuzu söylediniz, arkadaşınızı bana mı soruyorsunuz?” diye sordu kadın, yine gözlerini devirerek. O sırada içeriden bir ağlama sesi gelmeye başladı. “Bebeğim uyandı. Size iyi günler.”
Kadın kapıyı kapatmak üzereyken, Önder elini kapıya dayadı ve kapanmasını engelledi ama onun bu hareketi kadının hiç hoşuna gitmedi.
“Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?” diye çıkıştı.
Önder ona doğruyu söyleyip söylememe konusunda kararsızdı. Ama doğruyu söyleyemezdi.
“Bakın... Sadece birkaç bilgiye ihtiyacım var. Sonra buradan gideceğim, bana sadece ne bildiğiniz anlatın.”
Kadın bir süre tereddüt etti. Koktuğu her halinden anlaşılıyordu. Korkmakta da haklıydı. Burnunun dibinde vahşi bir cinayet işlenmişti ve katil zanlısı hala yakalanamamıştı. Kadın başını çevirip önce içeriye baktı, sonra tekrar Önder’e döndü.
“Bunları kesinlikle benden duymadınız! Benimle hiç konuşmadınız, tamam mı? Polis olmadığınızı biliyorum, eğer birinden bir şey duyarsam sizi polise şikâyet ederim.”
Kadın bunları söylerken son derece net ve ciddiydi. Dışarıdan bakınca hanım hanımcık, naif ve kırılgan bir hanımefendi imajı çiziyordu, ama üslup ve karakter olarak son derece sert ve diktatör bir kadın olduğu hemen anlaşıyordu.
“Buna emin olabilirsiniz.”
Kadın Kapının eşiğinden bir adım dışarı çıktı ve ona biraz daha yaklaştı. Sonra ses tonunu olabildiğince kısarak anlatmaya başladı.
“Bu kız kötü yollara düşmüştü. Evine giren çıkan belli değildi. Günahını almayayım ama galiba fahişelik yapıyormuş, yoksa yalnız bir kadının evine neden yabancı erkekler girip çıksın ki?”
“Peki çok sık gördüğünüz, devamlı gelip giden bir var mıydı?” diye sordu Önder, onunla aynı ses tonuyla konuşarak. Kadın başını öne eğdi ve kısa bir süre düşündü. Bebeği tekrar ağlamaya başlayınca konuşmasını hızlandırdı, onu bir an önce buradan gönderip içeri girmek istiyordu.
“Evet. Zengin bir adam vardı, neredeyse üç günde bir geliyordu. Galiba sevgilisiydi ama adam evliymiş. Bizim mahallede böyle şeyler olmaz, o yüzden hemen dikkat çeker, konuşulur. Sonra kız hamile kalmış ama babasının kim olduğu belli değilmiş. Dedikodulara göre sevgilisinden hamile kalmış ama kim bilebilir ki, herkesten olabilirdi. Sanırım altı ya da yedi aylık hamileyken de öldürüldü, yazık. Sonuçta o da bir can, hatta iki can. Ama yapacak bir şey yok.”
“Peki kimin öldürmüş olabileceğine dair dedikodular çıktı mı? İnsanlar ne söylüyordu?”
“Bunun hakkında bir dedikodu çıkmadı. Öldürüldüğü günü evine en son gelen kişi bir kız arkadaşıydı. Ben o kızın öldürüldüğünü düşünüyorum.”
Önder’in midesine kramp girdi.
“Neden böyle düşünüyorsunuz?”
“Çünkü cinayetten sonra kız ortadan kaybolmuş, polisler asla bulamadılar. Detayları fazla bilmiyorum ama sanırım cesedin üzerinde bir sürü DNA izi bulunmuş, ama kız bulunamadığı için hiçbir şey yapılamadı, olay da unutuldu. Benim içeri girmem gerek.” Kadın kapıyı açıp içeriye doğru bir adım attı. Önder aceleyle elinde tuttuğu Aden’in fotoğrafını kaldırdı ve kadının görebileceği bir mesafede tutarak sordu.
