Aden'in Rüyası (Bölüm 37)
Ağır ve sessiz bir şekilde yataktan çıktı. Masanın üzerindeki montunu ve yerdeki botlarını giyindi. Cep telefonu olmadığından, odanın içini Hayal’in elinde tutuğu fener aydınlatıyordu. Odanın ışığını açmamışlardı çünkü Hayal kameraların kayıt yapmaması için elektrik sistemini devre dışı bırakmıştı. Ama yalnızca Aden’in kaldığı bölümün elektrikleri yoktu. Saat gecenin ikisiydi. Hastane derin bir sessizliğe gömülmüştü. Hasta bakıcıların, hemşirelerin ya da doktorların nerede olduklarını ve ne yaptıklarını bilmiyordu ama hayal biliyordu. Planı o yapmıştı, Aden’i buradan o çıkaracak ve palanın geri kalanını beraber uygulayacaklardı. Hayal simsiyah giyinmişti ama yüzünü gizlemeye gerek duymamıştı. Gecenin bu saatinde içeri nasıl girmiş, buraya, odasına kadar nasıl gelmişti hiçbir fikri yoktu. Yine de bunu fazla sorgulamadı, o ne söylerse onu yapacaktı. Beraber, önce karanlık koridoru yürüyüp merdivenlere ulaştılar. Etraf zifiri karanlıktı, zemin katta öyle. Etrafta kimse görünmüyordu. Danışma masası ve onun karşısındaki güvenlik masası boştu. Giriş kapısına yönelmek yerine yangın merdivenine yöneldiler. Bunu üst katlarda da yapabilirlerdi ama hastaların bulunduğu katların yangın merdivenlerinin kapıları kilitliydi ve yalnızca yetkili kişiler açabiliyordu. Bunu Aden değil Hayal biliyordu. Günlerce izlenerek öğrenilecek birçok şeyi kısa bir zamanda öğrenmişti. Ya da önceden biliyordu. Tabi bu yine de Aden’in bilgisiydi. Bunları o öğrenmiş, planı da o yapmıştı. Hayal sadece onun bir hayal ürünüydü ama kontrolünü tamamen kaybettiğinden, sanki ikinci bir kişi gibi Aden’i yönetebiliyordu. Yangın merdiveninden dışarı çıktılar ve koşarak bahçenin arka tarafına doğru ilerlediler. Bahçe o kadar da karanlık değildi, etrafı aydınlatma direkleri aydınlatıyordu. Hava soğuk ve yağmurluydu. Aden montunun şapkasını başına geçirdi ve fermuarını boğazına kadar çekti. Başını omuzlarının arasına gömdü, ellerini cebine soktu. Bu onun koşmasını daha da zorlaştırıyordu. Koştukça sanki mesafe daha da uzuyor gibiydi, sonu gelmiyordu. Nihayet karşılarına bir duvar çıktı. Hayal duvarın dibine geçip sırtını duvara yasladı ve ellerini birbirine kenetleyerek, Aden’in duvarın üstüne çıkması için yardım etti. Aden onun ellerine basarak duvarın üstüne çıkmayı başardı ama arka tarafa atlamaya cesaret edemedi. Orada durup nasıl atlayacağını düşünürken, Hayal’de çoktan duvarın üstüne çıkmış, Aden’in elini tutmuştu. Sonra Aden’i çekiştirerek beraber duvardan aşağı atladılar. Aden dizlerinin üzerine düştü. Hazırlıksız yakalandığı için canı fena yanmıştı. Hayal yine onun elini tutup ayağa kaldırdı ve beraber koşarak oradan uzaklaştılar. Binadan uzaklaştıktan sonra geri kalan yolu yürüyerek ilerlediler. Sokaklar bomboştu ama caddede başı boş evsiz insanlar vardı. Aden ürperdi ama yanında Hayal olduğu için korkusu çok uzun sürmedi. O hiçbir şeyden korkmuyordu, Aden’i koruyabilirdi. Ne kadar olduğunu bilmediği ama çok uzun bir süre olduğuna emin olduğu bir süre kadar yürüdükten sonra, bir ara sokağa girdiler. Sokağın ortalarına doğru ilerlediklerinde, Hayal bir binanın önünde durdu. Yedi katlı, yeni ve modern bir binaydı. Binanın hiçbir penceresinden ışık sızmıyordu. Hatta sokaktaki çoğu binanın pencereleri simsiyahtı. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama muhtemelen buraya gelene kadar bir saat geçmiş olmalıydı. Hayal binaya bakarak ona açıklama yaptı.
