Aden'in Rüyası (Bölüm 39)
Kutu gibi bir oda, masa ve sandalyeler, ayna cam ve onu sorgulamak için sabırsızlanan polisler. Bu kısır döngüden ne zaman kurtulacaktı? Ne zaman diğer insanlar gibi normal bir hayat yaşayacaktı? Bu yaşananlar ne zaman bitecekti? Kendisini akışa bıraktığında her şey kötü gidiyordu, kontrol etmeye çalıştığında da durumlar pek farklı olmuyordu. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. Hayatı mahvolmuştu, elinde hiçbir şey kalmamıştı. Gerçi sahip olduğu tek şeyi, özgürlüğünü kaybettikten sonra geri kanlan hiçbir şeyin önemi kalmıyordu. Mert’i öldürmediği için Tanrı’ya başka bir ruhu göndermek istemişti ama Selim aklının ucundan bile geçmemişti. Öyle olsa bile Selim’e elini bile sürmemişti. Bir insanı öldürmek için önce cesaretini toplamalı, plan yapmalıydı ama her şey çok hızlı gelişmişti. Her şey tamamen onun kontrolü dışında gerçekleşmişti ama bu cinayet de onun üzerine kalmıştı. Hayal her türlü önlemini almıştı. Elinde eldivenler, ayaklarında galoşlar vardı. Olay yerinde yalnızca Aden iz bırakmıştı. Neyse ki Selim’e elini bile sürmemiş, onun üzerinde hiçbir iz bırakmamıştı. Bunu nasıl açıklayacağını bilmiyordu ama Selim’i kendisinin öldürmediğini ispatlamalıydı. Ayrıca kendisine hala bir kurban bulmalıydı. Mert’in yerine alacak bir ruh. Bunu yapmak artık imkânsız gibi görünüyordu, artık hiçbir kurtuluşu kalmamıştı, kaçacak yeri kalmamıştı. Belki hapiste yapabilirdi, ne de olsa bu suçlardan hapse girerse oradan anca cesedi çıkacaktı. Bu yüzden gerçek bir cinayet işlemesi onun hayatında ya da cezasında hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Aden bunları düşünürken kapı açıldı ve içeri iki tane komiser girdi. Biri Fırat komiserdi, diğeri ise onun en son ki sorgusuna giren komiserdi. Fırat, onun karşısındaki sandalyeye oturdu. Diğer komiser de Fırat’ın arkasında, ayakta dikildi ve gözlerini Aden’in üzerine dikip, dikkat kesildi. Fırat elindeki dosyayı açıp sayfaları karıştırırken Aden ellerini yumruk yapıp gözlerini ovuşturdu. Uykusuzluktan dolayı her şeyi çifter çifter ve bulanık görüyordu. Gözleri ve başı dayanılmaz derecede ağrıyor, boğazına dikenler batıyordu. Hastanede kaldığı süre içinde yalnızca kısa bir süre rahat bir uyku çekmişti. O da ilk gittiği gece, yalnızca birkaç saat. Dün gece ise cinayet işlemeye giden bir arkadaşına yardım ettiğinden dolayı doğru düzgün uyuyamamıştı. Onu polisler gelen kadar beklemesi için hücreye kapattıklarında ise yorgunluktan bitkin düştüğünden dolayı kafayı yemek yerine uyumayı tercih etmişti ama tam uykuya dalacağı sırada polisler gelmiş ve onu oradan alıp götürmüştü. Şu an istediği tek bir şey vardı, o da bir yatak ve uyku. Bu imkânı ne zaman bulacağını bilmiyordu. Bildiği tek şey buradan sonraki durağının savcı, ondan sonra mahkeme olacağıydı. Ceza evine gireceğini biliyordu, bundan kurtuluşu yoktu ama en azıdan tüm bunların hızlıca hallolmasını ve nereye gidecekse bir an önce oraya gitmeyi istiyordu. Fırat dosyanın içinden çıkardı birkaç fotoğrafı zamanı geldiğinde, anında Aden’in gözüne sokabilmek için dosyanın altına koyup hazırda bekletti. Sonra ellerini birleştirerek öne doğru eğildi.