“Kız bu muydu?”
Kadın başını çevirip fotoğrafa baktı. Sonra hayalet görmüş gibi gözlerini kocaman açarak, fotoğrafı Önder’in elinden çekip aldı. Evirip çevirdi, yutkundu ve tüm dikkatini vererek fotoğrafa odaklandı.
“Kız bu kız mıydı?” diyerek, sorusunu yineledi Önder. Kadın başını kaldırıp korku dolu gözlerle ona baktı. Fotoğrafı ona uzatırken aynı anda karşılık verdi.
“Beni bu işe bulaştırmayın! Gitmem gerek.” dedi ve içeri girip kapıyı kapattı.
Net olarak bir cevap alamasa da kadının aniden değişen yüz ifadesi, tedirginliği ve korkusu her şeyi anlatmıştı. Biraz önce yaşadığı olayın şaşkınlığıyla oradan ayrıldı. Burada en önemli kişiyle zaten konuşmuştu, başka biriyle konuşmasına gerek yoktu. Aracına binip elindeki bir diğer adrese, genç kadının çalıştığı bölgeye gitti. Gökyüzü griydi ve hafif bir şekilde yağmur yağıyordu. Ama hava daha yumuşaktı. Ani hava değişiminden dolayı burnu akıyor, boğazı yanıyordu. Halsizlik ve baş ağrısı da başlamıştı. Hastalanmadan, işini halledip bir an önce evine dönmek istiyordu. Bölgeye vardığında yavaşladı ve etrafta fahişe bulmak için ağır ağır ilerledi. Biraz ileride, bir pavyonun tentesinin altında iki tane genç kadının kendi aralarında konuştuklarını fark etti. Belki pavyonun şarkıcıları ya da müşterileri olabilirdi. Fahişe olup olmadıklarına emin değildi. Onların yanına yaklaşınca durdu ve onlara seslendi. Uzun sarı saçlı, suratında ağır makyaj olan kadın ağzındaki sakızını şaklatarak ona doğru yaklaştı. Üzerinde pembe renkte bir kürk, altında ise kırmızı mini bir etek vardı. Bacaklarını kırarak yürümesinden, topuklu ayakkabı kullanmayı bilmediği anlaşılıyordu. Kadın araca yaklaşıp, ön yolcu kapısının camına doğru eğildi ve bir kolunu aracın tavanına dayayarak sordu.
“Ne haber hayatım.”
“Burada mı çalışıyorsunuz?” diye sordu Önder, çekinerek. Kadının aracın içine atlayacağını ve onu zorla taciz edeceğini hissediyordu. Çünkü bu tür kadınlarla muhatap olmaya pek alışık değildi ve şu an onlardan çekiniyordu.
“Biz serbest çalışıyoruz tatlım, istersen senin eve gideriz istersen benim eve.”
Öldürülen genç kadınla aynı şekilde serbest çalışan kadınlar. Bu kadınların, kurbanı kesinlikle tanıyacaklarını düşünüyordu. Cebinden kurbanın fotoğrafını çıkarıp kadının görebileceği pozisyonda tutu. Kadının yüzündeki sırıtış yavaş yavaş kayboldu ve sakız çiğneyen çenesi ağırlaştı. Gözlerini kısarak bir süre fotoğrafa baktıktan sonra, başını çevirip tentenin altında onları seyreden arkadaşına kısa bir bakış attı. Sonra tekrar Önder’e döndü ve buz gibi bir tavırla sordu.
“Ne istiyorsun?”
“Bu kadını tanıyor musun?”
“Kimsin sen?”
“Sadece bir arkadaşıyım, onun başına gelenleri öğrenmek istiyorum.”
“Bas git buradan, dükkânın önünü kapatma!” Kadın arkasını dönüp gitmek üzereyken, Önder onu durdur. Bu kez de cebinden Aden’in fotoğrafını çıkardı.