“Dördünü kata çıkacağız, Selim’in dairesi dördüncü katta.”
“Sen nereden biliyorsun?” diye sordu Aden.
“Bir iş yapacaksan tam yapacaksın, planlı ve programlı. Ayrıca kurbanı dikkatle izleyerek takip edeceksin. Onu en savunmasız olduğu anda yakalayacaksın, uykuda.”
“İyi ama bu hainlik değil mi?”
“Bunu erkekler veya savaştaki askerler yaparsa hainlik olur. Sen bir kadınsın. Gücün hangi anda yetiyorsa o anı kullanacaksın.” dedi Hayal, kendinden emin bir şekilde.
“Gerçekçi olduğun kadar mütevazi değilsin.”
“Biz insanız Aden. Kibirlenecek ya da büyüklenecek bir özelliğimiz yok.” dedi Hayal ve binaya yaklaştı. Apartmanın giriş kapısının kilidiyle bir süre oynadıktan sonra kapı açıldı. Aden dudağını bükerek onun peşinden içeri girdi. Girişte bulunan sensörlü lamba kendiliğinden yandı. Hayal burada da elektrikle oynamaya karar verdi. Elektrik panosunu açtı ve tüm binanın elektriğini kesti. Elektrik kesintisi dikkat çekmezdi ama binada uyumayan birileri varsa, apartmanın ışığın yanması dikkat çekebilirdi. Binaya giren yabancıları herkes mutlaka sorgulardı. Hayal bir kez daha fenerini açtı ve cılız ışıkta, sessiz adımlarla merdivenleri tırmanmaya başladılar. Dördüncü kata ulaştıklarında, Hayan elinde tuttuğu feneri ona uzattı. Aden feneri alıp öylece kala kaldı. Ne yapacağını bilmiyor, hayalin talimatlarını bekliyordu.
“Işığı kapıya tut, kilidi açacağım.”
“Ne?” diye sordu Aden fısıldayarak. “Kapıyı çalmayacak mıyız?”
Hayal ise normal ses tonuyla cevapladı.
“Ah evet. Tık tık, kim o? Kapıyı açar mısın? Senden intikam almaya geldik.” diye söylendi, alaycı bir tavırla.
“Ya evdekiler uyanırsa...”
“Evde sadece Selim var, ailesi şehir dışına gitti. O da biraz zor uyanır, merak etme.”
Aden yutkundu, içini büyük bir koku kapladı. O ne derse sorgusuz sualsiz itaat ediyor, sonuçlarını hiç düşünmüyordu. Ama sonra yine, onun kendi hayal ürünü olduğu ve aslında Aden’in içten içe yapmak isteyip yapamadıklarını yapabilmesi için onu cesaretlendirdiğini, ona yardım ettiğini hatırladı. Sakinleşmeye çalışarak kendi bilinç altına itaat etmeye devam etti. Işığı kapının kilidine tuttu ve onun kilidi açmasını bekledi. Apartmanın giriş kapısına yaptığı gibi elindeki küçük, ince demir parçasıyla kapıyı hiç zorlanmadan birkaç hamlede açmayı başardı. Hızla içeri girdiler ve kapıyı kapattılar. Aden feneri tam karşıya tutuyor, Hayal hangi yöne dönerse o yöne doğru çeviriyordu. Üzerindeki siyah kıyafetleriyle, karanlıkla bütünleşiyordu ve fenerin ölgün ışığında bir hayaleti andırıyordu. Bu kız onu gerçekten ürküyordu. Koridorun ortasına geldiğinde durdu ve açık kapıdan içeri baktı, Aden de ona yaklaşıp fenerin ışığını içeri doğru tuttu. Selim orada, yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Aden öfkeden alt dudağını ısırdı. Hayal kapıda durup bir süre Selim’i seyrettikten sonra Aden’e döndü.
“İçeri gir ve feneri Selim’e doğru tut.” Bunu da normal bir ses tonuyla söylemişti, hem de hiç tereddüt etmeden. Sonuçta o gerçek değildi ve onun sesini Aden’den başka kimse duymuyordu. Ama Aden ona kısık sesle cevap verdi.
“Tamam, ama sen uyandır.”