“Seni özlememize hiç fırsat bırakmıyorsun Aden. Bari araya biraz zaman girmesini bekle.” dedi, alaycı bir tavırla.
“Ben bir şey yapmadım.” dedi Aden, hiç düşünmeden.
“Sana bunu sen mi yaptın diye sormayacağım Aden. Tuğra her şeyi itiraf etti, haberin var mı?”
“Neyi? Neyi itiraf etti? O mu yapmış yoksa.” diye sordu Aden, ama sonra bu sorunun tamamen saçmalık olduğunun hemen farkına vardı. Yorgunluk ve uykusuzluk beyninin çalışmasını engelliyordu. Tuğra bunu neden yapsın ki? Onunla sıkı bir arkadaş ve suç ortağıydılar. Tencere kapak.
“Sana şantaj yaptıklarını ve seni, onlara gönderdiğin vido kaydıyla tehdit ettiklerini... Sahi Aden, neden o videoyu onlara kendi ellerinle gönderdin? Bu çok saçma.”
“Ben yapmadım diyorum, anlamıyor musun?” diye, yüksek sesle tekrarladı Aden.
“Çocuk videoyu senin gönderdiğini söyleyince bizimle dalga geçtiğini düşündük ve araştırdık Aden. Videoyu onlara sen göndermişsin, kendi cep telefonunla.”
Aden başını yana çevirip gözlerini tek noktaya sabitledi. Bunu ne zaman yaptığını hatırlamıyordu. O görüntüyü nereden ve nasıl bulduğunu da hatırlamıyordu. Hatta şu an düşününce o görüntüye ulaşmak için aklına hiçbir yol gelmiyordu. Bu çok saçmaydı. Sonra aklına Hayal geldi. Bunu kesin o yapmıştı. Nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde istediği her yere rahatça girip çıkabiliyordu. Onun istediklerini yapması için hiçbir engel yoktu. Her an her yerde istediği her şeyi yapabilirdi. Bunu da o yapmıştı, buna emindi. Ama bunu onlara söylemeye cesaret edemedi. Sebebi ise çok açıktı. O insanları acımadan öldürülen biri ona neler yapmazdı. En başından ona iftira atmıştı, Mert’i beraber öldürdüklerini söylemişti. Aden böyle bir şeyi yapıp yapmadığını hatırlayamasa da tüm kanıtlar onu işaret ederken, bunu yapmadığını kanıtlaması neredeyse imkânsız gibi görünüyordu. Hayal’in tek bir ifadesiyle işi bitebilirdi.
Tekrar Fırat’a döndü ve gözlerini devirerek karşılık verdi.
“Ben yapmadım.”
Fırat derin bir iç çekti ve konuyu değiştirirdi, ama yine de Aden’e inanmış gibi görünmüyordu.
“Bize dün geceyi anlatır mısın?”
“Yemekten sonra ilaçlarımı aldım ve uyudum.”
“Hangi ilaçları, kanser ilaçlarını mı?”
“Hayır.” dedi Aden, tekrar gözlerini devirerek. “Hastanede verilen ilaçları.”
“Sonra ne yaptın?”
“Uyudum dedim ya... Sabah uyandığımda da...” sustu. Uyandıktan sonra yaşadığı her şey cinayetle ilgiliydi.
“Uyandığında ne?”