“Bunu tanıyor musun peki, buralarda hiç gördün mü?”
Kadın başını çevirip, ateş fışkıran gözlerle Önder’e baktı. Sonra ağır ağır tekrar araca yaklaştı ve başını uzatıp fotoğrafa baktı. Kısa bir bakıştı bu, gözlerini aniden Önder’e dikti. Önder bir an kadının gözlerinden bir ok fırlayıp, alının ortasına saplanacağını hissetti. Erkeklerin bu kadınlarla yatağa girmeye nasıl cesaret ettiklerini merak ediyordu.
“Sana siktir git dedim!” Kadın bu kez dişlerini sıkarak konuşmuştu. Sonra gözlerini ondan ayırmadan, başını hafif bir şekilde yana çevirip ağzındaki sakızı tükürdü ve ekledi. “Yoksa çükünü keserim.”
Önder tüm cesaretini toplayarak, onunla anladığı dilden konuşmaya karar verdi.
“Sen de arkadaşın da fahişesiniz, sıra size de gelebilir.”
Bunu aninden söylemiş ve aniden pişman olmuştu. Kadın arkasını dönüp arkadaşına eliyle bir işaret yaptı. Kadın da önünde durduğu pavyonun kapını aralayıp birine seslendi. Kısa bir sürede içeriden bodyguard gibi uzun boylu, iri yarı bir adam çıktı. Kısa kollu tişörtü, adamın kaslı bedenine yapışmıştı. Boğazına kadar uzanan sakallarını bir lastik tokayla bağlamış, omuz hizasındaki saçlarını ise açık bırakmıştı. Önder bir an ürperdi. Ayağı gaz pedalına gitti ama hemen geri çekti. Burada önemli bilgiler öğrenebileceğini hissediyordu. Şimdi kaçarsa eğer buraya bir daha gelmeye cesaret edemezdi. Sarışın olan kadın, adama birkaç kelime söyledikten sonra adam araca yaklaştı ve cama doğru eğilip sordu.
“Lan piç... Sen kimin köpeği oluyorsun da bizim kızları tehdit ediyorsun? Siktir git buradan, yoksa buradan ne ölün çıkar ne dirin!” Adamın ses tonu da üslubu da görüntüsüyle son derece uyumluydu ve Önder’in baştan aşağı korkudan titremesine yetmişti. Suratının yandığını hissediyordu ve yanaklarının kıp kırmızı olduğuna emindi. Yine de kendisini olabildiğince zorlayarak sakin kalmaya çalıştı.
“Hanımefendi beni yanlış anladı. Ben sadece...”
“Sen hala burada mısın?” diye sordu adam, gözlerini kocaman açarak. Önder onunla onun anladığı dilde konuşmayacaktı, olabildiğince kibar davranmaya çalıştı ama beceremedi. Kurbanın resmini tekrar cama doğru uzattı ve adama gösterdi.
“Ben bu kızın arkadaşıyım. Sadece onunla ilgili bazı bilgiler almak istiyorum, hepsi bu.”
Adam bir fotoğrafa bir Önder’e baktı. Sonra tekrar fotoğrafa baktı ve ağır ağır doğruldu.
“Yürü...” dedi aynı anda. Önder heyecanla, bir o kadar da kokuyla hızla araçtan indi ve kapıyı kilitleyip adamın peşinden pavyona girdi. İçeri girerken de gözlerini devirerek kadınlara baktı. İkisi de Önder’i kovması için yanlarına çağırdıkları adamın, Önder’i mekanlarına davet etmesine bozulmuştu. İçeri girdiğinde hayal ettiğinden çok farklı bir mekanla karşılaştı. Süslü duvar kağıtları yerine beyaz badanalı duvarlar, parkeler yerine karo desenli fayanslar, süslü masalar yerine ise yeşil masa örtüleriyle kaplı sade masalar ve plastik sandalyeler vardı. Ayrıca etrafta hiç renkli ışık yoktu. Sıradan floresanlarla aydınlatılan, sıradan bir mekandı. Dışarıdan pavyon gibi görünen bir kumarhane. Belki de her ikisi birden. Ortalıkta kimse yoktu, adam şimdilik yalnızdı. Masalardan birine oturup ellerini açık vaziyette masanın üzerine koydu ve arkasına yaslandı. Hareketleri, bir sorguya giren polisi andırıyordu. Kim bilir kaç kere sorguya girmişti de polislerden bu hareketleri kapmıştı.