Aden içeri girip, parmak uçlarında yürüyerek yatağa doğru yaklaştı. Ellerinde eldiven, ayaklarında galoş olmadığı ya da en azından ayakkabılarını çıkarmaları gerektiği şimdi aklına gelmişti. Her yerde çamurlu ayak izlerini ve parmak izlerini bırakmıştı. Yatağın dibine gelince durdu ve feneri Selim’e doğru tuttu. Ona arkası dönük bir şekilde duruyordu, bu yüzden fenerin ışığı suratına değil, başının arkasına vuruyordu. Aksi halde çoktan uyanmış olması gerekirdi. Aden sabırsızlıkla beklerken, Hayal de içeri girdi ve yatağa doğru yaklaştı. Sonra siyah paltosunun etek kısmını kaldırıp elini içine soktu ve belinden bir şey çıkardı. Fenerin ışığında bir elmas gibi parlayan, gümüş renkli, kocaman bıçağı görünce baştan aşağı ürperdi ve telaşla sordu.
“Onunla ne yapacaksın?”
“Oyun oynayacağız.” dedi Hayal, alaycı bir tavırla.
Aden bir Hayal’e bir Selim’e baktı.
“Onunla konuşacağımızı sanıyordum.”
“Saçmalama Aden! Ne konuşmasından bahsediyorsun sen?” Hayal bir dizini yatağın kenarına koyduğu sırada Aden iyice paniklemeye başladı.
“Dur bir dakika!” Yutkundu ve onu bunu yapmaktan vaz geçirecek ya da en azından oyalayacak bir şeyler düşündü ama hiçbir şey bulamadı.
“Ne?” diye sordu Hayal.
İkisi bir süre birbirlerine baktılar. Aden, Selim ile Tuğra’ın ona yaptıklarını ve yapmaya çalıştıkları şeyleri düşündü. Onlardan kurtulmanın tek yolu ya onların ya da Aden’in ölmesiydi. Bunun başka bir çaresi yoktu. Ona elini bile sürmezse eğer bu işte suçlanamazdı. Belki eve girdiği anlaşılırdı ama Selim’e hiç dokunmamıştı, ona elini bile sürmemişti. Dolayısıyla cinayet ile suçlanamayacaktı. Bu yüzden tüm cesaretini topladı ve başını evet anlamında salladı. Hayal parmaklarını yatakta yan pozisyonda yatan Selim’in saçlarının arasına daldırıp, başını yukarı kaldırdı. Diğer elindeki bıçağı Selim’e doğru yaklaştırırken, Selim ağır ağır gözlerini açtı. O an Hayal Selim’in onlara saldırmaması, işi bozmaması ve bağırıp komşuları uyandırmaması için seri hareket etmeye karar verdi ve hareketlerini hızlandırdı. Aden aniden gözlerini kapattı, bu anı görmek istemiyordu. Çünkü görmeye dayanamazdı. Boğuk bir ses duyuldu. Aden baştan aşağı titremeye başladı. Vücudu kas katı kesilmişti, hareket edemiyor, nefes alamıyor, yutkunamıyordu. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Kendisini o kadar kasıyordu ki oradan asla ayrılamayacağını, sonsuza kadar orada o şekilde kalacağını düşündü. Tek bir kası bile hareket etmiyordu.
Hayal ona gözlerini açmasını söylediğinde, kendisini olabildiğince zorlayarak ağır ağır gözlerini açtı ve fenerin ışığının aydınlattığı vahşeti gördü.
Hayal’in eli hala Selim’in başını tutuyordu. Selim yatakta yarı oturur vaziyette duruyor, kesik boğazından kalanlar fışkırıyordu. Öyle ki kanlar tüm yatağı kırmızıya boyamıştı. Hayal’in elindeki bıçak ve bıçağı tutan eli kanlar içinde kalmıştı. Neden simsiyah giyindiğini şimdi anlamıştı. Üzerine sıçrayan kanlar belli olmayacak, kimse onun burada bir vahşete imza attığını anlamayacaktı. Hayal sırıtarak Aden bakıyordu. Ondan bir tebrik ya da bir aferin bekler gibi bir hali vardı. Aden gözlerini birkaç kere kırptı ve nihayet zor da olsa hareket etmeyi başardı. Titreyen eliyle feneri düz tutmaya çalışarak, evin sokak kapısını buldu. Koşarak merdivenleri inmeye başardı. O kadar sarsılıyordu ki az kalsın merdivenlerden yuvarlanacaktı. Kendisini sokağa attığında, aniden odluğu yerde donup kaldı. Biraz önce yaşadıklarının gerçekliğini algılamaya çalışıyordu. Bu yaşananlar gerçek miydi yoksa bir kâbus muydu? Elindeki fener yere düştü, Aden yere, dizlerini üzerine çöktü ve olduğu yerde kustu. O kadar şiddetli kusuyordu ki midesi kasılmaya, boğazına ağrılar saplanmaya başladı. Gözlerini sıkıca kapatmış, biraz önceki o korkunç sahneyi zihninden silmeye, kafasından atmaya çalışıyordu ama bu görüntüyü hayatı boyunca asla unutamayacaktı. Kusması durduğunda gözlerini açtı.