“Uyandığımda berbat bir haldeydim.” dedi Aden, üzerindeki pijamalarını göstererek. Üstünü değiştirmemiş, duş almamıştı. Sadece yüzünü yıkamış ve üzerine ıslak montunu giymekle yetinmişti. Bir cinayet şüphelisi olduğundan, onu hastaneden yaka paça çıkarıp buraya getirmişlerdi. Kırmızı reçeteli ilaçlarını ve rüya defterini hatırladı. O defterde yazanlar Aden’in sonuydu ve o ilaçlar olmadan yaşayamayacaktı. Artık direnmenin bir anlamı yoktu. Bıkkın bir şekilde devam etti. “Her şeyi sadece bir rüya gibi hatırlıyordum. Uyandığımda bu haldeydim, tüm olanları gerçekten yaşadığıma hala inanamıyorum.”
“Tamam o zaman, rüya olarak gördüklerini anlatmaya başla.” dedi Fırat’ta onun gibi bıkkınlıkla. “Mesela hastaneden çıkmayı nasıl başardın? Elektrikleri keserken ve tekrar açarken kameralara nasıl yakalanmadın? Selim’in evine nasıl girdin ve onu nasıl öldürdün?”
Aden tekrar başını çevirdi ve ellerini bacaklarının arasına soktu. Kamburunu çıkarmış, çaresizce anlatmaya başardı. Hem karşısındaki iki polisin hem de ayna camın arkasında kaç kişi olduklarını bilmediği diğer insanların gözlerinin ve tüm dikkatlerini onun üzerinde olduğunu biliyordu. Bunu ilk yaptığında gerilmişti, ikincide heyecanlanmıştı ama artık bir şey hissetmiyordu. Bir olayı ne kadar çok yaşarsan o kadar hissizleşirsin.
“Tamam.” dedi Aden, ellerini hafif bir şekilde yukarı kaldırarak. “Yanımda biri vardı. Hayal meyal hatırlıyorum, kim olduğunu bilmiyorum. Bana intikam almam için yardım edeceğini söyledi. Ben sadece konuşacağımızı sanıyordum. Hem Selim ile hem de Tuğra ile... Sonra beni Selim’in evine götürdü. Onu uykusundayken, gözlerimin önünde öldürdü.” Aden o anı gözlerini önünde canlandırınca tüyleri ürperdi. Midesi bulanmaya başladı ama kusmadı. Yalan söylüyordu ve bu bir şekilde ortaya çıkacaktı, bunu biliyordu. Ama Hayal’i ele veremezdi.
“Kim bu kişi, onu tanımadığını söylüyorsun ama o seni gayet iyi tanıyor.”
“Ben tanımıyorum, hayal de görmüş olabilirim. Emin değilim.”
Bunu söylerken aslında bizzat Hayal’den bahsediyordu, Hayal denen kızdan ama polisler bunu anlamıyordu. Bu da Aden’in işine geliyordu. Bu sonradan ortaya çıkarsa Aden’i yalan söylemekle suçlayamayacaklardı. Her şey kayıt altına alınıyordu ve Aden onlara Hayal’i gördüğünü açıkça söylüyordu.
“Tanımadığın biri senin kimden, ne için intikam almak istediğini nasıl bilebilir Aden?” diye sordu Fırat, bıkkınlıkla. “Kameraları nasıl devre dışı bıraktın?”
“Ben yapmadım, o yaptı.”
“O kim?”
“Hayal işte.”
“Bu da mı hayal?”
Aden o an gülmemek için kendisini zor tuttu. Bu sorgu iyice eğlenceli bir hal almaya başlamıştı. Aden de onlarla eğlenmeye devam etti.
“Evet, o da hayal.”
Fırat önündeki dosyanın altında sakladığı fotoğrafları Aden’in önüne fırlattı.
“Bunu yaparken ona hiç acımadın mı?”
Aden fotoğrafa dikkatle baktığında yine midesi bulanmaya başladı. Bu kez az kalsın kusacaktı. Gözlerini kısarak başını başka yöne çevirdi. Bunu kendisi yapmak zorunda olsaydı asla yapamazdı.