“Ne zırvalayacaksın?” diye sordu adam.
“Bu kızı tanıyor musunuz?” Önder fotoğrafı tekrar çıkarıp adama gösterdi. Ama adam gözlerini Önder’den ayırmıyordu.
“Sen ne haltı oluyorsun?”
“Sadece bir arkadaşıyım. Sanırım polis olayda bir ip ucu bulamamış ve dosya kapanmış. Ona bunu kimin yaptığını bulmaya çalışıyorum.”
“Polisçilik oynamaktan baka bir işin yok mu senin.”
Önder cevap vermedi. Bu kez de cebinden Aden’in fotoğrafını çıkardı ve ona doğru uzattı.
“Bu kızı tanıyor musunuz peki?”
Adam göz ucuyla fotoğrafa kısa bir bakış attı. Tam Önder’e döneceği sırada gözlerini tekrar fotoğrafa dikti.
“Aden mi o?” diye sordu, donuk bir sesle. Aynı zamanda öfkelenmişti.
“Evet, onu nereden tanıyorsunuz?”
Adam kollarını bağladı ve sandalyeye iyce yayıldı.
“Bizim kızlarla arkadaşlık yapıyordu.”
“Kızlarla mı? Başka kızlarla da mı arkadaştı?” diye sordu Önder, şaşkınlıkla.
“Evet, üç kişiyle arkadaşlık yapmıştı.”
“Tam olarak hangileriyle yapıyordu, kızlar hala burada mı çalışıyorlar?”
“Birini fotoğrafı elinde duruyor.”
Önder elinde tuttuğu kurbanın fotoğrafına baktı.
“Diğer ikisiyle konuşabilir miyim?”
“Hayır.”
“Artık burada çalışmıyorlar mı?”
“Hayır.”
Adamın bu kısa cevapları onu bir yandan geriyor, diğer yandan öfkelendiriyordu ama ona karşı kibar olamaya devam etti.
“Onları nerede bulabilirim?” diye sordu ısrarla.
“Bulamazsın.”
“Neden?”
“Kayboldular.”
Önder başını yana eğip, gözlerini kısarak sordu.
“Nasıl kayboldular?”
Adam bağladığı kollarını iki yana açarak, aynı anda karşılık verdi.
“Bas baya... Ortadan kayboldular.”
Önder başını öne eğip bir süre düşündü. Aden’in arkadaşlık yaptığı biri, ölü ikisi kayıp üç fahişe... Bu olay gittikçe ilginç bir hal alıyordu, eşeledikçe daha da ilginçleşecek, altından daha çok olay çıkacaktı.
“Onları en son ne zaman gördünüz?” diye sordu Önder, onun gibi donuk sesle.
“Birini cinayetten iki gün sonra, diğerini dört gün sonra.”
Önder bedeninin baştan aşağı alev aldığını hissetti.
“Nasıl yani? Aynı dönemde birisi öldü, diğerleri de kayıp mı oldu?”
Adam bu kez ellerini masanın üzerinde birleştirerek, Önder’e doğru eğildi. Gözlerinden ateş fışkırıyordu.
“Bana bak! En güzel kızları aynı dönemde kaybettim, elimde kapının önündeki kartlardan başka bir şey kalmadı. Tek sermayem onlar. Onarı korumak zorundayım, beni anlıyor musun? Bu yüzden bizimle daha fazla uğraşma yoksa bende seninle uğraşırım.” dedi adam, tehditkâr bir tavırla. Önder, adamın korkusunu anladığında işinin kolaylaştığını da anladı. Onu zayıf noktasından yakalamıştı ve oradan devam edecekti.