Odanın içine gün ışığı doluyordu. Hızla yattığı yerden doğruldu. Derin derin nefes alıp vererek etrafına bakındı. Hastane odasındaydı ve yatağında yatıyordu. Biraz önce yaşadığını sandığı şeyin rüya olduğunu anlayınca derin bir iç oh çekti. Bu hayatında gördüğü en gerçekçi ve en korkunç kabustu. Üzerindeki yorganı kaldırmak üzereyken durakladı. Üstü başı sırılsıklamdı. Yoganı üzerinden kaldırıp yatağın içine baktı. Yatağa işediğini düşündü. Gördüğü kâbus onu fazla etkilemiş olmalıydı. Üzerini incelediğinde üst pijamasının kusmuğa, alt pijamasının ise çamura bulandığını fark etti. Gözlerini kocaman açarak ağır ağır yataktan çıktı. Gözü masanın üzerinde duran montuna takıldı, montu da sırılsıklamdı. Yanında da bir de el feneri gördü. Onun bir el feneri yoktu. Ayrıca yerdeki botları da çamur içindeydi ve odanın her yerinde çamurlu ayak izleri vardı. Ellerini başına götürüp parmaklarını saçlarının arasına daldırdı. Saçlarını yolacakmış gibi çekiştirerek, aynı anda söyleniyordu. Bu bir kâbus... Bu bir kâbus... O yaşadıklarım da kabustu... Bunlar da kâbus... Birazdan uyanacağım ve her şey son bulacak. O neler olduğunu algılamaya çalışırken, odanın kapısı açıldı ve bir hemşire göründü.
“Hadi hazırlan ve kahvaltıya gel.”
Aden başını çevirip, şaşkın gözlerle ona baktı. Elleri hala saçlarının arasındaydı. Hemşire onun bu şaşkın ve tuhaf halini görünce meraklandı ve içeri girdi.
“Neler oluyor Aden, bu halin ne?” Sonra gözlerini etrafta gezdirdi ve ekledi. “Bu odanın hali ne böyle, neler oluyor?”
Aden ellerini indirip başını öne eğdi, ağzı bir karış açık kalmıştı ve gözlerinden yaşlar akıyordu. Göz yaşları ağzının etrafındaki kurumuş kusmuğu da temizleyerek boğazına süzülüyordu. Aniden aklına bir fikir geldi. Çıplak ayaklarla ve üzerindeki pijamalarla koşarak odadan çıktı. Hemşire de bağırarak durmasını söylüyor, peşinden gidiyordu ama bu Aden’in umurunda değildi. İki kat aşağı inip etrafına bakındı. Ortalıkta dolanan ve kahvaltı için yemekhaneye giden hastalar bir an durup ona baktılar. Aden doktorların dinlenme odalarının nerede olduğunu hatırlamaya çalıştı, sonra o yöne doğru koşmaya başladı. Kapıyı açıp aniden içeri daldı. İçeride sabah kahvelerini içip sohbet eden birkaç doktor, şaşkınlıkla durup ona baktılar. Sonra iki kadın doktor kahvelerini masaya bırakıp Aden’e doğru yaklaştı. O sırada Aden’in gözleri odada bir televizyon arıyordu. Televizyonu bulunca aceleyle söylendi.
“Televizyonu açar mısınız? Lütfen!”
Herkes durup şaşkınlıkla önce birbirlerine, sonra da Aden’e baktılar.
“Bir haber kanalı... Bir haber kanalına bakmak istiyorum.”
Doktorlar şaşkınlıkla kendi aralarında konuşmaya başladılar. Erkek doktorlardan biri televizyonda bir haber kanalı açarken, diğerleri de hem baş hekimi hem de güvenliği arıyordu. Televizyonda bir haber kanalı açıldı. Aden televizyona olabildiğince yaklaşarak, yayınlanan haberi dikkatle izlemeye başladı. Bir son dakika gelişmesi aktarılıyordu. Haberi sunan erkek muhabir, ailesi şehir dışında olduğundan dolayı birkaç gündür evde yalnız kalan bir gencin kendi yatağında parçalanarak öldürüldüğünü, ayrıca bu gencin daha önce benzer bir cinayete kurban giden üniversite öğrencisinin arkadaşı olduğunu söylüyordu. Aden olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Hareket edemiyor, hiçbir tepki vermiyor, nefes bile almıyordu. Bir an tüm yaşamsal fonksiyonlarını kaybettiğini düşündü. Ama sonra nefes almaya başladı, uzun süre nefessiz kalmış gibi derin derin nefes alıp veriyordu. O sonra da bedeni titremeye başladı.
