Aden'in Rüyası (Bölüm 38)
Uykusunun en derin yerinde bir sarsıntıyla uyandı. Gözlerini açtığında Tamer tepesinde dikiliyordu.
“Ben işe gidiyorum, sıcak çay var.”
“Tamam, sağ ol.” dedi Önder, uyuşuk sesle. Tamer odadan çıkınca yatakta öteki tarafa döndü, gözlerini kapattı ama bir süre o şekilde kalmasına rağmen tekrar uykuya dalamadı. Bu onun iyi alışkanlıklarından biriydi, bir kere uyanınca bir daha uyuyamıyordu. Belki de kötü bir alışkanlık. Saatin kaç olduğundan haberi yoktu ama tekrar uyuyamayacağını anlayınca yataktan kalktı ve tuvalete gitti. Soğuk suyla yüzünü yıkadıktan sonra mutfağa gitti. Kendisine büyük bir fincanda çay doldurup salona gitti. Bir sigara yaktı ve orta sehpanın üzerinde duran cep telefonunu aldı. Herhangi bir arama ya da mesaj yoktu. Kimse onu merak etmemiş, arayıp sormamıştı. Televizyonu açıp haberlere göz attı. Siyaset haberlerinin yayınlandığı kanalları geçerek, gündemden gelişmeler yayınlayan bir kanala aradı ve buldu. Ekranda bir muhabir ve bir spiker vardı. Muhabir, Önder’e hiç de yabancı gelmeyen bir bölgeden yayın yapıyordu. Hemen televizyonun sesini açtı ve dikkat kesildi. Spiker, genç bir çocuğun kendi evinde, yatağında parçalandığını anlatıyordu. Çocuğun ailesinin şehir dışında olduğunu, cesedini, ailesinin ona ulaşamadığından dolayı aradığı ev sabinin eve yedek anahtarla girmesi sayesinde bulunduğundan bahsediyordu. Ama Önder’in kanını donduran asıl şey bu gencin, birkaç hafta önce yine aynı bölgede sokakta parçaları bulunan genç ile arkadaş olmalarıydı. Bu Selim’di. Ayrıca iki kurbanın ortak arkadaşı olan bir gencin de polise giderek bazı itiraflarda bulunduğu, olayla ilgili iki kişinin göz altına alındığı anlatılıyordu. Önder bir süre donuk gözlerle haberleri seyrettikten ve üzerindeki şoku attıktan sonra, elindeki sigarayı orta sehpanın üzerindeki kül tablasına bıraktı ve hemen telefonuna sarıldı. Fırat’ı aradı, birkaç kere çaldı ama açılmadı. Melisa’yı aramaya karar verdi. Bu kez oturduğu yerden kalkmış salonun içinde volta atarak, sabırsızca telefonun açılmasını bekliyordu. Derin derin nefes alıp veriyor, sakin kalmaya çalışıyordu. Bu olay açığa kavuşacağına daha da büyüyor, kurban sayısı artıyordu. Bu tam bir kabustu, büyük bir vahşetti. Nihayet telefon açıldı. Önder, Melisa’nın alo demesine bile fırsat bırakmadan sordu.
“Haberleri seyrediyorum, orada neler oluyor?”
“Bir dakika bekle.” dedi Melisa, sesini duyurmak için bağırarak. Arkada yoğun gürültü vardı. Kalabalık bir yerde olduğundan ve ortalığın karışık olduğundan dolayı, sakin bir yere geçiyordu anlaşılan.
“Şimdi söyle.” dedi Melisa. Bu kez sesi daha net geliyordu ve kısık sesle konuşuyordu.
“Neler oluyor?”
“Haberlerde ne gördüysen doğru Önder.” dedi, telaşlı bir şekilde.
“Aden hastanede kalıyor, bir cinayet daha işlendiğine göre Aden temize çıkmış oluyor, öyle değil mi?”
“Değil Önder, hiçbir şey bilmiyorsun. Aden dün gece hastaneden kaçmış.”
“Ne?” diye sordu Önder, şaşkınlıkla. Tüm bedenini büyük bir korku kaplamıştı, detayları bilmediğinden dolayı dayanılmaz bir merak içerisindeydi.