“Şu an amacım hem size yardım etmek hem de kendi işimi yapmak.”
Adam gözlerini Önder’den ayırmadı. İkna olmuş olacak ki az da olsa bir şeyler anlatmaya başladı.
“Ne bilmek istiyorsun?”
“Kızlarla ilgili biraz bilgi. Nerelere giderler, kimlerle takılırlar, hobileri neler, en son kimlerle görüştüler... Ha bir Aden ile arkadaşlıkları. Onunla arkadaşlıkları nasıldı.”
“Kızlar ya kendi evlerine ya da müşterilerinin evlerine giderlerdi. Evlilerle ve azgın züppelerle takılırlardı. Hobileri ise kendilerini becertip paralarını almaktı.” Önder kaşlarını kaldırdı. Bunların karşılığında söyleyecek bir şey bulamadı, adam devam etti. “Aden kendisini kızlara sevimli göstermek için her şeyi yapardı. Onlar, kendileri gibi olmayanlarla arkadaşlık etmeyi pek sevmezlerdi ama Aden çok takık bir kızdı. Onların yanından hiç ayrılmazdı. Hatta işe gittiklerinde bile onları takip ettiği olmuştur. Müşterilerle evlerden ayrıldıklarında, Aden kapıda onları bekliyor olurdu. Aden’i kovmaya çalışırlarsa da onlara diklenirdi.”
“Bunları Aden mi yapıyordu?” diye sordu Önder, şaşkınlıkla.”
“Evet. O çok cazgır bir kızdı, kavgadan hayatta çekinmezdi. Nerede şiddet gürültü varsa Aden aradaydı. Hatta kızlardan birine saplantılı olan bir herifi evine kadar takip etmiş, evine kadar girmişti. Ne yapmış tahmin et.”
Önder konuşmadan, sabırsızlıkla ne söyleyeceğini bekliyordu.
“Adamın tüm parmaklarını kırıp kulaklarını kesmişti. İşin garip tarafı adama nasıl göz dağı verdiyse, ona bunları yapanın Aden olduğunu hiç kimseye söylemedi. Ne hastane personeline ne de polise. Herkes bu olayı bir alacak verecek kavgası olarak biliyor.”
Önder ağzı bir karış açık kalmış, şaşkınlıkla adamı dinliyordu. Tüm bunları yapanın Aden olduğuna inanmak çok zordu. Evet, biraz dik kafalı bir kızdı ama tüm bunları yapacak kadar cesur bir kız değildi. Demek o kadınlara kafayı takmıştı, peki ama neden? Üstelik Aden ona yalnızca bir kızdan bahsetmişti, muhtemelen kurban olan kızdan bahsetmişti. Onunla arkadaşlığını bitirdikten sonra bir daha hiç görmediğini söylemişti ama kız kendi evinde öldürülmüştü. Bunu mutlaka duymuş olması gerekirdi. Bunu da mı hatırlamıyordu yoksa öndere yalan mı söylemişti? Yalan söyleme ihtimali yüksekti çünkü ona diğer kızlardan ve onlardan birini rahatsız eden adamı yaraladığından hiç söz etmemişti. Eğer kızların kaybıyla bir alakası yoksa, bu yaptığını gururlu bir şekilde anlatması gerekirdi. Ama gizlemeyi seçmişti.
“Diğer kızlar nasıl ortadan kayboldu peki?” diye sordu Önder, güçlükle.
“Bunu o lanet kıza sormak gerek.”
“Neden? Sizde mi bunu yapanın Aden olduğunu düşünüyorsunuz?”
“Bende mi derken? Başka kim söylüyor?”