Mert’e bile... Birini öldürmesi gerekseydi ya bir tabanca kullanırdı ya da öldürmek istediği kişinin boğazına bıçağı saplayıp oradan kaçardı. Ardında bir iz bırakır mıydı emin değildi. Daha önce hiç cinayet işlememişti ama çok fazla suç filmleri seyretmişti.
Cinayetini en ince ayrıntılarıyla planlayıp her şeyi hesaplarsa ve soğuk kanlı davranırsa belki gizlenebilirdi. Ama onu ele veren tek şey korkusu olurdu. Korku insana asla yapmayacağı hataları yaptırabilirdi. Şimdi düşününce kendisinden hiç de iyi bir katil olmazdı. Başkasının işlediği cinayetler bile onu üzerine kalıyorken, ortada onu ele verecek hiçbir somut kanıt yokken bile kendisini ispatlayamıyordu. Bir de gerçek cinayet işlerse nasıl kanıtlayacaktı? Aden bunu düşünürken kapı açıldı ve içeri bir kadın girdi. Orta boylu, tombul, sevimli denecek bir kadındı. Masanın üzerine, Fırat’ın önüne bir defter bıraktı. Fırat’ın kulağına eğilip bir şeyler fısıldadı. Kadın onun kulağına fısıldarken, Fırat’ın gözleri tıpkı Aden’in gözleri gibi kocaman açılmıştı. Bu onu rüya defteriydi. Kadın arkadaşını dönüp odadan çıkınca, Fırat tekrar Aden’e döndü. Aden yutkundu. Fırat geriye yaslanıp defteri eline aldı ve sayfaları karıştırmaya başladı. Sonra işaretli bir sayfada durdu. Defteri bulanlar onu önceden incelemiş ve önemli olan sayfaları işaretlemişti. Aden suratının yandığını, tüm vücudunun titremeye başladığını hissetti. Fırat’ın yanında ayakta duran komiser gözlerini bir deftere, bir Aden’e çeviriyordu. Muhtemelen onun herhangi bir şüpheli hareketi gözden kaçırmamaya çalışıyordu. Fırat defteri masanın üzerine bırakıp tekrar öne doğru eğildi ve gözlerini Aden’inkilere dikti. Aden onun ateş püsküren gözlerini gürünce korkusu daha da arttı. Başka bir yerde olsa, erkeklerin kadınlara kibar davrandıklarından ya da ona kolay kolay zarar veremeyeceklerinden dolayı korkmazdı ama burası cinayet masasıydı. Burada kadın erkek diye bir ayrım yoktu. Burada herkes şüphelilere karşı buz gibi sert ve acımasızdı. Aden bunu bildiğinden dolayı korkudan dili tutulmuştu. Fırat elini sert bir şekilde masaya vurup, var gücüyle bağırdı.
“Anlat!” Aden yerinden sıçradı. Tüm bu olanların bir kâbus olmasını diliyordu. Ama hayır, bütün bunlar gerçekti. Başını öne eğmiş, ellerini bacaklarının arasına sokmuş öylece duruyordu. Fırat’ın bağırması onu hem korkutmuş hem de aşağılandığını hissettirmişti. Bu tür baskılara alışık değildi. Bu yüzden daha fazla dayanamadı ve akmaması için zapt etmeye çalıştığı göz yaşlarını serbest bıraktı.
“Sana anlat diyorum!” diye tekrar bağırdı Fırat, ama Aden artık hiçbiri şey algılayamıyordu. Sadece titriyor ve ağlıyordu. Fırat hızla oturduğu yerden kalkıp Aden’in yanına yaklaştı. Aden bir an dayak yiyeceğini düşünerek, ellerini kaldırıp başına siper etti ama Fırat ellerini masanın üzerine koyup ona doğru eğildi. “Mert’in cinayet planını onu öldürmeden önce mi yazdın, sonra mı?”
Aden cevap veremedi. Çünkü korkudan kilitlenip kalmıştı, biraz önce onlarla eğleniyordu ama şimdi eğlenme sırası onlardaydı.