“Duydun işte... Gece kendi kaldığı binanın elektrik sitemlerini devre ışı bırakmış ve arka taraftan kaçmış. Üstü başı berbat haldeymiş, cinayet mahallinden bir sürü kanıt toplandı, kendisini saklamamış. Adli tıp henüz rapor vermedi ama Aden’in kaldığı odada, cinayet mahallindekilere benzer ayak izleri bulunmuş. Fırat diğerleriyle beraber Aden’i almaya gitti.”
“Bu nasıl olur anlamıyorum, gerçekten o mu yapmış?”
“Fırat’ın dediğine göre her şeyi hatırlıyor, ben bir şey yapmadım, o yaptı gibi şeyler zırvalıyormuş. Aden’i ilk göz altında serbest bıraktılar, ikincisinde hapse göndermek yerine hastaneye tıktılar. Hoşlanmadığı herkesi parçalara ayıran zengin kız serbest, kulağa nasıl geliyor? Halkın gözünde nasıl bir konumdayız, düşünebiliyor musun?”
Önder camın önüne geçti ve sert bir hareketle önce perdeyi ardından camı açtı ve derin derin buz gibi havayı soludu, ama bu onun sakinleşmesine yardımcı olmadı.
“İyi ama nasıl? Bunu nasıl yapmış? Neden?” diye sordu Önder, güçlükle. Bu duruma neden sinirlenmişti, onun azılı ve acımasız bir katil olması ya da tüm kanıtların onu işaret etmesi onu neden bu kadar rahatsız etmişti anlamıyordu.
“Tuğra sabahın erken saatinde merkeze geldi. Her şeyi itiraf etti. İkisi beraber hastaneye, Aden’i ziyarete gitmişler. Aden’e bir video kaydıyla şantaj yapmışlar, ondan para istemişler. Üstelik aşağılayıcı sözler söylemişler. Bizimle pazarlık yaptı, onu korkuma altına alırsak görüntüyü bize vereceğini söyledi. Biz de anlaşma yaptık.”
“Ne görüntüsüymüş bu?”
“Aden Mert’in cesedinin parçalarından birini bırakırken bir kameraya yakalanmış. Çocuklar da o görüntüyü elde edince bunu fırsata çevirmişler. Mert’te Aden’e benzer şeyler yapmıştı. Olan bu işte.”
“İyi de polisin bile bulamadığı görüntüyü onlar nasıl bulmuş ki?”
“Sıkı dur! Görüntüyü onlara Aden göndermiş.”
Önder bilinçsizce sırıttı. Bir süre sessizlik oldu, söyleyecek bir şey bulamadı. Sonra öylesine bir soru sordu.
“Nasıl yani?”
“Bas baya... Aden görüntüyü onlara kendisi atmış, kendi cep telefonundan. Kayıtta yüzü net olarak görünmüyor ama detaylı incelemeler o olduğunu gösteriyor.”
“Sitedeki görüntü gibi mi?”
“Evet. Kameraya sırtı dönük, yüzü görünmüyor. Ama görüntüyü onlara kesinlikle atmadığını söylüyor, ilk kez onların telefonundan izlemiş.”