Önder karşılık vermek üzereyken durdu. Kurbanı kapı komşusu olan kadın, kendi adının kesinlikle geçmemesi konusunda onu sıkı sıkı tembihlemişti. Bu yüzden bunu söyleyemezdi.
“Birileri bana o kızı Aden’in öldürmüş olabileceğini ima etti. Evine en son giren kişi Aden’miş. Üstelik kurbanın bedeninde başka bir kadına ait DNA izlerine rastlanmış.”
Adam başını yukarı kaldırıp derin bir iç çekti.
“Bu davada her şey ortadaydı ama kimse parmağını bile kımıldatmadı.” diye geveledi.
“Siz de kımıldatmamışsınız. Dosyada ne sizin ne de onu tanıyan herhangi birinin ifadesi yok.”
Adam başını tekrar indirip Önder’e baktı. Son söylediğini tehdit olarak algılamaması için açıklama yapmak zorunda kaldı. “O zavallı kıza en yakın olan kişi sizsiniz. Siz ve diğer kadınlar. Konu hakkında ifade verebilirdiniz, polise yardımcı olarak bu olayın açığa çıkmasına, katilin yakalanmasına yardım edebilirdiniz. Neden yapmadınız?”
Adam tekrar öne doğru eğilip Önder’e yaklaştı.
“Bana iyi bak sümsük... Oradan bakınca neye benziyorum? Aptala falan mı?”
Önder kaşlarını çatarak başını iki yana salladı. Yanlış anlaşılmayı gidermek için açıklama yaparak, yanlış anlaşılacak bir şeyler daha söylemiş olmalıydı. Adam devam etti.
“Eğer polise ifade verseydim her şeyi anlatmak zorunda kalırdım. Burada dönen binlerce kiralık kumarı, fuhuşu, uyuşturucu ticaretini, her şeyi... Polisin bunları öğrenmesi zor mu sanıyorsun sen? Onlar için bu iki dakikalık iş. Tak bir fark var... Gözlerinin gördüğünü bulurlar, görmediğine bir şey yapamazlar çünkü var olduğunu bilmiyorlardır. Ama ben onların gözüne bir kere görünürsem işim biter, anlıyor musun?”
Önder bir şaşkınlık daha yaşadı. Demek burası gerçekten bir kumarhaneydi. Fuhuş ve uyuşturucu ticareti dönüyordu ve polisin gözüne batmamak için her türlü önlemleri de almışlardı. Adam haklıydı. Polise kurban ile ilgili ifade vermesi için kendisiyle olan bağlantısını da anlatması gerekirdi. Bu da onun sonu olurdu. Demek bu kirli işlerden dolayı kimse konuşmamış, ifade vermemişti. Karşı komşusu kadının da neden öyle tepki verdiğini, neden bu işe bulaşmamak istediğini şimdi daha iyi anlamıştı. Kurban, bataklığın tam ortasında dibe gömülmüştü, ama kimse o bataklığa kendi ayaklarıyla giden biri için kendisini tehlikeye atmak istememişti.
“Anlıyorum.” demekle yetindi Önder. Haklı çıkmıştı. Adam onun bir polis olmadığını, kurbanın sıradan bir arkadaşı olduğunu bildiği için ona bu bilgileri veriyordu. Bu yaptığı, olayları açığa çıkarmak için en güvenli yoldu. Kimsenin ona yalan söylemesini gerektirecek bir şey yoktu. Ortada resmi bir ifade yoktu, üniformalı polisler ya da polis araçları yoktu. Her şey sıradan bir görüşme gibi ilerliyor, dolayısıyla kimin kiminle konuştuğu anlaşılmıyordu. Herkes güvendeydi. “Peki Aden’i en son ne zaman gördünüz?” diye sordu.
Adam düşünceli gözlerini tekrar tavan dikti. Kısa bir süre o şekilde durduktan sonra cevapladı.
“Üçüncü kız ortadan kaybolduktan birkaç gün sonra.”
“Peki sizce diğer kızların kaybıyla da alakası var mı?”