Şimdi hatırlıyordu. Bu cinayet işlenirken oradaydı.
Hem eşyaları hem şu anki hali hem de Selim’in evinde bıraktığı izler bunu doğruluyordu. Ama ona elini bile sürmemişti. Buna emindi. Zaten ceset incelenirken ona ait hiçbir iz olmadığı ortaya çıkacak, Aden’in masumiyeti kanıtlanacaktı. Evet, o piçlerden intikam almayı o da istemişti ama bu şekilde değil. Onu sadece kokutacaklarını düşünmüştü. Böyle bir şey olacağını bilseydi oraya asla gitmezdi. Aden başını iki yana sallayarak geri geri gitmeye, televizyondan uzaklaşmaya başladı. Aynı Aden başını iki yana sallıyor, kendi kendine söyleniyordu.
“Ben yapmadım... Yemin ederim ben yapmadım, o yaptı! Bu benim suçum değil.”
Yine ellerini başına görüp parmaklarını saçlarının arasına geçirmiş, saçlarını yolmaya başlamıştı. Odadaki doktorlar dehşete kapılmıştı. Herkes Aden’in neden burada olduğunu da neden bu halde olduğunu da haberi gördükten sonra neden böyle bir tepki verdiğini de gayet iyi biliyordu. Aden odadan çıkmak için arkasını döndüğü an karşısında baş hekimi gördü. Yaşlı adam, ifadesiz bir suratla karşısına durmuş ona bakıyordu. Yanındaki iki kadın güvenlik görevlisi Aden’in kollarına girdi ve onu sıkı sıkı tutarak, baş hekimin emrini beklediler.
“Onu hücreye götürün, sonra da cinayet masasını arayın. İnceleme ekibiyle beraber gelsinler, burada işleri uzun.”
Güvenlik görevlileri Aden’i sürükleyerek odadan çıkarırken, baş hekimde peşlerinden geliyordu. Aden onların ellerinden kurtulmaya çalışıyor, çırpınıp duruyordu ama kadın güvenlik görevlileri ondan daha güçlüydüler. Onların ellerinden kurtulamayacağını anlayınca bu kez bağırmaya başladı.
“Ben yapmadım diyorum! Ben yapmadım, anlamıyor musunuz? O yaptı, beni buna o zorladı.”
Aden bunları söylerken yaşananların hala farkında değildi. Gördüğü şeyi bir kâbus gibi hissediyor, olayları kesik kesik hatırlıyor, parçaları birleştiremiyordu. Uyandıktan sonra fazla bir süre geçmemesine rağmen ayrıntıları hatırlamıyordu. Bu da kendisini aklamasını oldukça zorlaştıracaktı. Ayrıca Hayal’in tamamen kendi hayal ürünü olduğunu düşünürken, şimdi gerçek olduğunu düşünmeye karar verdi. Onun gerçek olma ihtimali Aden kurtaracaktı. Dün gece yaşanan olaya kadar onun gerçek olmadığına emindi ama artık onun gerçekliğini kanıtlamak için elinden geleni yapacaktı. Aksi halde onun işlediği tüm suçlardan kendisi sorumlu tutulacaktı. Bu kızın derdi neydi? Neden Aden’den başkasıyla görüşmüyor, neden durmadan birilerini öldürüyordu? Hiçbir şey bilmiyordu ama geçekleri er ya da geç ortaya çıkaracaktı. Bodrum kata gelmişlerdi, baş hekim kalın bir çelik kapıyı açtı. Buradan bakınca görünen tek şey zemini ve duvarları çıplak beton olan, kutu gibi bir oda olduğuydu. Ayrıca içeriye girip kapı kapandığında zifiri karanlığa gömüleceğini de biliyordu. Güvenlik görevlileri onu içeri sokup geri çekildiler, baş hekim kapıya yaklaşıp son sözünü söyledi.
“Polisler gelene kadar buradasın!”
Sonra kapı kapandı, Aden derin sessizliğe ve zifiri karanlığa hapsoldu.
Yorumlar
Yorum Gönder