Önder bir süre düşündü. İki tuhaf olay, ikisinde de yakalandığı tek bir kamera ve ikisinde de kameraya sırtı dönük. Aden olsun ya da olmasın bu bilinçli yapılmış bir şeydi. Bunu yapan kişi mekanları ve bölgeleri iyi tanıyor, özellikle kameraların olmadığı bölgeleri seçiyor, kamera varsa da devre dışı bırakıyor ve tüm bunları yapabilecek kapasitede olmasına rağmen tek bir kamerayı es geçiyor. Her seferinde sırtı dönük, yüzünü göstermiyor. Çünkü kameranın onu kaydettiğini biliyor. Yalnızca o kişinin Aden olduğunun anlaşılması için kasten yapılıyor ve görüntüler yok edilmiyor, üstelik gençlere kasten gönderiliyor. Hangi katil kendisini ele verecek bir görüntüyü birilerine verirdi ki? Hele ki düşmanlarına... Bu işte bir gariplik vardı. Sanki olayları gerçekleştiren bir başkasıydı ve tüm suçu Aden’e yıkmaya çalışılıyordu. Ama burada da bir çelişki vardı. Aden şimdiye kadar yaptığı söylenen hiçbir şeyi hatırlamadığını söylemiş, her şeyi inkâr etmişti. Ama bu cinayeti kendisinin işlemediğini, başka birinin işlediğini söylüyordu. Diğer yandan da olay yerinde ve Aden’in odasına bulunan izler vardı. Ayrıca Aden’in arkadaşlık ettiği ve cinayete kurban giden genç kadının cesedinde bulunan DNA izleri. Bunlar mutlaka Aden’in DNA’sıyla karşılaştırılacaktı ama bir yandan arkasında iz bırakmadan her şeyi yaparken, diğer yandan kendisini ele verecek birinci derece kanıtlar bırakmasının hiçbir açıklaması yoktu. Eğer tüm bunları yapan gerçekten o ise bu kız gerçek bir hasta olmalıydı. Bir başkası ise o zaman da Aden ile ilgili sorunu vardı.
“Selim’in cinayetinde ne buldunuz?”
“Şimdilik fazla bir şey yok. Ama iki daire sakininin söylediğinde göre, gece saatlerinde elektrikler kesilmiş. Yaklaşık on dakika sonra tekrar gelmiş. Hastaneden kaçtığı sırada da elektrikleri kesmiş, hastaneye giriş çıkışına dair hiçbir kamera kaydı yok. Muhtemelen işini halledip geri döndüğünde elektrikleri tekrar açtı. Apartmanın elektriğini de sensörlü ışıkların yanmaması için kesmiş olabilir, etrafta hiç kamera yok çünkü. Bu durumda cinayetin üç sularında ilendiğini varsayabiliriz.”
“İyi de hastane binasında elektrikleri kesmek için elektrik panosuna giderken illaki bir kameraya yakalanması gerekmez mi?”
“Aden’in odasından elektrik panosuna gidene kadar sekiz tane güvenlik kamerası saydım. Ama Aden’in görüntüsü sadece bahçenin arka tarafına giden kısımda var. Kameraya sırtı dönük. Yüzü görünmüyor.”
Önder heyecanlandı.
“Peki kamera kayıtlarında herhangi bir kırpma, kesme falan var mı? Bekli görüntülerini silip tek bir tane bırakmıştı.”
“Hayır, tün görüntüler olduğu gibi duruyor. Dedim ya... Sadece bir kameraya yakalanmış.”
“İşte bu.” dedi Önder, heyecanla. “Eğer görüntülerde kırpma yoksa ve görüntü sadece bahçede varsa, demek ki elektrikleri kesen başka birisi. Dışarıda bir kameraya yakalanıyor, elektrikleri kesip binaya giriyor ve hiçbir kamera onu kaydetmiyor. Bunu yapan bir başkası Melisa, Aden değil.”
Önder bunu sırıtarak ve kendisinden emin bir şekilde söylemişti ama heyecanı yarıda kaldı.
“Maalesef teorin yanlış Önder. Aden’in kamerada göründüğü saat ile elektrik kesintisinin saati birbiriyle uyuşmuyor. Elektrikler kesilirken hiçbir görüntü yok, tekrar açılırken de yok. Tüm bu olaylar yaşanmadan iki saat öncesinde görünüyor.”
“Elektrikleri kesmek için başka bir yer yok mu? İllaki yakalaması gerekmez mi?” diye sordu Önder, umutsuzca.
“Önder, Aden her şeyi itiraf edene kadar bu olay tamamen gizemini koruyacak.” Melisa’nın sesi de onunki gibi umutsuzdu.
Önder hevesini kaybetmiş bir şekilde koltuğa oturdu ve arkasına yaslandı. Melisa ekledi.
“Bu kez Aden’i olay yerine keşfe götürecekler, diğer olayda ısrarla bir şey hatırlamadığını söylüyordu ama bu olayda bazı şeyleri hatırlıyor, bu yüzden keşfin bir faydası olabilir.”
“İnkâr ettiğini söyledin, ne gibi bir faydası olabilir ki?”