“Alaka mı? Zaten o kaybetti, ne alakasından bahsediyordun?”
“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?”
“Çünkü kendimce küçük çaplı bir araştırma yaptım ve hepsinin en son görüştükleri kişinin Aden olduğunu öğrendim. Şu an hayattaysa eğer yirmi bir yaşında olmalı. Yani tüm bunları on sekiz yaşındayken yaptı, anlıyor musun? O küçük yaşta bile bunları yaptıysa şimdi kim bilir neler yapar...”
Haklıydı, reşit olur olmaz bunca caniliği yapan biri birkaç sene sonra bu tür şeyler yapmaktan asla korkmazdı. Tüm bunlar ona artık normal, sıradan olaylar gibi gelirdi.
“Kayıp olan kızların ev adreslerini biliyor musunuz? Komşularıyla bir de ben konuşmak isterim.”
“Komşularla görüşemezsin, onların yaşadıkları bölge kentsel dönüşüme girdi, herkes dağıldı.”
Önder hayal kırıklığına uğradı.
“Peki bildiğiniz başka bir detay var mı? Bunun uyuşturucuyla bilgisi olabilir mi? Aden ya da diğer kızlar uyuşturucu kullanılıyor muydu?”
“Hepsi kullanıyordu.”
Aden’in kan testinde uyuşturucu madde olduğu ortaya çıkmıştı. Demek hala madde kullanmaya devam ediyordu. Belki de unutkanlığı, gördüğü halüsinasyonlar ya da yaşadığı ani öfke krizleri tamamen buna bağlıydı.
“Evinde öldürülen kurban hamileymiş, bundan haberiniz var mıydı?”
“Evet, hamile olduğunu öğrenince çalışmayı bıraktı ama doğumdan sonra devam edecekti. Ayrıca diğer kızlar da ortadan kaybolduklarında hamileydiler.”
Önder, başından aşağı kaynar sular döküldüğünü hissetti.
“Anlamadım. Hepsi mi hamileydi?”
“Evet. Bir yedi, diğeri dokuz aylık hamileydi. Onlarda doğumdan sonra çalışmaya devam edeceklerdi.”
“Bebeklerin babaları belli miydi?”
“Evinde ölenin belliydi, sevgilisinden peydahlamıştı. Ama diğer ikisinin belli değildi.”
“Peki tek bebeğe mi hamileydiler yoksa ikizlere mi?”
Adam kaşlarını çattı ve düşünceli gözlerle Önder’i süzdü.
“Neden bunu sordun, bir şey mi biliyorsun?”
“Hayır.” dedi Önder. “Bebekler tek miydi, ikiz miydi?”
“Tek bebeklerdi.”
“Anladım.” dedi Önder. Tek bebek ve fetüslerin yanına bırakılan oyuncak bebekler. Eksik parçayı tamamlamak için bırakılmışlardı. Tek olan bebekleri ikiz bebek olarak tamamlıyordu. Tabi bu onun teorisiydi, bunun başka bir anlamı da olabilirdi. Önder ağı ağır ayağa kalktı.
“Teşekkür ederim. Eğer ihtiyacım olursa sizi tekrar rahatsız edebilirim.”
“İlla rahatsız etmek istiyorsan akşam gel poker oyna. Buraya senin gibiler çok sık gelirdi.”
“Benim gibiler?”
“Senin gibi işsiz, güçsüz, saf herifler.” dedi adam ve sırıttı. Önder’de ona isteksizce gülümseyerek karşılık verdi ve arkasını dönüp oradan ayrıldı. Aracına binip oradan uzaklaştı. Sonra cep telefonunu çıkardı, 112’yi arayıp mekânın adresini vererek yasa dışı kumar, fuhuş ve uyuşturucu ticareti yapıldığına dair ihbarda bulundu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aden'in Rüyası (Bölüm 1)

Aden'in Rüyası (Bölüm 2)

Aden'in Rüyası (Bölüm 30)