“Mert’in sana yaptıklarını biliyoruz Aden. Onu, sana yaptıklarından dolayı intikamını almak için öldürdün. Tuğra her şeyi itiraf etti. Selim ile beraber hastaneye gelip sana şantaj yapmışlar. Kamera görüntüleri de bunu tasdikliyor, onlara saldırmaya çalışmışsın. Nasıl olsa bir kere cinayet işledin, bundan sonrası senin için çok kolay oldu, öyle değil mi? Mert’i nasıl öldürdüysen Selim’i de aynı şekilde öldürdün. Ondan kurtulmak istedin, şimdi sırada Tuğra var.”
Aden başını hafif bir şekilde kaldırıp, masanın üzerindeki olay yeri fotoğraflarına baktı. Selim’in cesedi parçalara ayrılmış bir halde, yatağının üzerinde duruyordu. Hayal, onun gözlerinin önünde Selim’in yalnızca boğazını kesmişti ama Aden oradan kaçtıktan sonra onu parçalara ayırmıştı. Fotoğrafa bile bakamamışken, parçalandığını seyretseydi kalp krizinden öldürdü her halde. Fırat onun cevap vermediğini görünce devam etti.
“Seri katiller kendilerini yüceltmek için cinayetlerinde mutlaka imzalarını bırakırlar ya da her cinayetini aynı yöntemlerle işlerler. Ve bu onların ne kadar aptal olduklarını gösterir. Bir cinayetinden yakalanırlarsa eğer, aynı yöntemle işledikleri ya da imzalarını bıraktıkları diğer cinayetleri de ortaya çıkar. Sen de o aptallardan birisin Aden. Tıpkı İstanbul’daki o kızı öldürdüğün gibi, Mert ile Selim’i de aynı yöntemle öldürmen senin gerçek bir aptal odluğunu gösteriyor. Diğer tüm seri katiller gibi.”
Aden gözlerini kocaman açtı. Bir tane daha. Kendisi işlemediği halde üzerine kalan bir cinayet daha. Ağır ağır başını kaldırıp Fırat’a baktı.
“Ne?” diye sorabildi sadece.
“İstanbul’daki fahişeden bahsediyorum Aden. O ve kayıp olan iki kadından bahsediyorum. O kızı neden öldürdün, diğerleri nerede?”
Aden bilinçsizce sırttı.
“Bu kadar kapasitem olduğunu bilmiyordum.” dedi, göz yaşları arasında.
“O kızı neden öldürdün?” diyerek, sorusunu yineledi Fırat.
“Ben kimseyi öldürmedim, hangi kızdan bahsettiğiniz bilmiyorum.”
“Bal gibi de biliyorsun Aden! Diğer kızları nereye sakladın?”
“Ben bir şey yapmadım.” dedi Aden, ısrarla.
Fırat doğruldu ve kollarını bağladı. Sonra acıyan gözlerle ona bakarak, başını iki yana salladı.
“Çok yazık... Bu yaşta, bir hiç uğruna hayatını mahvettin Aden.”
Aden ona baktı, gözleri hala yaşlıydı ve hala titriyordu. Bir şeyler söylemek için dudaklarını araladığı sırada odada bulunan telefon çaldı. Diğer komiser telefonu açıp kulağına tuttu, sonra kapatıp Fırat’a yaklaştı.
“Sorguyu bitiriyoruz.”
Fırat’ın kulağı onda, gözleri Aden’in üzerindeydi. Hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp odadan çıktı. Diğer komiser de Fırat’ın masanın üzerine dağıttığı fotoğrafları, dosyayı ve defteri alıp kapıya doğru ilerledi.
“Bana ne olacak?” diye sordu Aden. Komiser durup başını çevirip ona baktı.
“Sürpriz olsun.” diyerek karşılık verdi komiser, alaycı bir tavırla ve odadan çıkıp kapıyı kapattı.
Yorumlar
Yorum Gönder