“Bilemeyiz... Senin söyleyeceğin bir şey var mı, gitmem gerek.”
“Evet.” dedi Önder aceleyle ve hızlıca anlatmaya başladı. “Kurbanın bir komşusuyla görüştüm. Aden’in fotoğrafını görünce kadının beti benzi attı, çok korkuyordu. Aden’in onunla çok yakın arkadaş olduğunu, sürekli evine girip çıktığını söyledi. Ayrıca kızın çalıştığı bir adamla görüştüm. Bana onula çalışan ve Aden ile arkadaşlık yapan iki kızın daha kayıp olduğunu söyledi, hiçbirinden haber alamamış.”
Bir süre sessizlik oldu, Melisa’nın şaşkınlıktan dili tutulmuştu anlaşılan. Önder ona bir ayrıntı daha verdi.
“İki hamile fahişe, hepsi tek bebeklere hamile ve hamilelikler evlilik dışı.”
“Bu konuyla ilgili amirimle görüşeceğim. Belki oradaki cinayet masasıyla iş birliği yaparsak dosya tekrar açılabilir. Sen iki kayıp ile ilgili bir şeyler bulmaya çalış. Ayrıca beni iki saat sonra tekrar ara, sana anlatacağım önemli şeyler var. Şimdi gitmem gerek.”
Telefon kapandığında, Önder düşünceleriyle baş başa kaldı. Melisa’nın onu aramasını söylediği saate kadar nasıl sabredeceğini düşünüyordu. Diğer yandan da Aden’in sorgusunu ve kurbanın üzerinde bıraktığı delilleri merak ediyordu. O hastaneden nasıl kaçmıştı, kamera kayıtlarıyla nasıl oynamıştı? Neden tüm kanıtları ortadan kaldırıyorken tek bir kamerayı bırakıyordu? Neden ısrarla Mert’in cinayetiyle ilgili hiçbir şey hatırlamadığını söylerken bu cinayeti hatırlıyordu? Üstelik başka birini yaptığından bahsetmişti. Önder şu an burada değil, orada olmalıydı. Bir saat kadar evde oyalandıktan sonra telefonu çaldı. Sabırsızlıkla telefonun başında beklediğinden, ilk çalışta ekrana bile bakmadan hemen cevapladı.
“Alo, Önder.”
Arayan Fırat’tı. Asıl bilgileri verecek olan kişi.
“Ne oldu?” diye sordu Önder, heyecanla.
“Aden sorgu odasında, yarım saat sonra sorguya başlayacağız. Bu inanılmaz bir şey... Bu kız ya bir şeytan ya da hayalet. Hiçbir şey anlamıyorum.”
“Detayları öğrenebildin mi?”
“Şimdilik bildiğim kadarıyla kurbanın vücudunda başka birine ait DNA izlerinin çıktığı. İzler Aden’den alınan örneklerle karşılaştırılacak. Ayrıca İstanbul’daki kurbandan alınıp saklanan izlerle de karşılaştırılmasını talep ettik. Hem mahkeme kararını hem de adli tıp raporunu bekliyoruz. Ayrıca şu ağaç kalıntılarıyla ilgili önemli bir şeyler bulduk.”
“Neymiş?”
Önder yine oturduğu yerden kalmış, salonun içinde volta atmaya başlamıştı.
“Mert’in cesedinde bulunan kalıntılar incelenmiş. Ağacın çok özel bir tür olduğu belirlendi. Ülkemizde hiçbir yerde satılmıyormuş, sadece yut dışından sipariş ediliyormuş. Bunun içinde epey uzun bir süre beklemek gerekiyormuş ve çok maliyetliymiş. Gümrük işlemleri de eklenince fiyatı neredeyse üç katına çıkıyormuş. Biz de son birkaç yıl içinde bu ağaçtan sipariş veren müşterilerin listelerini araştırıyoruz, bu iş çok zaman alacak.”
“Başka?”
“Bir de Aden’e gönderilen fotoğraflar. Şey, bu çok tuhaf. Fotoğrafları gönderen kişi bizzat Aden. Tıpkı çocuklara kendi videosunu gönderdiği gibi.”
“Bu saçmalık! Bu kız ne yapmaya çalışıyor?” diye söylendi Önder, öfkeyle.
“Ama asıl tuhaf olan fotoğrafların alıcı kısmında yazan isim.”
“Kim mi?”
“Şermin EREZ. Aden’in annesi.”
Önder midesinin yandığını hissetti. Beyni durmuştu sanki. Hiçbir şey algılamıyor, sadece dinliyordu. Ama anlatılanları hiçbir yere oturtamıyordu. Buradaki amaç neydi? Aden hatırlamadığı ya da hatırlamadığını söylediği tüm bu şeyleri neden yaşamıştı?
“Ailesi bunların ne kadarını biliyor?” diye sordu Önder, buz gibi bir sesle.
“Maalesef her şeyi. Annesi fotoğraflarla ilgili konu hakkında hiçbir şey bilediğini söyledi. Tabi diğer konular hakkında da... Aden için uzaklaştırma kararı almak istediler ama mahkeme buna gerek olmadığını belirtti. Ne de olsa göz altında ve muhtemelen tutuklanacak.”
Önder öfkeyle elini pencerenin önündeki mermere vurdu ve aynı anda karşılık verdi.
“Hastanede de gözetim altındaydı ama oradan çıkıp bir cinayet işledi.”
“Öyle olmasa bile kız kafasına göre istediği kişiyi öldürüyor Önder. Ya hatırlamıyor ya da kendisinin yapmadığını söylüyor. Bu insan yasal kurallara ne kadar uyar sence, bana söyler misin?”
Önder buna cevap veremedi Fırat haklıydı. Uzaklaştırma kararı almak tamamen gereksiz bir şeydi. Onu durduracak olan şey yazılı kurallar değildi. Onu fiziksel olarak bir yere hapsetmek gerekiyordu, onu durdurmanın tek yolu buydu.
“Ya yine kaçmaya çalışırsa?” diye sordu Önder.
“Bu kez kurtulması imkânsız, herkes tutuklu yargılanması için uğraşıyor. Adli tıp raporları da onun katil olduğunu kanıtlandığında, ölene kadar hapiste kalacak. Çok az kaldı.”
Önder arkasını dönüp tekrar koltuğa oturdu ve devam etti.
“Melisa’ya da söyledim, burada görüştüğüm biri bana iki kayıp kızdan daha bahsetti. İsimlerini aldım ama elimde herhangi bir adres yok. Kızlar kaybolduklarında hamilelermiş ve babalarının kim oldukları belli değil. İkisi de fahişe. Ayrıca görüştüğüm kişi bana Aden’in bu üç kızın peşinden ayrılmadığını, devamlı onlarla beraber olduğunu söyledi. Uyuşturucu da kullanıyormuş. Üstelik kızlarla arkadaşlık yaptığı ve kızların ortadan kaybolduğu zaman içerisinde Aden İstanbul’da ikamet ediyor.”
Sessizlik oldu, Fırat muhtemelen kafasında bir şeyler ayarlamaya çalışıyordu. Sonunda karşılık verdi.
“Sen bana isimleri ver ben de araştırma yapayım. Sonra sana haber veririm. Başka bir şey buldun mu?”
“Şimdilik hayır. Bu arada, Tuğra nerede?”
“Koruma altına alındı, güvenli evlerden birinde kalıyor. Ailesi de şehir dışına çıktı, bir süre böyle idare edecekler.”
“O çocuğa dikkat edin Fırat, elinizdeki tek kaynak o. Sıradaki kurban da...”
“Biliyorum, hayatımda hiç kimseyi hapse tıkmak için bu kadar sabırsızlanmamıştı. Şimdi gitmeliyim, seni daha sonra ararım.”
Telefon kapanmıştı ama Önder düşüncelere daldığından telefonu hala kulağında tutuyor, dalgın gözlerle tam karşıya, televizyona bakıyordu. Her şey yavaş vayaş ortaya çıkıyordu. Ve ortaya çıkan tüm deliller Aden’i gösteriyordu. Kanıtlar yalan söylemezdi.
Yorumlar
Yorum Gönder